Yukarıdaki cümleyi özellikle uzun ve çetrefil tuttuk. Çünkü, ülkenin çeşitli kesimlerinde "bileşik kaplar" kuralı gereği yaşanan yozlaşmanın/bozulmanın birçok öğesini içeriyor. Aslında, 2002 Ekim'inde Türkiye'nin tablosunu daha iyi yansıtabilmek için haberin öteki unsurlarını da eklemek gerekir.
Sorgulanıyor
Bu arada kimi yazarlar tarafından "televole medyası" sorgulanmaya başlandı. Hürriyet'in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün, bir süre önce MİT (Millî İstihbarat Teşkilatı) yetkililerinin bazı gazetelerin yöneticileriyle yaptığı görüşmede "televole kültürü"nün tehlikeli boyutlara ulaştığını anlatarak, duydukları endişeyi belirttiklerini yazması, tartışmanın çerçevesini genişletti.
Sorun, Derya Tuna'nın vurulması olayı ile sınırlı değildi. Sorun, giderek yaygınlaşan ve "televole gazeteciliği" diye anılan hafif magazinciliğin toplum üzerindeki etkisiydi.
Gazeteler, özellikle de televizyonlar "arz-talep" kuralı uyarınca hareket ediyorlar; daha çok okur, daha çok izleyici getirdiği gerekçesiyle "magazin"e ağırlık veriyorlardı. Magazinden anlaşılan ise, mankenlerle, belli "sanatçı"larla ve "sosyete" diye anılan bir çevreyle sınırlı kalıyordu, ya da bunlar öncelik ve ağırlık taşıyordu.
MİT'in uyarısıyla da olsa, "medya"nın bu konu üzerinde düşünmeye başlaması ve hele yapabilirse, kendini sorgulamaya geçmesi olumlu bir gelişme sayılabilir.
Televolenin iki yüzü
"Televole kültürü"nün iki yüzü var. Birincisi, "televole medyası"nın yansıttığı yaşamın kaynakları, ki bu toplumbilimcilerin alanına girer. İkincisi ise, medyanın televoleci türü magazinciliğe yönelmesi.
Bizce bu yönelişin kaynağında başlıca iki neden görülüyor.
Birinci nedenin "tarihsel" bir gelişi ya da çıkış noktası var. O da zaman zaman askeri darbeler ve müdahalelerle olağanüstü dönemlerin yaşanması. Bu dönemlerde, yasakçı anlayış egemen kılındığı için, başta siyasal konular olmak üzere, egemen çevreleri rahatsız edecek "ciddî" haberlerin yayınlanması, araştırmacı gazetecilik yapılması belli bir tehlike taşıyordu.
Bu anlayışa boyun eğilmesiyle, basında spora paralel olarak magazin haberciliği gelişmeye başladı ve giderek "televole" çığırını açtı. Toplum da bu çığır içinde kendini bulunca rahatladı, kabul etti, benimsedi, özendi.
Magazinciliği özendiren, belki daha doğru bir deyişle, magazinciliğe yönlendiren ikinci neden ise, medyanın yapısından ve ilişkilerinden kaynaklandı. Medya sermayesinin gerek ekonomideki gerek siyaset dünyasındaki ilişkileri, bazı haberlere, sansür demeyelim "iç sınırlama" getirdi. Bazı haberlerin, sermayenin ilişkileri nedeniyle sakıncalı görülüp yayınlanmamasından daha çok, "böyle bir haberin" yayınlanmasının sakıncalı görüleceği inancıyla muhabirler tarafından zaten yazılmadığı ve o sakıncalı alanlara yönelinmediği ayrı bir gerçektir. Bu gerçeğin, yer yer ve zaman zaman o hale geldiği görülmüştür ki, patronun herhangi bir müdahalesi ve telkini olmadığı halde "kraldan fazla kralcı" davranan gazetecilere rastlanmıştır.
Böyle bir yaklaşım ve alışkanlık, magazinciliğe ya da televoleciliğe yönelmenin alt yapısındaki nedenlerden birini oluşturdu. Bir de buna toplumdaki "talebi" eklerseniz, 2002'de varılan noktaya şaşırmamak gerekir.
İşte nihayet, varılan "noktanın" sorgulanma "noktasına" gelindiğinin belirtilerinin görülmesi, memnuniyet vermelidir.
Bir olumlu gelişmeyi de not etmeliyiz.
Güzellik yarışmalarında 1995'te dereceye giren gencin intiharı çoğu gazetede ve elbet televizyonda tam bir magazin havasında geniş geniş yer bulurken Milliyet ve Radikal gazetelerinin haberi yayınlamayışı dikkat çekti. Ardından aynı grubun (Doğan Grubu) televizyonlarından Kanal D de, özendirici olmaması için intihar haberlerini yayınlamayacağı açıkladı. Fakat grubun öteki yayın organlarından benzeri bir açıklama gelmedi.
Bu tür farklılıkları doğal ve çok sesliliğin gereği saymalı. (NG/NH)