Başka bir pencereden bakalım…
Cumhurbaşkanı Kararı: İstanbul İli, Fatih İlçesinde Bulunan Ayasofya Camii'nin Müzeye Çevrilmesi Hakkındaki 24/11/1934 Tarihli ve 2/1589 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı, Danıştay 10. Dairesi'nin 2/7/2020 Tarihli Ve E: 2016/16015, K: 2020/2595 Sayılı Kararı ile İptal Edildiğinden, Ayasofya Camiinin Yönetiminin 22/6/1965 Tarihli Ve 633 Sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 35 inci Maddesi Gereğince Diyanet İşleri Başkanlığına Devredilerek İbadete Açılması Hakkında Karar (Karar Sayısı: 2729- R.G. 10.07.2020-31181 (Mükerrer) Kabul Tarihi: 10.07.2020)
Danıştay 10. Dairesi 2 Temmuz 2020 tarihli kararı ile “Dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının İPTALİNE” ve “Bu kararın tebliğ tarihini izleyen otuz gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere, 02.07.2020 tarihinde oybirliğiyle” karar vermiştir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine göre; Danıştay 10. Dairesi'nin 02. 07.2020 tarihli kararıyla davayı kaybeden Cumhurbaşkanı Ayasofya kararını temyiz etmemiş, ibadete açılmasına karar vermiştir.
Cumhurbaşkanının 2729 sayılı Ayasofya’nın ibadete açılması kararının tarihi 10.07.2020’dir.
Danıştay’da dava açıldığında Hükümet Sistemi ve Başbakanlık vardı. Dava karara bağlanmadan önce hükümet sistemi değişti ve davada Davalı; Cumhurbaşkanlığı (Başbakanlık) oldu.
Davacı, Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği, Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması amacıyla Ayasofya’nın müzeye çevrilmesine ilişkin 24/11/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulunun kararının iptali için Başbakanlığa 31.08.2016 tarihinde başvuruda bulunmuştur. Başbakanlığa bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü İstanbul 1. Bölge Müdürlüğü 19.10.2016 tarih ve 27882 sayılı yazısıyla “Ayasofya Camii’nin müze olarak kullanımının devam ettiği” gerekçesiyle talebi reddetmiş ve yazı Derneğe 24.10.2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Dernek, 20.12.2016 tarihinde Başbakanlığa dava açmıştır.
31.08.2016’da Başbakanlığa başvuru yapıldığı ve davanın açıldığı 201.12.2016 tarihinde 65'inci Hükümet görevdedir, Başbakan Binali Yıldırım’dır (24.05.2016-10.07.2018).
Danıştay kararında dava taraflarının iddia ve savunmalarına yer verilmiştir.
Davacı; Ayasofya Camii'nin müzeye çevrilmesine ilişkin 24/11/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının üzerindeki Atatürk imzasının kriminoloji laboratuvarında incelettirilmesi, kararda imzaları bulunan bazı bakanların karar tarihinde Ankara dışında olduklarının Meclis tutanakları ile sabit olduğu, Bakanlar Kurulu Kararındaki imzaların gerçekliğinin grafolojik yönden incelenmesi gerektiği, 1924 Anayasası’nın 52. Maddesi gereğince kararnamelerin Resmî Gazete’de yayımlanması ve Danıştay’ın incelemesinden geçirilmesi gerekirken bu şartlara uyulmadığı, Ayasofya'nın tapu kaydında "müze" değil, "cami" ifadesinin yer aldığı ve UNESCO'nun resmi internet sitesinde müze olarak tanımlanmadığı, vakıf malı olan Ayasofya'nın vakfiyesine uygun bir şekilde cami olarak kullanılması gerektiği, vakfedenin iradesine aykırı hareket edildiği, Ayasofya’nın Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsisine yönelik alınmış bir karar bulunmadığı ileri sürülerek, Bakanlar Kurulu Kararının iptali istenilmiştir.
Davalı Başbakanlık (kapatılan - idarenin) Savunmasında; 1934 yılında yürürlüğe konulan Bakanlar Kurulu Kararına karşı yıllar sonra dava açılamayacağı, davanın süresinde olmadığını; davacının Başbakanlığa ve diğer kurumlara Ayasofya ile ilgili olarak zaman zaman başvurularda bulunduğu, davaya esas başvuru içeriğinin bir öncekinden farksız olduğu, Bakanlar Kurulu Kararının iptali hususunda muhtelif davalar açıldığı, yine aynı işleme karşı davacı tarafından daha önce açılan davanın reddedildiği ve bu kararın kesinleştiği ileri sürülmüştür.
İşlem hakkında kesin hüküm bulunduğu; Ayasofya Camii'nin 1470 tarihli Mehmet Han-ı Sânî Bin Murad Han-ı Sânî Vakfı vakfiyesinden olup tapunun 57 pafta, 57 ada, 7 parselinde “türbe, akaret, muvakkithane ve medreseyi müstemil Ayasofya’yı Kebir Camii Şerifi” olarak kayıtlı olduğu, söz konusu Vakfın tüzel kişiliğe sahip bir mazbut vakıf olduğu ve Vakıflar Genel Müdürlüğünce temsil ve idare edildiği savunulmuştur.
Devlet idaresinin en yüksek karar organı olan Bakanlar Kurulunun idare alanında genel karar organı olduğu, Anayasa ve kanunlarla kendisine ayrıca ve açıkça yetki verilmemiş olsa bile, idare alanında “kanuna dayanmak” ve “Anayasaya ve kanunlara aykırı olmamak” şartıyla istediği her işlemi yapmak konusunda yetkili olduğu; Ayasofya’nın tahsis ve kullanım şeklinin değiştirilmesinin yürütmenin takdirinde olduğu, ulusal ve uluslararası koşullar ile iç hukukumuz çerçevesinde Bakanlar Kurulunca bu konuda her zaman karar alınabileceği, Bakanlar Kurulu Kararında yer alan imzaların sahte olduğu iddiasının gerçeği yansıtmadığı öne sürülerek, davanın reddi gerektiği savunulmuştur (Danıştay 10. Daire. Esas 2016/16015, Karar 2020/2595, Tarih 02.07.2020 Gerekçeli Karar Sayfa 1-2).
Danıştay Savcısı ise davanın hem usul ve hem esas yönünden reddedilmesi gerektiği kanaatindedir.
Bakılan bu davanın açılmasından önce, aynı istemle dava açıldığını, davanın Danıştay 10. Dairesi'nin 31/03/2008 tarih ve E:2005/127, K:2008/1858 sayılı kararıyla esas yönünden reddedildiğini ve kararın Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun 10/12/2012 tarih, E:2008/1775, K:2012/2639 sayılı kararıyla değişik gerekçeyle onandığını ve davacının karar düzeltme isteminin de 06/04/2015 tarih ve E:2013/3803, K:2015/1193 sayılı kararla reddedildiğini belirtmiştir. Bu durumda, davacının 24/11/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararından en geç yukarıda anılan davanın açıldığı tarihte haberdar olduğunu ve sonradan dava hakkı doğuracak nitelikte yeni bir hukuki durumun da ortaya çıkmadığı dikkate alındığında bakılan davanın süre aşımı nedeniyle incelenmesine olanak bulunmadığı düşüncesindedir.
Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Genel Konferansınca 16 Kasım 1972 tarihinde Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme'nin kabul edilerek 23.05.1982 tarih ve 8/4788 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla onaylanarak, 14.02.1983 tarih ve 17959 sayılı Resmî Gazete ‘de yayınlanarak onaylandığına dikkat çeken Danıştay Savcılığı;
“Söz konusu Sözleşme hükümlerinin bir gereği olarak oluşturulan Dünya Miras Listesi, UNESCO'ya bağlı Dünya Miras Komitesi tarafından kültürel bir miras niteliği taşıyan İstanbul’un tarihi alanları 6.12.1985 tarihinde Dünya Miras Listesine dahil edilmiş ve İstanbul'un tarihi alanlarının en önemli parçalarından biri olan ve ortak miras olarak kabul edilen evrensel değerlere sahip Ayasofya'nın, müze olarak kullanılması idarenin takdir yetkisi kapsamındadır ve dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.” Ayrıca, Davacının Atatürk imzasının kriminoloji laboratuvarında incelettirilmesi istemine karşılık “Dosyanın incelenmesinden, T.C. Başvekâlet Kararlar Müdürlüğünce 14/11/1934 tarih ve 94041 sayılı Tezkere uyarınca İcra Vekilleri Heyetince kararnamenin hazırlandığı ve onaya sunulduğu, Cumhurbaşkanınca Kararnamenin imzalandığı, müzenin 01/02/1935 tarihinde faaliyete geçtiği göz önüne alındığında Cumhurbaşkanının iradesinin oluşmadığından söz edilemeyeceğinden iddianın incelenmesi istemi yerinde görülmemiştir.”
Özetle Başbakanlık gibi Danıştay Savcısı da davanın reddi gerektiği düşüncesindedir.
Danıştay 10. Dairesi 2.7.2020 tarihli kararı ile Bakanlar Kurulu Kararının iptaline, kararın tebliğ tarihini izleyen otuz gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere karar vermiştir.
Karar içeriği ayrı bir yazının konusudur. Sonuçları ise Dünyanın ve Türkiye’nin “sürekli” gündemidir ve sürekli gündemde kalacaktır.
24 Haziran 2018 tarihinden itibaren “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi” adı verilen bir sistem 9 Temmuz 2018 tarihinde yürürlüğe girdi. Başbakanlık kapatıldı ve Başbakan Binali Yıldırım’ın görevi 10 Temmuz 2020 tarihinde sona erdi. Bu yüzden Danıştay kararında Başbakanlık için (Kapatılan) yazılmıştır ve davalı taraf Cumhurbaşkanı olmuştur.
Cumhurbaşkanı kararı temyiz etmemiştir. Ki; 10 Temmuz 2020 tarihli kararı ile Ayasofya’nın Diyanet İşleri Başkanlığı'na devretmiş ve “ibadete açılmasına” karar vermiştir.
Danıştay 10 Dairesi'nin 5 üye yargıcı tarafından verilmiş olan karar kesinleşmiştir. Eğer Cumhurbaşkanı temyiz etmiş olsaydı, Danıştay 10. Daire kararı on beş üyeden oluşan İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından temyiz yoluyla incelenerek denetlenmiş olacak ve yeniden bağlanmış olacaktı.
Böylece 2016-2018 yıllarında (şimdi kapatılmış) Başbakanlığın “davanın reddi” görüşünden Cumhurbaşkanı vazgeçmiştir. Bir başka anlatımla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde davalı Cumhurbaşkanı davayı kaybetmiştir. Karar aleyhine çıkmıştır. Dava kaybedilmiş olmasına rağmen, davacının davasını kabul eden Danıştay 10. Dairesi gibi düşündüğü için olsa gerek; Cumhurbaşkanı verdiği kararla temyiz hakkını kullanmamıştır.
Bu dava; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde davalı sıfatıyla Cumhurbaşkanının ilk derece mahkemesi olarak karar veren Danıştay Daire kararını temyiz etmeyebileceğine dair örnektir. Temyiz etmemek yoluyla bu karar veya kararlar kesinleştirilebilir; temyiz etmeye karar verme hakkı ve yetkisi Cumhurbaşkanına aittir.
Soru safça gelebilir, gülümsemeyle karşılanabilir.
Acaba Cumhurbaşkanı kararı temyiz etmeli miydi? (Fİ/RT)