De ki: “Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah aydınlığının Rabbine sığınırım.”
Roman Felak Suresi ile başlıyor ve kitabın büyük bölümünde İslamiyetin o egzotik ve mistik kokusunu alıyoruz. Sanıyorum ki yazılmadan önce titizlikle üstünde çalışmışsınız Kuran-ı Kerim’in. Kuran’ın Nisa Suresi 34. ayetinde ‘’Erkekler, kadın üzerine idareci ve hakimdirler'’ buyruluyor, surenin genelinde kadın sürekli erkek üzerinden haklara tabi tutuluyor; romanda ise ‘’Çünkü bir erkek bir kadının nefesi kadar'’ diyorsunuz. Nasıl yorumladınız Kuran’ı ve böyle bir kanıya vardınız?
İslam dünyasına bakınca şunu görüyorum: Kuran-ı Kerim bambaşka kalplerin aynası olabiliyor. Öldürmek, nefret etmek isteyenin de, sevmek ve hayret etmek isteyenin de. Ne kadar kalp varsa o kadar Kitap var yani bir bakıma. Ben sadece Kuran-ı Kerim'den yola çıkarak yazmadım kitabı. "Bir erkek bir kadının nefesi kadar" derken daha çok hayata bakarak konuşuyorum diyelim.(Gülüyor)
Kitapta sizinle birlikte dört kadın karakter var. Romanı okurken diğer üç karakterin de içlerine serpilmiş Ece'ler gördüm doğru mudur?
Anna Karenina Tolstoy ise ben de bu romanda olmalıyım. Bir süredir şunu düşünüyorum. Genel kanaat yazarın başkalarının yerine kendini koyabilmek için yazdığıdır. Oysa sanırım tam tersi de doğru: Tolstoy Anna Karenina'yı kendi yapmak için de yazıyor. Ben de başkalarını kendim için yapmak için yazıyorum. Sanırım insanoğluyla ancak yazarak yakınlık kurabiliyorum. Bu, benim insanlarla arkadaş olma yöntemim belki: onların hikayesini yazarak onlarla "bir" oluyorum.
Diğer karakterlere nazaran kendinizi biraz daha sınırlamışsınız, çok da derine inmeden anlatmışsınız. Yok mudur Ece Temelkuran’ın da hayatında böyle farklı hikayeler?
Bunlar ne ki! (Gülüyor) Daha neler var benim hikayelerim arasında. Kendimi aslında olması gerektiği kadar anlattığımı düşünüyorum. Ama kitabın başındaki epigraf önemli. Coetzee'den yaptığım ve kadın yazara dair merakı anlatan alıntı kitaptaki "ben" karakterinin nedenini yeterince anlatıyor. Ben'i mi istiyorsunuz? Alın size ben! Biraz böyle bir yanı var.
Kitapta Madam Lilla ‘’sizi bir ömürlük kimse almaz’’ diyor, peki siz kimseyi bir ömürlük kabul eder misiniz hayatınıza?
Güzel soru! Düşüneyim (Uzun uzun düşünüyor). Bilemedim! (Gülüyor)
Bir de iç bahçenize iyi bakmıyorsun diyor sizin için. Mesleğiniz gereği dışarıyı gözlemlemekten kendinizle ilgili ihmal ettiğiniz konular var mı?
Herkes kadar. Zamanını daha derinlemesine kullanan ve insanlara daha çok yardım edebilen bir insan olmayı ıskaladım gibi hissediyorum.
Takip ettiğimiz kadarıyla çocukları çok seviyorsunuz, kıyamıyorsunuz onlara bu romanınızda da bunu görüyoruz. Hatta avukatlık mesleğinizi bile sadece Diyarbakırlı çocuklar için bir kere yapmıştınız. Peki Ece Temelkuran bir çocuk sahibi olmak istemez mi?
Bu bakımdan tesis ve altyapı yetersizliğimiz var. (Gülüyor) Üzerine plan yapılacak bir konu değil bu. Yani... Neyse...
Şimdi de kitap üzerinden gündeme dönelim. (Gülüyor)
Her bir katliamda bir parça koparılır bu ülkenin kalbinden...
Kitapta tam Türkiye’ye dönecekken bir haberle (gazeteci tutuklamaları) dönmekten vazgeçmek zorunda kalıyorsunuz ve hikaye başlıyor. O zaman gerçekten kendiniz için endişelendiniz mi? Ve şu an hala devam eden bir durum bir çok gazeteci içeride siz bu dönemi nasıl yorumluyorsunuz?
Sanırım benden çok benim için başkaları endişelendi. Birçok meslektaşımız hapishanede. Ve hep birlikte böyle bir şey yokmuş gibi yapmayı çok iyi başarıyor ülke. "Büyük düşünmek" için birkaç genç gazeteci kurban verilmiş, çok mu! Böyle düşünüyor olmalılar. Oysa bir ülkenin günahları hiç silinmez, yakasını da bırakmaz.
Şimdi bu ülkede biriken deliliğin, öfkenin, nefretin 1915'ten kalan bir yanı vardır. Dersim'den, Maraş'tan, 1980'den, Fatsa'dan, Denizlerden... Her bir katliamda bir parça koparılır bu ülkenin kalbinden. Sonda bu ülkenin niye kalpsiz olduğuna şaşmasın kimse. O gazeteci çocuklar da, içerideki öğrenciler de bu ülkenin kalbinden koparılmış bir parçadır.
Peki gerçek hayatta böyle bir yolculuğa çıkar mıydınız?
Çıktım ya işte! (Gülüyor)
Kitaptaki Amazirler ile Kürtlerin hikayelerini birbirine çok benzettim. Şu anki barış sürecini ve görüşmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu kitapta Uludere var. Battaniyeye sarılmış ölü çocuklarla ilgili bölüm Amazirler kadar Kürtlerle de ilgilidir. Bu sürece barış süreci demek benim için zor biraz. Herkes umutlu, o yüzden kimsenin canını sıkmamak için bu konuda konuşmak pek istemiyorum. Ama Sinop'ta, Samsun'da olanlar "Kürt Açılımı" başlarken söylediğim "Esas bu ülkeye Türk açılımı lazım" cümlemi haklı çıkarıyor maalesef. Sadece şunu söyleyeyim: Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), toplumsal barıştan yana ise Barış ve Demokrasi Partili (BDP) vekillerin yanında dört de AKP'li vekil olmalıydı. Habur'da da yalnız bıraktılar BDP'lileri, burada da. Hep diyorlar ya "Kürtler samimi mi?" Benim merak ettiğim AKP samimi mi?
Tekrar köşe yazacak mısınız, yoksa şu anki durumdan memnun musunuz?
Bundan sonra her Pazartesi yazacağım Birgün'de.
Ece Temelkiran artık eskisi kadar twitter'da aktif değil deniyor, siz ne dersiniz?
Twitter bir gaz alma yerine dönüştüğünden beri canım sıkılıyor. Gerektikçe yazıyorum. Bir işe yarayacağını düşündüğüm zaman. Bence bu kadarı yeter. Benim eskisi kadar hiçbir konuda konuşasım yok. Daha derinlikli şeyler yazasım var. (İKA/BA)