Kafkasya'da doğal varlık çeşitliliğinin korunması amacıyla düzenlenen konferansa katılmak için Gürcistan'ın başkenti Tiflis'ten bir araçla kuzeydeki Gudauri Kayak Merkezi'ne gitmek üzere yol çıkıyoruz. Saat sabahın ikisi...
Sert mizaçlı bir şoförümüz var. Üstelik de sessiz, zaten kendi dilinden başkasını bilmiyor. Ondan beklediğimiz de işini iyi yapması çünkü yol bozuk, delik deşik...
Aydınlatmanın olmadığı bu yollarda sınırlı bir hızla henüz 50 km kadar gitmişken bir polis aracı bizi durduruyor. Polis sireniyle yolda uyarılan şoförümüz tedirgin olsa da aracı polis aracına yaklaştırıyor.
Polis durdurdu: Merak edilecek bir şey yok!
Polis aracının farları bizim aracın içini, yorgun gözlerimizi ayıltıyor. Şoförümüz, sorulara Gürcüce yanıt verdikten sonra evraklarıyla polis aracına yakın bir yere çağrılıyor. Birkaç dakika sonra geri geldiğinde ise, merakımızı yine Gürcüce "merak edilecek bir şey yok" dercesine gideriyor.
Ancak araç belgelerinin en üstünde duran Amerikan dolarına şaşıyoruz. Bu polise rüşvet verdiği anlamına geliyor bizce. Nasıl mı? Şoförün polise verdiği para gerekenden çok olunca paranın üstü dolar olarak geri döndü. Yoksa, polis şoförü ödüllendirdi mi? Tabii ki, hayır. Fazla üstelemiyoruz. O da zaten tatsız...
Yolda birkaç kez, kendi dilinde kısa kısa konuşması dışında şoförümüz gerçekten sessiz, yorgun ve halinden bezmiş... Gecenin beş buçuğunda nihayet kayak merkezindeki otelimize varıyoruz.
Umberto kuşları seviyor, İvelina suskun
İlk kez geldiğimiz bu ülkeyi gazeteciler için düzenlenen atölye çalışmalarının ardından ancak son günümüzde gezebildik. Oysa ki, ülkede ormanların geniş bir yer kapladığını, daha araçtayken, camdan dışarı baktığımda karanlıktaki koyu bölgelerden fark etmiştim.
Ayrıca, araçta bize eşlik eden Umberto Ossi, Avrupa'da kuşlar üzerine çalışmalar yürüten BirdLife Europe (Kuş Hayatı Avrupa) kuruluşunda çalışıyor. Umberto, Gürcistan'a dört-beş kez gelmiş; diğer komşu ülkeler Ermenistan ve Azerbaycan'da da bulunmuş.
Araçta bir yandan uykusuzluğumu gittikçe daha fazla hissederken, muhabbeti sürdürdüğüm Umberto'nun kendini doğaya vakfetmişliğine hayranlık duyuyorum. Araçtaki üçüncü kişi Bulgaristanlı Ivelina şoförün yanında oturuyor, sadece ara sıra bir soru sorup susuyor. Doğrusu, yanıtı dinleyip dinlemediğinden de emin değilim...
Umberto'nun Gürcistan'la ilgili araçta verdiği bilgileri, seminerde doğa haberciliği üzerine çalışırken dağıtılan bilgi ve istatistiklerle tamamlama fırsatımız oldu.
Gürcistan florasının yüzde 21'i dünyanın başka yerlerinde görülemiyor ,buraya ve Kafkasya'ya özgü (endemic) 900 bitki çeşidi bulunuyormuş.
Canlı çeşitliliği açısından çok zengin
Bu ülkede, 11 bin 100 tür omurgasız hayvan, 79 çeşit küçük memeli hayvan, dokuzu sadece bu bölgeye ait toplam 84 çeşit tatlı su balığı, 52 çeşit sürüngen içerisinde 27 çeşit kertenkele ve 23 çeşit de yılan kayıt altına alınmış durumda.
Doğa haberciliği atölyesinde, Gürcistan topraklarının yüzde 37'sinin ormanlarla kaplandığını; sadece bu da değil, ülkenin Kafkasya'da kalan bölümün dünyanın koruma altına alınan ve canlı türleri bakımından en zengin 25 bölgesinden biri olduğunu öğreniyoruz.
Biraz da kuşlardan bahsedecek olursak, bu ülkede, çoğu göçmen 300'den fazla kuş çeşidinin varlığını sürdürdüğünü söylemek gerekiyor.
Türkiye, kerestesini Gürcistan'dan alıyor
Otelin bulunduğu rakım olan 2003 metreden karşıya baktığımda, Doğu Anadolu'daki Otlukbeli Dağları aklıma geliyor. "Burası biyoçeşitlilik açısından zenginse, o zaman Türkiye'nin bu bölgesi de zengindir" diyorum kendi kendime...
Ancak bu kadar canlı barındıran ve güzel bir bölgede insanların, yoksulluk ve alışkanlıklarından olacak, yıllardır sürekli ağaç kesmesi ormancılığı tehdit eder hale gelmiş.
Özetle, 1995-2000 yılları arasında her yıl, 310 ile 370 bin metreküp ağaç kesilmiş ki bunun "yasadışı ticaret veya aşırı tüketimden" kaynaklandığı ve her koşulda sürdürülebilir kalkınmayla çeliştiği söyleniyor.
Dünya Çevre Koruma Birliği'nin (IUCN) bir raporunda şu tespit dikkatimi çekmiyor değil: "Kereste içerisinde kayın ağacı (toplamın yüzde 20'sini oluşturur), ladin ve köknar ağaçlarının kesimi var. Kerestenin büyük bir bölümü Türkiye'ye ihraç ediliyor. Kayın, Türkiye'ye ihraç edilen kerestenin yüzde 92'sini oluşturuyor. Yasadışı kereste ihracı, ciddi bir sorun."
Bu durum karşısında geçtiğimiz yıllarda hareket geçen Gürcistan Çevre ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, yeni bir Çevre İzleme Birimi kurulması dahil, bir dizi önemli reforma girişti.
Son gün, ders konusu yerleri geziyoruz
Uykusuzluğuma rağmen Gudauri gibi çok yüksek bir rakımda kalınca insan pek uyumak istemiyor ve yataktan da daha dinç kalkıyor. Üçüncü günümüze de programda Kazbegi Dağları ve çevresini gezmek olduğu için daha bir heyecanla ve erken başlıyoruz.
Bütün gazeteciler bir minibüste daha kuzeye doğru yol alıyoruz. Yolda gördüğümüz az sayıda insan sanki günlük yaşamları içerisinde donmuş, keyifsiz ve ümitsiz gibi...
Uçuk mimarili dostluk kulesi pas tutmuş
Sarsıcı yollara bir anıtın önünde ara veriyoruz. Leonid Brejnev'in Sovyetler Birliği döneminde Rus ve Gürcü toplumları arasındaki dostluk adına dikilmiş, gözetleme kulesi görünümünde olan fakat yarı yuvarlak bir daire biçiminde dikilen anıt artık paslanmaya yüz tutmuş.
Bizler kulede aşağıdaki muazzam manzarayı keyfederken Gürcü tercümanımız, ülkede Sovyetler Birliği'ni çağrıştıran anıtlardan geriye pek bir şey bırakılmadığını söylüyor. Ancak kulenin hoş ve "uçuk" mimarisi ve tarihi çizimler bizi gerçekten etkiliyor.
Yolda giderken AGİT, IUCN gibi bazı uluslararası kuruluşlarının araçlarıyla karşılaşıyoruz. Onlara ve ara sıra geçen diğer araçlara duyduğumuz heyecandan el sallıyoruz.
Doğanın çetin koşullarını paylaşmaktan memnunuz onlarla... Çetin bir soğuk var ama berrak gökyüzü altında arkadaşlarımızın yüzlerinin ne kadar çabuk yandığını fark ediyorum.
Derken, ilk köyümüz Kobi'ye varmadan yolda 63 yaşındaki çoban İlya ile karşılaşıyoruz. İlya, kışın hayvanlarını otlatmak için burada kalıyor, yazları ise yakındaki Gergeti'ye geçiyor. Hayatın zor geçtiğini söylüyor bize...
Gürcü yazar Aleksander Kazbegi'nin kenti
Siyoni ve Arşa köylerini geride bıraktıktan sonra Gergeti'ye varıyoruz. Doğa burada daha çok kendisini gösteriyor. Atlar, domuzlar ve pek çok büyükbaş hayvan yavrularıyla geniş ve yeşil alanlarda otluyor. Gergeti ile ismini ünlü Gürcü yazar Aleksander Kazbeyi'den alan Kazbegi yerleşimleri yan yana.
Bizler kent içi hareketliliği izlerken tercümanımız Avrupa'nın en yüksek dağlarından Kazbegi Dağları'nın zirvesine yakın ve 14. yüzyılda kurulduğunu söylediği Gergeti Manastırı'nı gösteriyor eliyle...
İnsanlarla fazlasıyla kaynaşmak istesek de, hem az sayıda olan insanların çevrede olan bitenlere kapalılığı hem de bu manastırın dağların arasındaki görkemi karşısında ortaklaşa Lada marka bir cip kiralayarak zirveye çıkmaya karar veriyoruz.
Aleksi, duru ve donuk gözlü arkadaşım!
Yolda ise televizyonlardan izlediğim Dakar Rallisi gözümün önüne geliyor. Kısaca, kendi aramızda "Şu Lada'ların da maşallah var" diyoruz dilimiz döndüğünce...
Bütün doğaya hakim bu küçük manastır adeta zirveyle bütünleşiyor. Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan ve Rusya'dan arkadaşlar manastırda mum yakarak dilekler tutuyorlar, Gürcistanlı arkadaşımız manastır kapısından gözü yaşlı çıkıyor. Bense, o arada, ara sıra arkadaşıyla manastıra çıkan 15 yaşlarındaki Aleksi ile tanışıyorum.
Duru ve donuk bakışları beni etkiliyor, el kol hareketleriyle anlaşmak için adım atıyorum. Çok doğal ve sakin bir şekilde bana karşılık verince dayanamıyorum, elimi omzuna atıyorum.
Sonra, onun da bir şey söylemesi için, dijital fotoğraf makinemde daha önce çektiğim fotoğrafları gösteriyorum. Daha önce geçtiğim yerlerin birini tanıyor, bu hoşuma gidiyor ama fotoğraf makineme Aleksi'nin gösterdiği ilgi beni bir anda, "varsıl ve şımarık Batı turisti" haline sokuyor ki, bundan anında rahatsızlık duyuyorum.
Manastırdan dönüşte, araca doğru ilerlerken ilk kertenkelemle karşılaşıyorum. . İlk fotoğrafım pek parlak olmasa da ikincisinde dikey şeritli kertenkelemi yakaladım (Bu sayfalarda göreceğiniz fotoğrafları başka biri değil, ben çektim).
Yol kenarında hurda araçlar ve terk edilmiş işletmeler
Sıradağların devamı olduğunu için yolda Rusya sınırına doğru giderken Rusya'dan kalan kamyon ve araçların yol kenarlarında çürüdüğünü, çoğu küçük işletmelerin terk edildiği veya harabeye döndüğünü görmek mümkün.
Gürcistan'da askerleri havaalanında, Rusya sınırında ve Tiflis'te çarşı merkezinde gördük. Yani ortalıklarda pek asker dolanmıyor. Aslında, sokakta oynayan çocuk yok, hafta içi olmasına karşın işe giden veya eğlenen yetişkin de yok.
Aslında bu yıkıntılar ve bu faaliyetsizlik ekonomik kriz yaşamakla birlikte, uzun süre merkezi yönetimden tecrit olmuş, tüm alt yapısını yitirmiş bir toplumun durağanlığını gösteriyor kanımca.
Rusya sınırı, artık "bir çelik kafes"
Son durağımız Gürcistan'ın Rusya sınırı oluyor. Bir zamanlar çok yönlü faaliyetler barındırdığı, geniş alana yayıldığı anlaşılan bu yıkıntı yapılar yeni yeni temizleniyor. Yolculuğa katılan her ülkeden arkadaşlarla, bu sınır ve gümrükten sadece bir oda büyüklüğünde küçük bir daire ve yanında çelik bir kafes bırakılmış olmasına şaşıyoruz.
Şaşkınlığımız, 100 metre ilerdeki sınırda kontrol yapan Gürcistanlı askerlere aldırmadan sınırın fotoğraflarını çekme cesaretini veriyor bize. Askerler, rahat hareketlerle ve hiç de acele de etmeden yanımıza geliyorlar, fotoğraf çekmememiz ve çekim yapmamamız için uyarıyorlar.
Halimizde memnunuz, yemekler bahane!
Tercümanımızla aralarında geçen konuşma ve şakalaşmalardan sonra, onları daha fazla kıramayacağımızı anlayarak görev yerlerine geri dönüyorlar. Sonra, bir nehir kenarında duruyoruz ve bizim için hazırlanmış tabldotlara kavuşuyoruz.
Birlikte olma, yeni şeyler öğrenme ve doğal yerler keşfetmenin heyecanıyla ne yediğimizin pek fazla bir önemi yok. Söylemesi ayıp, zaten soğumuş tavuk etimizle patates kızartmasına da kimse aldırmadı!
Bütün gezi boyunca, uygun yerlerde Gürcistan şarap ve birasını tatmak için alan faaliyetleri yürüten Reuters Ajansı'ndan emekli usta gazeteci Colin McIntyre'nin deneyimlerini paylaşmak ise sahiden çok keyifliydi.
Sermaye girmeden çevreci işi bitirsin
Başkent Tiflis'in göreceli canlılığını ayrı tutarak, bizim gezip gördüğümüz Gürcistan ekonomik krizden çok etkilenen, uzun süreli beklentiden de bıkmış bir ülke gibi.
Ancak kaldığımız kısa sürede bizde öylesi bir etki bıraktı ki, arayı fazla açmadan Gürcistan'a bir kez gitmek isterim. İnsanlarının doğallığını da paylaşmak istediğim bu ülkede, çevre örgütlerinin, sermaye bu yörelere el atmadan, gerekli çevre koruma yasalarının çıkarılmasına ön ayak olmasını da diliyorum. (EÖ/TK)