TGC ile KAS'ın düzenlediği “Gazetecilik ve Nefret Söylemi” konulu panelin ikinci konuşmacısı Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya Bölümü Başkanı Prof. Dr. Orhan Tekelioğlu idi.
“Televizyon Dizilerinde Nefret Söylemi” adlı konuşmasına, baskılamalarda ve ötekileştirmelerde göçün öneminden bahsederek başlayan Tekelioğlu, Türk Dil Kurumu’na (TDK) yakın olan kişilerin Türkçeyi yozlaşmış olarak görmesinin, Türkiye’deki elit formasyonların nasıl ayrıştığını, nasıl rahatsız olduğunu gösterdiğini belirtiyor.
Bu ayrışmanın sonuna gelindiğini belirten Tekelioğlu, duruma somut örnek vermek amacıyla, yetmişli yıllarda var olan “hanzo” deyiminin Türkiye’den Almanya’ya göç etmiş olan ‘Almancılar’ için kullanılan aşağılayıcı bir deyim olduğundan bahsediyor. Bu aşağılanma Euro Türklerin yükselmesi ile artık günümüzde kullanılmıyor ve unutulmuş durumda.
“Maganda” kelimesi ise Recep İvedik tarzı filmlerle adeta tatlı veya espri konusu olabilecek bir şeye dönüşmüş durumda. Tekelioğlu, bu tarz filmlerin sinemadan çok televizyon ile iç içe olduğunu, bunun sebebinin ise sinemada gösterimden kalkan bir filmin defalarca televizyonda yayınlanması ile alakalı olduğunu söylüyor.
Türkiye’de stand-up veya sitkom gibi karakterlerin her hafta aynı kaldığı ürünlerden çok, öyküsü ve stili sinema filmine benzeyen televizyon ürünleri tercih ediliyor. Diziler adeta ‘sürdürülmüş filmler’ gibi. Türkiye’de sinema ile televizyonun iç içe olduğunu söylemek bu bakımdan da mümkün.
"Dramatik dizi gibi sunulan haberler"
Sinema endüstrisinin doğrudan televizyonda gösterimi olan çok az ülke olduğunu düşündüğünü belirten Tekelioğlu, bir dizi başarılı olduğu takdirde ‘prime time’ yani 20.00-23.00 arası olan televizyonun ‘altın saatlerini’ tümüyle kapladığını söylüyor. Buna bağlı olarak habercilik anlayışı da değişiyor.
“İki üç adet haberin yayınlandığı, dramatik, dizi gibi sunulan haberler ortaya çıkıyor. Habercilik anlayışının magazin ve eğlence ile iç içe geçtiği bu haber sunumu ise etik açıdan çok problemli bir şey.”diyen Tekelioğlu, televizyonculuğun bir zamanlar tekeli olan TRT’nin şimdilerde özel kanalları taklit ederek var olmaya çalıştığını söylüyor.
‘Özel yayıncılık’ denildiği zaman ise akıllara çok sesli, özgürlükçü bir yayıncılık gelmiyor. Aksine çok muhafazakâr, baskılayıcı, ötekileştirici bir şey ama aynı zamanda çok iyi para kazanılan ve birçok açıdan çok ilginç bir televizyon ortaya çıkıyor.
İki tür televizyon formatının birincisini ‘Biri Bizi Gözetliyor’, ‘Var Mısın Yok Musun’, ‘Çarkıfelek’ gibi “reality showlar” olarak tanımlayan Tekelioğlu, bu tür programları sokaktaki insanların çok rahat bir şekilde, para ödemeden yer alabileceği ve onların hayatlarının sergilendiği şovlar olarak tanımlıyor. Bu yarışmalarda önemli olan şey, katılan yarışmacının yarışmanın vaad ettiği paraya veya hediyelere ihtiyacının olup olmadığının değerlendirilmesiydi. Bu sayede televizyon bir yardım dağıtma ritüeline dönüştü. Durumu antropolojik açıdan ele alan Tekelioğlu, bunu kabile liderlerinin büyük bir av partisinden sonra mallarını halka dağıtmasına benzetti. Bu durumda Acun Ilıcalı gibi kişilikler de ‘Survivor’ gibi yarışmalarda kabile reisi olmakta.
Tekelioğlu bu programları yeni bir Türkiye gerçeğinin gün yüzüne çıktığı şovlar olmakla beraber, “çok kolay bir şekilde zengin olamayacak, kutsal yükselme merdiveninde yer almayacak kişileri asansörle aşağıdan yukarıya taşıma programları” olarak değerlendirdi. Çok başarılı bir şekilde işleyen bu programların bir benzeri de izdivaç programları. Bu tip programlarda yabancı gelin adayları, erkekleri kadınların elinden almak için gelen birer tehdit olarak algılanıyor. Bu ‘ejnebi gelinlere’ başka bir örnek ‘Yahşi Cazibe’ adlı dizide karşımıza çıkıyor. Dizi, çok sempatik görünen Azerbaycanlı bir kadının evlilik kurumu vasıtasıyla Türkiye’ye yerleşmesi üzerine kurgulanmış durumda. Burada da bir ötekileştirme ve aşağılama söz konusu. Örtük bir dizi düzeni söz konusudur.
"Biz bunlara yardım edeceğiz"
“Göçle gelen insanlar kendi kültürlerini bu yeni televizyon konfigürasyonu içinde ortaya, merkeze yaşıyorlar ve normalleştiriyorlar. Çünkü bu diziler AB grubu tarafından da izleniyor. Örneğin ‘Var Mısın Yok Musun’ o kadar ilginç bir program ki, yarışmacılar makyajdan geçiriliyor, kıyafetler giydiriliyor, paraları yok ama eğlenmeye gelmiş gibi sunuluyorlar fakat gerçekte çok zor durumdalar; paraları yok, hastalık var. Yani orta sınıf mensubu gibi gösterildikleri halde fakirler. ‘Biz bunlara yardım edeceğiz’ söylemi var. Aslında Başbakan’ın kullandığı ‘dayanışmacı söylemin’ de böyle bir tarafı var; ‘en az maaş alan kesime zam yaparım’ gibi. Zaten Özal sonrası politikacıların hepsinin popüler kültürle arası çok iyidir.”
"Doğulu kötü gösterilir"
“Politika dışındaki dizilerde doğuluların her zaman çok problemli olarak gösterilmesine değinen Tekelioğlu, çoğu doğulunun uyuşturucu ticareti ile uğraşan zengin tipler olarak yansıtıldığından bahsediyor. “Muhakkak o paranın arkasında kirli bir şey vardır. Fakat bu Karadenizlilerle ilgili olmaz. Karadenizliler komiktir. Burada nefret suçuna gerçekten çok yakın bir durum var. Buna Muhteşem Yüzyıl’dan bir örnek vereyim. Cariyelerin ve özellikle Hürrem karakterinin Türkçesinin düzelmemesi Kahpe Bizans filmlerinden kalma bir şeydir. Ne olursa olsun onlar Türk olamaz. Pargalı da sonuna kadar aksanlı konuştu. Küçük bir aksan muhafaza edildi ve sürekli o aksan tekrar edilerek Rumluğu hatırlatıldı. Yahşi Cazibe de aynı şekilde. Bir de Aleviler görünmezdir. Kasaba dizisi bu yüzden kaldırıldı. Gayrimüslim karakterler ve türbanlılar nerdeyse hiç yoktu fakat sonra görünür oldu. Hatta öyle bir görünür oldu ki Huzur Sokağı dizisiyle adeta bir ayrışma unsuru olarak ortaya çıktılar. Dindarlar iyi insandı, dindar olmayanlarda ise her türlü kötü şey vardı. Kötü huyluydular, kocalarını aldatıyorlardı, insanları zehirliyorlardı… Behzat Ç.’de ilk defa türbanlı bir karakter bir ilişki yaşadı, travesti cinayetleri anlatıldı, Hrant Dink cinayeti anlatıldı; yani o kadar çok şeye dokunuyordu ki dizinin kaldırılması gerekiyordu.”
Artık ağalı dizi döneminin bittiğini söyleyen Tekelioğlu, artık dizilerin konusunun şehrin merkezinde çevre kültürünü temsil edenlerle şehirlilerin çatışmasını konu aldığını söylüyor. (İŞ/HK)
* Panelin ilk oturumu için tıklayın.