24 Haziran’da yapılacak erken seçimler öncesi siyasetteki tarafların medyadaki görünürlüğünü ve yayınlarda hakkaniyetin ne ölçüde gözetildiğini medya meslek kuruluşlarının temsilcileri değerlendirdi.
Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç, medyada “tek ses” ve “görüş kayırmacılığı”nın medyanın “görevini yapamadığının kanıtı” olduğunu vurguladı. İfade ve basın özgürlüğünün Anayasa teminatı altında olduğunu hatırlatan Türenç, Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK), medyada parti ve adaylara eşitlik ilkesine göre yer verilmesi için gerekli önlemleri alması gerektiğini belirtti.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Başkanı Turgay Olcayto ise, medyada taraflara hakkaniyetli yer verilmesi konusunda “O bizim çok eski, bir türlü gerçekleşmeyen rüyamız” ifadesini kullanırken, 24 Haziran’da yapılacak seçimler için, “Tamamen adaletsiz, eşitsiz geçeceğini düşünüyorum” dedi.
İktidarın medyada yüzde 90’a yakın oranda kontrolü sağladığını söyleyen Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Gökhan Durmuş, seçimlere giderken adil bir yarış yaşanmayacağını belirtti ve Basın Konseyi’nin medyadaki görünürlüğü izlemesinin önemli olduğuna işaret etti.
DİSK’e bağlı Basın-İş’in Genel Başkanı Faruk Eren, gazetecilerle yüz yüze görüşmeler yoluyla seçim öncesi medyanın durumuna ilişkin bir rapor hazırladıklarını söyledi. Eren, sendikaların medyadaki gücünün sınırlı oluşu nedeniyle editoryal bağımsızlık mücadelesinin tek tek gazetecilerin çabalarıyla yürütülebileceğini belirtti.
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu ise hükümetin “taraflı yayın” için öngörülen ceza düzenlemesini kaldırarak kontrolündeki medyaya “taraflı yayın yapma garantisi verdiğini” belirtti. Önderoğlu, seçim öncesi iktidarca geliştirilen “vatanseverler” ve “hainler” söyleminin, medyada da geliştirildiğini belirtti.
Pınar Türenç: “Tek ses ve görüş kayırmacılığı, basının görevini yapamadığının kanıtıdır”
Demokrasilerde halkın haber alma kanalları açık olmalıdır. Gazetelerin yüzde 80’inin aynı görüşte ve tek sesin sahipliğinde olması, sorun yaratır. Bu durumda halkın haber alma kanallarının açık olduğunu söylemek güçtür. Oysa ifade ve basın özgürlüğü Anayasa’nın teminatı altındadır. Anayasamızın 28. Maddesinde, “Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır” ifadesi yer almaktadır.
Tek ses ve “görüş kayırmacılığı”, basının görevini yapamadığının kanıtı demektir ki bu demokrasilerde kabul edilemez. Halkın ulaştığı bilgileri değerlendirerek, kararını sandıkta vermesi amaçtır. Medyada haberler, hakkaniyet ölçüsünde, eşit verilmelidir. İktidar gücü ile kamu imkânlarının kullanılması yanlıştır. Kaldı ki TRT halkın vergileriyle ayakta kalan devlet k
analıdır. Anadolu Ajansı da öyledir.Türkiye en önemli seçimine gittiği bu günlerde, Yüksek Seçim Kurulu’na büyük görev düşmekte. Medyada siyasi partilere ve adaylara eşitlik ilkesine göre yer verilmesi için gerekli önlemleri YSK bizzat almalıdır. Tarafsız gözle halkın haber alma hakkını savunan medyanın da titizlik içinde görevini yerine getirmesi şarttır. Basın kurumları olarak gelişmeleri izleyeceğiz.
Turgay Olcayto: ”Seçimin adaletsiz geçeceğini düşünüyorum”
Türkiye’de partilere hiç eşit davranılmadı. Özellikle sol partiler hiç görülmedi. Bir takım kıstaslar koydular, “Meclis’te yer alan partiler, yer almayan partiler” diye. Seçimlerde baraj da çok yüksek. Şimdi ittifak yapan partiler için bir çözüm var belki, ama bunun dışında kalan küçük partilerin, sol partilerin hiçbir şansı yok. Hatta HDP’nin de o açıdan bir sıkıntısı olabilir. O eşitliği ancak biz görsel ve yazılı basında sağlamaya çalışabilirdik, hiç değilse bir grup olarak. O da olanaksız gözüküyor. Ben bu seçimin de tamamen adaletsiz, eşitsiz geçeceğini düşünüyorum. Şimdiden diğer parti liderlerinin söylediklerini bir cümleyle geçiştiriyorlar, ama AKP’nin, cumhurbaşkanının, başbakanın, hata diğer partililerin konuşmaları uzun uzun veriliyor. Bugün iktidar, medyanın yüzde 80’ine sahip. Hele Hürriyet’in de el değiştirmesiyle… Diyebilirsiniz ki Hürriyet eskiden de böyleydi, çok farklı değildi. Ama hiç değilse Hürriyet’te gerçekten gazetecilik yapmaya çalışan arkadaşlarımız vardı. Ara sayfalara haber sıkıştırıyorlardı. Hürriyet’in her zaman önemi, çok haber olmasıydı. Şimdi o da gitti. Diğerlerinde haber yok zaten. Çiçek, böcek okuyoruz sadece. Biz her platformda söylüyoruz, yazıyoruz. Dışarıdan da gözlemciler geliyor, seçim için. Onlardan birine söylemiştim: “Rapor sunuyoruz size, ondan sonra sizin raporunuz geliyor. Sadece bir cümle girmiş.” Diyor ki, “eşitsiz, sağlıksız bir seçim…” O kadar. Dışarıdan da Avrupa Birliği’nin bakışı çok içtenlikli değil. Ortada başka şeyler var herhalde. Göçmen sorunu, başka bir takım sorunlar var.
Gökhan Durmuş: “Basın Konseyi medyada görünürlüğü izlemeli”
AKP iktidar olduğu ilk günlerden beri medya sahipliğini değiştirme politikaları yürüttü. Son olarak Doğan Medya’nın Demirören Grubu’na satılması sonrası medyada yüzde 90’a yakın oranda kontrolü ele geçirmiş oldu. Kalan yüzde 10’un erişimi ise çok sınırlı. Doğan Medya’nın tam da seçim öncesi el değiştirmesi, bunun önceden kurgulanmış olduğu izlenimini doğuruyor. TRT’de zaten muhaliflere yer verilmiyordu. Diğer mecralarda tanınan kısıtlı olanaklar da artık ortadan kalkmış durumda. Bu yüzden seçimlere giderken adil bir yarış olmayacak. İki seçenek kalıyor. Bu süreçte muhalif kuruluşların demokrasiyi savunmak için daha fazla çaba sarf etmesi gerekiyor. Bir de muhalif mecraların desteklenmesi önemli diye düşünüyorum. Medyada görünürlük oranlarının Basın Konseyi tarafından izlenmesi ve değerlendirilmesi önemli. Somut bir sonuç alınamayacak bile olsa Basın Konseyi etik bağlamda böyle bir çalışma yapmalı. Biz TGS olarak üyelerimize, farklı mecralarda çalışırken siyasi partilere eşit oranlarda yer vermeleri için telkinlerde bulunuyoruz.
Faruk Eren: “Editoryal bağımsızlık mücadelesi gazetecilerin çabalarıyla yürüyecek”
Medyada yapılan operasyonun amacı seçim öncesinde daha net ortaya çıktı. Tek ses verilsin, başka kimseye yer verilmesin operasyonuydu bu. İktidarın hoşuna gitmeyen seslere yer vermiyorlar. Muhalif adayların mitinglerini, konuşmalarını yayınlamıyorlar. Açık tartışmalar yaşanmıyor. Aslında özgür basın bunun için vardır. Kamuoyu her kesimi dinlesin ve kendisi karar versin, kendi fikrini oluştursun diye vardır. Bu yok edildi. Ama muhalefet de bir takım zeki hamlelerle sesini duyurmanın yollarını bulacaktır. Sosyal medya çok yaygın kullanılıyor. Buradan aşacaklar. Veya insanlarla daha fazla doğrudan temas kurarak aşmaya çalışacaklar diye düşünüyorum. Biz şu anda seçim öncesi medyanın durumuyla ilgili bir rapor hazırlıyoruz. Meslektaşlarımızla yüz yüze görüşerek bu süreçte nelerle karşılaştıklarını raporluyoruz. İsim yazmamız güç olacak tabii, ama bu tür tanıklıklardan oluşan bir rapor hazırlıyoruz. Ama meslek örgütleri çok örgütlü değiller medyada. Bu da memleketin gazetecilik açısından acı bir tablosu. Sendikaları etkisi yok. Üyelerini hareket geçirip editoryal bağımsızlık sağlayacak bir etki yaratamıyorlar. Üye sayısı açısından sendikalardan daha güçlü olan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti de üyelerini yönlendirecek konumda değil. Böyle bir yetkisi de yok sanırım, cemiyet olduğu için. Dolayısıyla editoryal bağımsızlık mücadelesi tek tek gazetecilerin çabalarıyla yürüyecek gibi görünüyor.
Erol Önderoğlu: “’Vatanseverler’ ve ‘hainler’ söylemi medyada da geliştiriliyor"
Türkiye medya yapılanması, özellikle son 10 yılda TMSF eliyle yapılan müdahaleyle, iktidar lehine şekillendirilen sahiplik yapısıyla oldukça çarpık ve antidemokratiktir. İktidar, geçen yıl, kendi siyasal yörüngesine kattığı ana akım medya kuruluşlarının yüzde 80’ine seçim döneminde taraflı yayın yapma garantisi vermiş, “taraflı yayın” için öngörülen ceza düzenlemesini kaldırmıştır. Doğan Grubu’nun Demirören Grubu’na satılması ise, merkez medyasının tasfiye edilerek, bu mecrada çokseslilik şanslarını bitirmiştir. Seçim öncesi iktidarın topluma yönelik geliştirdiği “vatanseverler” ve “hainler” söyleminin, finans veya yargı operasyonu sonucu medyada da geliştirildiğine tanık oluyoruz. Bırakalım güvenlik politikaları veya yolsuzlukları, seçimlerin yenilenmesine temel teşkil eden ekonomik krizin dahi, yurttaş perspektifiyle TV haberciliğinde işlenemediği bir dönem yaşıyoruz. Hükümet-Avrupa Birliği ilişkileri kalıcı ve güvenilir bir şekilde yeniden canlandırılmadıkça, medya gibi sektörlerin çoğulcu demokrasilerde olduğu gibi sağlıklı bir şekilde düzenlenmesi konularında sivil toplumun rolünü tanımadıkça en ufak bir ilerleme umut edilemez. Oysa hükümet, her sektöre keyfi şekilde müdahaleye, OHAL olsun olmasın son derece alışık. (ŞA)