Suna ve İnan Kıraç Vakfı olarak kurduğunuz Pera Müzesi dolayısı ile sizi kutlarım. Size ait olan, değer verdiğiniz eserleri halkla paylaşmanız, kültür hayatına imkanlarınızla katkıda bulunmanız örnek alınması gereken bir davranış.
Öyle tahmin ediyorum ki bu girişiminiz hep saygıyla anılacaktır. Dileğim Pera Müzesi gibi örneklerin çoğalması. Umarım bir çok hayırsever sizin gittiğiniz yoldan gider, kültür ve sanat alanında yeni bir deneyim oluşur.
Bu müze için yaptığınız tercihler sizi ilgilendiriyor. Müzenin mimarisi, ne amaçladığı, içinde sergilenen koleksiyonların ve etkinliklerin neler olacağı, bu mekandaki bütün bu tercihler sizin bileceğiniz işler.
Sonuçta müzenin bir bölümünde sizin değerli eşinizle birlikte oluşturduğunuz koleksiyonlar da sergileniyor. Yaptığınız büyük yatırımın iyi sonuçlar vermesi için mutlaka en iyi danışmanları, uzmanları kullanıyorsunuzdur. Önemli olan birikimlerinizi kendinize saklamak yerine kamuya sunmanız. Hayırseverlik her zaman soylu bir davranıştır.
Burada benim asıl tartışmak istediğim Tepebaşı Sergi Salonları'nın bulunduğu platformu bir kültür merkezine dönüştürme girişiminiz. Bu girişiminizin de başarılı olmasını diliyorum.
Tepebaşı Sergi Salonları ve üzerindeki platform kentin merkezindeki en önemli kamusal mekanlardan biri. Çevresinde bir çok kültür merkezinin, kuruluşunun yeraldığı bu platform kente can verebilir.
Ama bunu sağlamak için bütün bu kuruluşların enerjisini buraya çekmek gerekir. Dolayısı ile bu proje Pera Müzesi gibi özel bir girişim olamaz. Projenin başarısı, kente bir şeyler vermesi, ancak kapsayıcı bir model geliştirilmesi ile mümkün olabilir
Kültür yalnızca para ve güç değil yaratıcı fikirler de gerektirir
Hepimizin bildiği gibi, İstanbul'un merkezindeki en önemli kamu alanlarından biri olan bu platform geçmişte çok kötü bir proje ile dönüştürüldü.
Daha sonra anlaşılmaz bir biçimde, İstanbul'da kültür etkinlikleri için böyle bir mekana muazzam bir ihtiyaç olmasına ve her yıl yüzlerce anlamsız projeye kaynak ayrılmasına rağmen, burası kent yönetimi tarafından uzun bir süre metruk bir halde bırakıldı.
Bu süreci dahi ne bir kimse tartıştı, ne de bir öneri geldi. Bu da gösteriyor ki bu dönüşümü ne tek başına kamu, ne de çıkar amaçlı kuruluşlar, şirketler sağlayamadı.
İstanbul'da kamu mekanlarının nasıl kullanılacağına dair önceliklerin, amaçların belirlenmesinde kentin "kültür sermayesi" fazla bir rol oynamadı.
Bunca kurumun katılma isteğine ve muazzam ihtiyaca rağmen bu sergi salonları kent yönetimi tarafından -kentin herhangi bir yerinde olabilecek bir biçimde- bir büroya dönüştürüldü ve bunun için dünyanın parası harcandı.
Kentin merkezindeki en önemli meydan dahi, büyük bir umursamazlık içinde bu büronun otoparkına dönüştü!
TRT ise elindeki binayı -kendi özel mülkü olarak- yıllardır depo olarak kullandı. Gördüğünüz gibi yaratıcı fikirler, kültür kuruluşları, bağımsız kurumlar tarafından temsil edilmedikçe, kamu tarafından da pek önemsemiyor.
Çünkü kültürel yaratıcılık, yalnızca para, güç değil, yeni fikirler ve profesyonellik gerektiriyor. Kültür açlığı, hepimizin bildiği gibi, "karın açlığı" gibi kolay hissedilen bir şey değil.
Kent yönetimi bugüne kadar bu kamu alanının amaçlarını ne belirlemiş, ne de açık bir eylem planı ortaya koymuş durumda. Oysa, şu anda bile bu mekanın kente enerji verecek bir biçimde kullanılabileceğini düşünmek için kahin olmaya gerek yok.
Gördüğünüz gibi bu değişimin henüz öznesi yok. Ne kamu tek başına bu rolü oynayabilir, ne de tek başına bir sivil girişim. Bu nedenle bu dönüşümü kendi fikirlerinizle, kendi amaçlarınızla sınırlandırmamanızı öneriyorum.
Bu aşamada amaçlarınız konusundaki bilgisizliğimi hoşgörüyle karşılayacağınızı umarak bunları söylüyorum.
Sizin başarıya ulaşmanız, inanıyorum ki kente çok şey kazandıracaktır. Bir açıdan bakarsak, vakfınızın işlevini bu platformu bir takım etkinliklerin sergileneceği bir yapıya, bir "kültür merkezi"ne dönüştürmek olarak görebilirsiniz.
Başka perspektiften bakarsanız, bu mekan kentin hayatını dönüştüren, zenginleştiren, enerji yaratan, kenti dünya ile buluşturan bir merkez olabilir.
Buradaki amaç bu kamu mekanına vakfınızın kendi damgasını vurması olmamalıdır.
Bu basit amaç, uzun vadede mutlak bir başarısızlık getirir.
Girişiminiz bağımsız bir gelişmeyi destekleyecek bir rol oynadığınızda başarılı olur
Tepebaşı'nda sizin yapmak istediklerinizin İstanbul için bir fırsat olabileceğini düşünüyorum. Ancak bu fırsatı kullanabilmeniz ve ayırdığınız kaynakların boşa gitmemesini sağlayabilmeniz için buranın nasıl dönüşeceğini, amaçlarınızı, yöntemlerinizi herkese göstermeniz gerekiyor.
Size önerim, bağımsız kültür kurumlarının yapması gerekeni yapmanız ve bu işi kendinizden bağımsızlaştırmanız. Biliyorum size bugüne kadar kültür konusunda yapılmamış bir işi öneriyorum.
Ama sizin bu girişimde başarılı olmanız, İstanbul'a çok şey kazandıracaktır.
Kentin merkezindeki bu kamu alanının yönetimini Pera Müzesi'ndeki gibi özelleştirirseniz, korkarım bu defa kamuya bir şey vermiş değil, kamudan bir şey almış olursunuz.
Böyle olması da, öyle tahmin ediyorum ki sizin isteyeceğiniz, amaçladığınız bir şey olamaz.
Bu konuda oldukça köklü bir deneyimimiz de var: Vakıflar kamunun yapması gereken ama yapmadığı bir işi yaparlar. Sizin kültür ve sanatla ilgili girişiminiz, özel bir girişim de olsa, sorumluluğunuz mekana uygun kamusal bir rol oynamanızı gerektiriyor.
Hayırseverliğiniz bu girişimi kendi özel alanınızdan kamuya taşımanızı ve süreci tamamen kamuya açık bir biçimde, sizden de bağımsız bir amaç müessesesi ile yürütmenizi zorunlu kılıyor.
İlk deneyimleri ortaya koymak her zaman kalıplaşmış işleri yapmaktan çok daha zordur. Ancak bu şekilde hareket ettiğiniz takdirde hem kültür ve sanatın kentle ilişkisi konusunda çok önemli bir rol oynamış olursunuz, hem de girişiminiz büyük bir başarı kazanır.
İstanbul'un güncel sanat ve kültürle buluşmasında tarihe geçecek bir rol oynamış olursunuz.
Önerilerim
Bu fikri geliştirmek için naçizane önerilerim ise şunlar:
Kısa vadede varolan yapılar dahi kolaylıkla kullanıma açılabilir. Burayı büro yapana kadar bunu yapmak, çok daha kolaylıkla mümkün. Bu nedenle dönüşüm ilk önce bir kavramsallaştırma süreci ile başlamalıdır.
O zaman bu mekanın gelecekte kazanacağı işleve ilişkin bir deneyim de üretilmiş olur. Bu nedenle mimarlık deyince akla hemen yeni bir "proje" yapmak gibi bir şey gelmemeli.
Mimarlıktan, özellikle kentle ilgili olan mimarlıktan artık başka şeyler anlaşılmalı. İstanbul gibi bir kentin mimarlıktan yararlanmasını istiyorsak, başka deneyimlerin sonuçlarını, simgelerini kopyalamaya değil, ele aldığı sorunsalı anlamaya ve dönüştürmeye çalışmalıyız.
Bu nedenle burada fikir olmadan, geliştirilmeden mimarlık tek başına çalışmaz. İlk önce bu mekanın neleri amaçlayacağı, bu mekanın kente neler kazandıracağı konusu yaratıcı fikirlere açılmalıdır.
Projeyi yapacak kişiler -ki bu konuda hem Belediye Başkanı'nın, hem de sizin çok titiz davranacağınızı tahmin ediyorum- bu amacı, programı gerçekleştirmek için görev almalı. Bu program ise bildik kapalı yöntemlerle ve sizin görev vereceğiniz insanlar tarafından oluşturulmamalı.
İstanbul 2010 için Avrupa Kültür Başkenti adayı. Bu hazırlık sürecinde sizin bu girişiminiz yol gösterici olabilir ve çalışma çok kısa sürede hayata geçebilir.(KG/EÜ)