Ursula Le Guin, "Omelas'ı Bırakıp Gidenler" hikayesinde "Tüm bir ülkenin mutluluğu bir çocuğun mutsuzluğuna bağlı olsaydı ne yapmayı tercih ederdiniz?" sorusunun yanıtını arar. Omelas denilen ülkenin insanları sonsuz bir mutluluk sürmektedir. Bu mutluluğun tek bir nedeni vardır, bir zindanın bir köşesinde unutulmuş, sefalete terk edilmiş bir çocuk.
Mutlu insanlar hayatlarında bir kez o çocuğu ziyarete giderler. Bazıları bu dehşet verici manzarayı unutup hayatlarına devam ederken, bazıları unutamaz. Sonra bir gün çıkarlar Omelas'tan, dağlara doğru yol alırlar. "Omelas'ı Bırakıp Gidenler" hikayesini ilk kez, 1996'da hapishanelerde ilk ölüm oruçları başladığı zaman okumuştum. Sonra bir çok kereler dönüp dönüp baktım. Bir yerleri terk etmek fikri, bir başka yerde başka bir dünya kurma fikrini de içinde barındırdığından, çok sevdim "Omelas'ı Bırakıp Gidenleri"...
Şişli'deki Pay apartmanının önünde de aklımdan "Omelas'ı bırakıp gitmek istiyorum" sözleri geçiyor. Bu apartmanın sakinleri Nisan'dan bu yana alıştılar "dıt" diye ikide bir açılan kapıya. Asansörden hoyratça fırlamaya gelmiyor, karşınızda Yaşar Kemal'i bulabilirsiniz. Eşofmanla apartman içinde dolaşırken, kameralara alınma tehlikesi mevcut.
Pay Apartmanı, modern İstanbul'un çehrelerinden Şişli'de yer alıyor. Şişli'yi kafelerinde sigara yasağı olan, yılbaşlarını sokak partileri ile kutlayan bir yer olarak hatırlayanlara karşılık, bu apartmanda farklı şeyler oluyor. Avukat Behiç Aşçı'nın meskeni burası. Bir avukatın özel meskeninin bu denli kamusal bir hale geliş nedeni, bir eyleme ev sahipliği yapmasından.
Avukat Behiç Aşçı'nın gazete sütunlarına ilk düşmesi "1 Nisan Operasyonu"na rastlıyor. O dönemde tutuklanan, daha sonra serbest bırakılan Aşçı'ya avukatlık yetkisinin alındığı dönemde yine rastlıyoruz. İlk karşılaştığımda sessiz tavrıyla nasıl bu kadar fırtına kopardığına akıl erdiremediğim Behiç Aşçı'yı, artık bir çok insan tanıyor. 4 Nisan Avukatlık Günü'nden bu yana "F Tipi Hapishanelerde tecridin kaldırılması" gerekçesiyle ölüm orucuna başlayan Aşçı'nın ziyaretine gittiğimde günlerden çarşambaydı (4 Ekim) idi, Aşçı 182 gündür "aç"tı.
Adaletin olmadığı yerde...
Nisan ayında "Behiç Aşçı ölüm orucuna giriyor" haberinin duyulmasının ardından, bir kıyamettir kopmuş, avukatlar, Adalet Bakanı'nın katıldığı bir törende, "Meslektaşımız ölüyor" diye, protestolara karışmıştı. Hakimlerin karşısında görmeye alıştığımız insanlar, bir anda eylemci olmuştu. Tüm bunların üzerinden çok zaman geçti...
Behiç Aşçı, o gün bugündür misafir ağırlıyor. Pazar günü Yaşar Kemal'in geldiği eve gittiğimde, sabahın erken saatleriydi. Bir gün önce haber için geldiğim ev tıklım tıklım doluyken, şimdi sakin görünüyor. İçeri alınıp röportaj yapmak için sıramın gelmesini bekliyorum. Evin tüm masaları, sehpaları güller, karanfillerle dolu.
Çiçeklerde yadsınmaz bir kırmızı hakimiyeti göze çarpıyor, evde de öyle. Kocaman geniş bir masanın üzeri kızıl bir örtüyle örtülü. İki yanında, "Adaletin olmadığı yerde direnmek haktır" ve tam üzerinde "Hukukun ve adaletin yok edildiği bir ülkede yaşam hakkı için ölüm orucundayım" yazısı var.
Oturduğum duvarın karşısı hapishanelerden gelen kartlara ayrılmış, sırtımı döndüğüm duvarda ise basında bu güne kadar yer alan yazılar, haberler... İkisinin arasında Behiç Aşçı ile bu evde kalırken ölüm orucu nedeniyle hayatını kaybeden Fatma Koyupınar köşesi.
Zaten sık sık bunu anımsatıyor Behiç Aşçı da konuşmalarında: "Buraya gelenler seni yaşatacağız, ölümüne izin vermeyeceğiz Behiç diyorlardı. Kimse Fatma'yı yaşatacağız demedi. İnsanlar ölüm oruçlarındakileri 'terörist' gibi görmekten vazgeçemedi. Bu yüzden ölüm orucuna başladım. Sorunun bizim, dışarıda yaşayanların da sorunu olduğunu göstermek için..."
Çok değil bir süre sonra kapı çalınıyor, içeri Efkan Şeşen giriyor. Sanatçıların açlık grevi ile Behiç Aşçı'ya verdiği desteği sürdürmek için gelmiş Şeşen'de. "Tecrite Karşı Sanatçılar" olarak başlayan girişim, Behiç Aşçı'nın eylemine dikkat çekmek için yapılan çalışmalar içinde önemli bir yer tutuyor.
Daha önce, F Tipi Hapishanelerdeki yaşam koşullarının kötülüğüne dikkat çekmek için "Hepimiz Tecritteyiz" oyununu İstanbul, İzmir ve Ankara'da sahneleyen ve aralarında Türkiye siyasal tarihinin canlı tanığı Mihri Belli'nin de yer aldığı sanatçılar, bu kez Behiç Aşçı'nın yanında açlık grevi yaparak, bu sese destek olmaya çalışıyor.
Ben, Aşçı'nın günlük sağlık taramasının sonlanmasını bekliyorum salonda. Kısa bir süre sonra biri çıkıyor ve görüşmenin başlayabileceğini bildiriyor. İç odaya girerken kapıda bir kedi karşılıyor beni, "Haydut" bu diyorlar. Adı mı haydut, yoksa yaptığı yaramazlıklardan mı ona yakıştırılmış bu isim bilmiyorum. Pencereden atlayıp bacağını kırmış. Platin takılmış sonra bacağına. Şimdi yine hızından bir şey kaybetmeden sektire sektire geziniyor evin içinde, "buranın hakimi benim" dercesine.
Behiç Aşçı'nın yanına geçiyorum. Ölüm orucunun ilk günlerine şahit olduğum bu insanın, giderek zayıflamasına da şahit olmak yoruyor. Gönül görmediğine katlanır, göz gördüğüne yanar diye düşünüyorum. "Göz önünde olmadığı için mi ölenlerin sesini duyamadık?" diye geçiriyorum.
Daha ben sorularımı sormadan o soruyor, "Nasılsın? İyi misin?" diye. Nasılım? İyi miyim? İyiyim der miyim? İyiyim demek iyi yapar mı beni? Aşçı'yla bu ilk röportajımız değil. Öncesinde söylediklerini hatırlıyoruz beraber. İlk röportajda, "Avukat olduğunuz için insanlar sizi kurtarmak istiyor, diğerlerinin farkı neydi?" diye sorduğumu hatırlıyorum. O soruya verdiği "İnsanlar bir avukatın bu eyleme başlamasına inanamadılar. Yaşanacak, yapılacak çok şey var daha diye düşündüler" yanıtını da. Bu kez, gelen tepkiler nasıl diye soruyorum, başlıyor anlatmaya...
Yemediğime inanmıyorlar...
Gelen misafirler içinden "eylemine karşıyız diyenler çok oldu" diye sözlerine giriyor Aşçı. "Başka bir yolu olduğuna inansam o yolu deneyecektim" diye devam ettiriyor. O kadar çok geleni gideni olmuş ki... Bu gelenler içinden DİSK'in kamuoyunda yarattığı tepki ve Yaşar Kemal gelişi kendisini en çok etkileyen ziyaretmiş.
"Şevket Kazan eskiden yiyorlar demişti size de öyle diyenler var mı?" diyorum. Gülüyor. "İnanmıyor insanlar yemediğime, yurt dışından her gün arayanlar var, "Hala yemiyor musun?" diye. Su ve şeker aldığımı söylüyorum. B1 kullandığımı anlatıyorum. Hiç yemeden böyle bir şeyin olabileceğini akılları almıyor" diyor. Sonra uzanıyor önündeki bardağına. Limonlu suyundan bir yudum alıp poz veriyor bana. "Yiyor musun?" diye soranlara inat içerek...
Gelen ziyaretçiler arasında bir de Werniche Korsakoffluların, ölüm orucunda hayatını yitirenlerin ailelerinin, 19 Aralık Hayata Dönüş operasyonu sırasında sakat kalanların ziyareti etkilemiş Aşçı'yı. "Aynı yerdeyiz şimdi. Hep aynı yerdeydik. Ben dışarıda onlar içerde cezaevlerindeki tecritin kaldırılması için uğraşıyorlardı. Ben yine avukatlık yapıyorum. Artık tecrite karşı böyle mücadele ediyorum" diyor Aşçı.
Umutluyuz...
Yaşadığı açlığın bir yol açabileceğine, sorunların çözüleceğine inancı var... "En azından sansürü kırma noktasında önemli adımlar attık" diyor. İsteklerinin koğuş sistemi olmadığını vurgulayan Aşçı, devletin "F Tipleri AB'den alınmış bir modeldir" görüşünü yalanlayarak, Avrupa Birliği'nin de F tiplerini eleştirdiğini hatırlatıyor. Ölüm orucu eylemine başlamadan önceki basın açıklamasında tek talebinin "Tecritin kaldırılması olduğunu" bildiğimiz Aşçı'nın, bu talebin karşılanmasına ilişkin umudu güçlenmiş.
Şöyle diyor: "Umutluyuz, güvenliyiz. Tecriti görmeyenlerin gündemlerine almasını sağladık. Tecrite karşı mücadelenin tanınmasına neden olduk. Bunun daha da artacağına inanıyorum. İsteğimiz 3 kapı 3 kilit. İnsanların birbiriyle konuşmasının engellenmemesi."
Üç kapı üç kilit ne demek peki? Üç kapı üç kilit, üç hücrenin kapısının açılmasıyla dokuz kişinin birbirleriyle görüşebilmesi. Bir koridordaki üç kapı söz konusu olan. Böylece hapishanelerde kalanlar hücreleri dışındakilerle de görüşebilecek, yalnızlık hissetmeyecek. Önerinin temeli bu.
Eylemine alternatifsiz kaldığı için başladığını ekliyor sonra. Aşçı, yaşadıklarına rağmen, hala avukat. Bulunduğu yerde hala derdini anlatma ihtiyacı hissediyor toplum mahkemesine. Yaşananların duyulmasını sağlayacak her türlü eyleme açık olduklarının altını çiziyor ısrarla...
Tepkilerin olumlu olduğunu gülerek anlatıyor. Başka bir habere gideceğim için acelem olduğunu biliyor. Gene gel konuşuruz yine diyor. Şişli içindeki, bu mütevazı, kolonya kokulu odadan çıkıyorum. Bunları yazıyorum. Ben yazarken, 191 gün oluyor Behiç Aşçı aç kalalı. Siz okurken, 192 olacak...
Şişli'den geçecek bir çoklarının yolu. Bir çokları ölüm orucu deyince 19 Aralık'ta duman tüten cezaevleri, "Sahte oruç kanlı iftar" manşetlerini, boğaza kaçamak bakan Armutlu'yu anımsayacak.
Bazıları gördüklerini unutmayacak. Bir gün Omelas'ı bırakıp gitmek isteyecek ve kiminin kulağında Aşçı'nın şu sözleri olacak:
"Hep mektuplarımızın sonuna yazdık hoşça kalınlarımızı. Başa aldık bu kez. Çünkü bu mektubumuzu elveda ile noktalayacağız. Evet, biz gidiyoruz, siz hoşça kalın." (AÖ/KÖ)