TEKEL işçisi 45 gündür direniyor. Yaşam hakkını almak için direniyor, hayatta kalıp yarına güzel bir gelecek bırakmak için... Hayatı kollamak istiyor, hükümetin neo-liberal saldırılarına karşı sadece kendisini değil, tüm emekçileri korumaya çalışıyor. Kendi gücünün daha etkili olması için de sendika ve konfederasyonlar nezdinde tüm işçi sınıfını yanı başında dayanışmak için genel greve çağırıyor. Çadırlarda sobalar, sokaklarda ateşler yanıyor. Ne hükümet ne de soğuk işçinin direncini kırıyor.
45 gün değil, 365 gün de geçse mücadelesinden vazgeçmeyeceğini söylüyor hepsi. Ankara'da lapa lapa kar yağıyor. Sokaklarda artık dikkatli yürümek gerekiyor. Ankara'nın buzdan kayganlaşan, iktidarın emekçiye saldırıyı düstur edinen politikalarıyla iyice tekinsiz hale getirdiği sokaklarında kurulan çadırlarda bir mücadele sürüyor. Kendileri için değil, hepimizin çocukları, onların yarını için.
TEKEL işçileri ile birlikte...
Bugün cismen de onların yanındayım, buz gibi Ankara'nın kardan geçilmeyen sokaklarında sürdürdükleri direnişi izliyorum. Trenden inip sokağa çıkar çıkmaz karşılaştığım kar da, soğuk da, ne inancını eksiltiyor onların, ne de mücadele azimlerini. Türkiye'nin her yerinden geldiler. Omuz omuza günlerdir hükümete rağmen, kendilerinin değil, çocuklarının yarınını düşünüyorlar. 4-C'ye mahkum olmadan, haklarını tastamam istiyorlar, ne eksik ne fazla. Hem de densiz "Merhamet gösteriyoruz" histerisinin rüzgarını ellerinin tersiyle itip Maliye Bakanı'nın yüzüne çarparak. Hemen hepsi çocuklarından ayrı 45 gündür. Tıpkı tütün işçisi Hüsniye Bayram gibi:
"Hükümet hakkım olanı elimden almaya çalışıyor, biz de vermemek için direniyoruz. Maliye bakanı merhameti kendisine etsin. Biz yıllardır, kimsenin merhametine ihtiyaç duymadan, alnımızın teriyle çalıştık. Emeğimizin gücüyle çalıştık. Ucuz köleler istiyorlar, tamamen kendisine bağımlı bir millet. 'Ben tepelerine vurayım, vereyim ellerine bir torba kömür bir torba makarna, hükümete bağımlı kalsın' istiyorlar".
Özelleştirmenin sosyal maliyeti
Sonra rakamlarla açıklıyorlar yaptıkları direnişi somutlaştırmak için. Nasıl mı? İzmir'den 20 yıllık yaprak tütün işçisi Hüseyin Bayar bakın nasıl anlatıyor özelleştirme sonrası yaşananları, işçinin başına gelenleri, ne kadar net:
"Bizim içki fabrikasından örnek vereyim ben. 292 milyon dolara içki fabrikasının tamamı satıldı. Satıldıktan sonra, sözleşmesi yapılıp teslim edilene kadar da sözleşme gereği 50 milyon dolarlık da bir yatırım yaptı devlet. İçinde de o kadar çok stok vardı ki, tam rakamı ben bilemiyorum. Alan firma iki yıl sonra fabrikanın yüzde 70'ini 900 milyon dolara başka bir kartele sattı. 600 küsür milyon dolar hiçbir yatırım yapmadan cebine koydu".
Türkiye'deki özelleştirme politikalarının ülkeye maliyeti işçi Hüseyin Bayar'ın sözleri ile daha iyi anlaşılıyor. Başbakanın söyledikleri ne büyük bir tezat var arada. Hangisi gerçek peki? Özelleştirdikçe varsıllaşan başbakan ve çevresinin söyledikleri mi, yoksa işçinin sözleri mi? Başbakan batıni bir ekonomik "fayda analizi" yapıyor, işçiye yalan söylüyor. İşçi sınıfının yaşadıkları ise zahiri. Gün gibi ortada özelleştirmenin sosyal maliyeti. Yine işçi Hüseyin Bayar anlatıyor:
"Satılan İzmir içki fabrikası işçilerinin 120'si o fabrikada kaldı. 2 sene sonra onlar da işlerinden oldular. Onlar 4-C statüsünde sonradan başka yerlerde istihdam edildiler. Sigara fabrikaları satıldıktan sonra yaprak tütün işletmelerine geldi bu işçi arkadaşlar. Şimdi hepimiz buradayız, sonuna kadar da burada kalacağız. İstediğimizi alana kadar da buradan gitmeyeceğiz".
Çocuklarından uzakta direniş...
Yine İzmir'den gelen bir kadın işçiye kulak veriyoruz şimdi. Deniz Bostancı 38 yaşında...
"Ben de sürecin başından bu yana buradayım" diyor, 8 yaşındaki oğlunu İzmir'de bırakıp 44 gündür direnişe devam ediyor. "Ondan ayrılmak tabii çok kötü, ama sonuçta onun geleceği için buradayım. Sadece kendimiz için değil tüm işçi sınıfının geleceği için buradayım. Biz kazanırsak herkes kazanacak diye düşünüyorum. Sonuna kadar da buradayım. Eğer bir bedel ödenecekse de ödenmeli diye düşünüyorum" diyor.
O sıradaki yanındaki bir başka kadın işçinin telefonu çalıyor. Telefonda 13-14 yaşlarındaki kızı var. Annesine çamaşır yıkayacağını anlatıyor, beyazları. Anne baba direnirken, çocukları kendilerinden uzakta, yalnız başına ayakta kalmayı öğreniyor.
İşçi sınıfı bütünleşiyor
Batmanlı işçilerin çadırına giriyorum sonra. Kardan korunmak için boyunlarına sardıkları poşuyu "Nerelisiniz?" diye soruyorum. "Burası Batmanlı işçilerin çadırı" diyorlar hep bir ağızdan. Ama cümleye devam ediyorlar sonra: Sadece Batmanlıların değil bu çadır, Trabzonluların, İstanbulluların, Tokatlıların, Türkiye'nin çadırı".
Bir diğeri geliyor yanımıza, "Diyarbakırlıyım ben ama Batmanlı arkadaşlarımın yanındayım" diyor, 20 yıllık TEKEL işçisi. Emekliliğine az bir zaman kala hükümet tarafından 4-C'ye mahkum edilmekten, "yargısız infaz"dan, hükümetin aç gözlülüğünden şikayetçi o da .
Batmanlı işçi Çetin Tunç alıyor sözü sonra: "45 gündür buradayız. Çözüm almayı umuyoruz. Başka çaremiz yok, iki tane üç tane daha 45 gün olsa, yine burada direnmeyi sürdüreceğiz. Almadan dönmek yok. Yaşam koşullarımız gördüğünüz gibi. Çadır kentte yaşıyoruz. Vatandaşlarımız sonsuz destek veriyorlar, onlara da çok teşekkür ediyoruz. Biz bu Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşı olan herkesin çoluk çocuğu için mücadele ediyoruz. Onları da desteğe davet ediyoruz."
Hükümet yok ama halk burada
Destek yanıtsız kalmıyor zaten. İstanbul'dan geldiğini söyleyen Nalan Sağbaş'a "Siz hangi fabrikada çalışıyorsunuz" sorusuna verdiği yanıttan anlıyorum olup biteni.: "Ev hanımıyım, İstanbul'dan bu sabah geldik, arkadaşlara destek verelim diye. Neden destek olmak istiyoruz peki? Kazançları için, hakları için mücadele veriyorlar, o yüzden destekliyorum onları". Sadece onlar değil, dün Karaman'dan gelen bir grup kadın da evde pişirdiklerini işçilere ikram ediyorlar gün boyu. Bir başka çadırda işçilerle sohbet ederken çadırın derme çatma çatısı aralanıyor. 60'larında bir adam giriyor içeriye, "merhaba" diyor. Gözler ona tanıdık bir ifadeyle bakınca soruyorum, "TEKEL'den mi emeklisiniz" diye? Değilmiş, bir Ankaralı yurttaş o, 45 gündür her gün ziyarete geliyormuş çadırlara. Bu sorunun çözülmesi gerekiyor diyor, "özelleştirip insanları kapının önüne koymak ne vicdana ne insanlığa sığar".
Başbakan'a çay yok
Esnaf da yardımcı oluyor, lahmacun geliyor öğle yemeği için Tokatlı işçilerin çadırına. Bir önce yemek yiyorlar, sonra da çadırda kurulan çay ocağından çaylarını içiyorlar. Çay bedava. Ama ocağın üzerinde kartonun üzerine elle yazılan tabela dikkat çekici: Başbakan ve adamlarına çay parayla. Ocakta duran Tekel işçisi levhaya baktığımı görünce söyleyiveriyor. Başbakana parayla da çay yok bu ocaktan... Hak gaspının sonu. Erdoğan'a işçiden yağmurlu havada su bile yok artık.
Direniş günlüğünü Ankara'dan tutmaya devam edeceğiz...(MU/EÜ)