Pazartesi günü itibariyle tüm üniversitelerde yeni dönem başladı.
Üniversiteliler, geçtiğimiz dönem birçok sorun ile yüzleşmişti.
Artan eğitim masrafları üniversite gençliğinin ana gündem maddelerinden biriydi. Harç ücretlerinden ders kitaplarına, yurt ücretlerinden yemekhane fiyatlarına birçok temel ihtiyaca ulaşmak her geçen gün daha da zorlaştı.
Buna karşılık KYK bursu günlük yüz liraya çıkartılırken, asgari ücret ise 22 bin gibi açlık sınırına yakın bir düzeyde bırakıldı. Müjdeler ile açıklanan bu zamlar öğrencilerin eline geçmeden eriyip gitti.
Üniversite yönetimleri, yeni dönem öncesi KYK bursuna gelen zam oranında yemekhane ücretlerini arttırdı.[1] Zorlu zamanlar geçiren belediyeler de toplu taşıma ücretlerine zam yapmayı ihmal etmedi.[2]
Bu dönem de benzer sorunların sürmesi hatta yenilerinin eklenmesi işten bile değil.
Ancak sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim: Bu tabloyu ancak üniversitelilerin tutumu tersine çevirebilir.
Her yanı ile ayyuka çıkmış bir dönem
Geçtiğimiz dönem öğrencilerin tek sorunu geçim kaygısı değildi elbette.
KYK’ya bağlı devlet yurtlarında da sorunlar baş gösterdi. 6 kişilik odalarda konaklamaya itilen üniversiteliler hijyenik olmayan koşullardan şikâyet ediyordu. Yemeklerden çıkan böcek vb. şeyler TBMM gündemine kadar gitti. Kocaeli’de iki üniversite öğrencisi yemekten çıkan taş sebebiyle dişini kaybetti. Gençlik ve Spor Bakanı verilen soru önergelerini yanıtsız bırakmıştı.
Üniversiteli kadınlar açısından daha da kötü bir dönemden bahsedebiliriz. Tüm bu problemlerin yanında taciz, şiddet, kadın cinayetleri gibi sorunlarla yüzleşen kadınlar, öğrenci hareketinin seyri açısından da belirleyici rol oynadı. Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner'in 4 Ekim 2024’te İstanbul'da katledilmesi üzerine ülkedeki birçok üniversitede eylemler gerçekleşti. Bu eylemler tekil bir olayın sonucu değil, öğrencilerin biriken öfkesinin bir yansıması idi aynı zamanda.
Üniversitelilerin mücadelesi karşısında iktidar ve atadığı rektörler de boş durmadı. Birçok öğrenci kulübünün faaliyetleri engellendi. İstanbul Aydın Üniversitesi’nde Kadın Araştırmaları Kulübü, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde Doğa Dostu Topluluğu kapatıldı. Birçok üniversite öğrencisine soruşturma açıldı. Güvenlik güçleri öğrencileri tehditler ve aile aramaları ile yıldırmaya çalıştı.
Bütün bu sorunların siyasi sebeplerine karşı mücadele eden gençler de cezalandırıldı. Dersim’de kayyum protestolarına katılan bir genç kaldığı yurttan atıldı. SGDF üyesi birçok sosyalist tutuklandı.[3]
İhtiyaç burs, çözüm işçileştirme
Bu dönem başlarken de iktidar, üniversitelileri işçileştirmekte ısrarlı olduğunu kanıtladı.
Hali hazırda her dört öğrenciden birinin tam ya da yarı zamanlı çalıştığı ülkemizde İŞKUR, Gençlik Programı'nı duyurdu.
Tecrübe kazanma olanağı adı altında üniversiteler ile iş birliği yapılan programa 6 günde 242 bin 391 öğrenci başvurdu. Cumhurbaşkanı ise programa ayda 5 gün katılacak öğrencilere 5 bin 415 lira, 14 gün katılacaklara 15 bin 162 lira destek verileceğini açıklamıştı.
Programa hane geliri asgari ücretin üç katının altında kalan öğrencilerin katılabileceği duyurulmuştu.
Öğrenciler ablukada
Sosyal olanakları giderek daralan öğrenciler, kampüs içerisinde de ablukaya alınmış desek yeridir.
Bilim, sanat ve felsefe üreten özerk alanlar tesis etmekle mükellef Cumhurbaşkanı, 44 üniversitede dezenformasyonla mücadele kulübü açmakla övünüyor.[4]
Etkinlik için yer ve bütçe alamayan üniversite kulüpleri, ÜNİDES Projesi ile destek almak için otosansürün egemen olduğu etkinlikler yapmaya teşvik ediliyor.
Öğrenciler “terörist” olarak nitelendirilip hedef gösteriliyor. Giderek daha fazla alan açılan faşist gruplar kampüslerde öğrencilerin dayanışmasını engellemeye çalışıyor. ODTÜ, YTÜ ve Marmara Üniversitesi gibi birçok kampüste öğrencilere saldırıyor.[5]
Boğaziçi Üniversitesi’nde EspressoLab’in türevine hayır diyen öğrencilerin kartları iptal ediliyor. AYM kararına rağmen öğrencilerin kampüse girişi yasaklanıyor.[6]
Kötü günler geçti, daha kötü günler mi kapıda?
Bütün bu tablo karşısında umutsuzluğa kapılmak oldukça olası. Ancak bu ablukayı dağıtmanın da bir yolu var elbet.
İstanbul Aydın Üniversitesi’nde kapatılan Kadın Araştırmaları Kulübü karşısında oluşan kadın dayanışmasını hatırlayalım. Bilkent Üniversitesi’nde ring seferlerinin eski haline getirilmesi için günlerce direnen öğrencileri veya.
Umudu yeşertmek için ihtiyacımız olan şey yalnızca elde ettiğimiz kazanımlar da değil.
Yıldız Teknik Üniversitesi’nde gerici grupların dağıttığı yılbaşı ağacını defalarca yeniden süsleyen, Sırbistan’da birçok bakanı istifaya götüren, Zeren Ertaş hayatını kaybettiğinde sokaklara dökülen de gençliğin kendisiydi.
Birçok baskı ve yasağa rağmen kaygılarını bir kenara bırakan üniversiteliler, yarın kendi başına da gelebileceği için dur dedi olanlara. Bu dönem de aynı ikilem devam ediyor. Sorunlarla birlikte baskı sopası da büyüyor.
Peki üniversiteliler harekete geçmek için daha fazla arkadaşını mı kaybetmeli? Öğrenciler sadece arkadaşları katledildiğinde mi ses çıkartacak? Tabii ki de hayır.
Büyüklerimizin anlattığı üniversite anılarını dinleriz bazen. 68’ kuşağından Gezi kuşağına kitlesel, kazanımlar elde eden mücadele deneyimlerini anlatırlar.
Öyle ki bugün üniversite yemekhanelerinde maliyetin önemli bir bölümünün bütçeden karşılanması dahi Denizlerden kalan bir kazanımdır. Sadece adı kalsa da öğrenci temsil konseyleri de 78 kuşağının mirasıdır.
Aslında, bugün bizler mücadele etmediğimiz için üniversiteliler KYK yurtlarında ölüme sürükleniyor. Katiller tarafından canice öldürülüyor.
Eğitim ve öğretimin devletin başta gelen ödevlerinden olduğu anayasada bile yazıyor. Ancak neoliberal ideolojinin yaydığı bireyci perspektif, her şeyden kendimizi sorumlu tutmamıza neden oluyor. Yine aynı ideolojik abluka, bugün bizleri yalnızca ucu bize dokunduğunda hareket etmeye sevk ediyor.
Oysa okurken çalışmak zorunda kalmamak, geleceğimizi kazanmak veya daha fazla üniversitelinin okurken ölmemesi… Bunlar ne kadar örgütlü olduğumuza bağlıdır bence. Bizden önceki kuşakların birikiminden bu sonuç çıkıyor.
Bu yüzden bütün korku ve kaygılarımıza rağmen en güvenli mücadele yöntemlerini ve en kalıcı mücadele mekanizmalarını oluşturmak zorundayız. Yeni dönemde bütün bilinçli üniversite öğrencileri böyle bir dersi seçmeli.
Cemal Süreya’nın 555K[7] şiiri ile bitirelim:
Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.
(AV/EMK)
[1] https://bianet.org/haber/bogazicinde-yemekhaneye-zam-krizin-yuku-yine-universite-ogrencilerine-304205
[2] https://bianet.org/haber/istanbul-da-toplu-tasimaya-zam-aylik-tam-abonman-2-bin-120-tl-303633
[3] https://bianet.org/haber/34-esplinin-tutuklanmasi-onceden-alinan-kararlar-okundu-303978
[4] https://bianet.org/haber/dezenformasyonla-mucadele-kulupleri-nasil-ortaya-cikti-ne-amaclaniyor-304133
[5] https://bianet.org/haber/marmara-universitesindeki-siddet-meclis-gundeminde-304255
[6] https://bianet.org/haber/bogazici-universitesi-ogrencilerine-3-gunluk-kampuse-giris-yasagi-304619
[7] 1950’lilerin sonunda Ankara’daki üniversite öğrencilerinin Demokrat Parti iktidarına karşı örgütledikleri korsan eylemin parolası. 5’inci ayın 5’inde, saat 5’te Kızılay’da anlamına geliyor.