Bu ne demek?
Vaktiniz varsa anlatayım da dinleyin. Eğlenceli bir hikayedir, pişman olmazsınız.
Osman Murat Ülke, bir “Vicdani Ret”çi. Yani eline silah almayı, insan öldürmeyi reddediyor.
Bu nedenle askere gitmeyi de reddediyor -birçok ülkede bu bir hak, ama bizde askerlik hala zorunlu. 1 Eylül 1995’te İzmir’de bir basın toplantısı ile vicdani ret hakkını kullanacağını açıklıyor. Tabii başına gelmeyen kalmıyor. Zorla üniforma giymeyi reddettiği için dayak yiyor, işkence görüyor, defalarca hapsediliyor, ama yılmıyor.
Bu arada, bir hapis cezası da, basın toplantısında yaptığı açıklamadan alıyor.
İşte biz devreye bu anda girdik 1998 Mart ayında.
Kendimizi ihbar ettik
"Düşünceye Özgürlük-9" adlı kitapçığın yayıncıları olarak adlarını yazdıranlardan gazeteci Koray Düzgören ve şarkıcı Nilüfer Akbal, Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nce yargılanıp ikişer ay hapse mahkum edildiler. Bu hüküm Yargıtay'ca onaylandı ancak o dönemde çıkarılan bir erteleme yasası kapsamına girerek 3 yıl için ertelendi.
Ama onlar ceza alınca, bu kez gazeteci Nevzat Onaran ve ben aynı metni bu defa "Düşünceye Özgürlük-38" adlı kitapçıkta yayınlayarak savcıya kendimizi ihbar ettik. Gene Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nde açılan yeni davaya da, Nasrettin Hoca’nın bir fıkrasını çağrıştırdığı için “Tavşanın Suyunun Suyu Davası” adını taktık.
Bu dava da aynı sonuçla, yani ikişer ay hapisle sonuçlandı. Ama bu kitapçık 23 Nisan 1999’dan sonra yayınlandığı için erteleme kapsamına girmedi. İkimiz de 2000 yılında hapse girip yattık.
"Hastayım dedim, inanmadınız. Ne oldu?"
Ama askeri mahkemede farklı bir yol izledik. Yargılama boyunca "askeri mahkemelerin doğal yargı mercii olmadığını, ve sivilleri yargılayamayacağını" ileri sürerek soruları yanıtlamadık, savunma yapmadık. Yalnızca TCK'nin ilgili maddelerinin (58. 155. ve 162. maddeler) Anayasaya aykırılık gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine gönderilmesini istedik. Mahkeme bu istemi reddetti. Biz de başka yol kalmadığı için karar Askeri Yargıtay tarafından onaylanınca davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) götürdük.
Bu mahkeme, daha önce açılan bir davada “üç üyesinden birisi” asker olduğu için, DGM’lerin “adil yargı mercii” sayılamayacağını belirtmiş ve bu yüzden, Öcalan davası sürerken acele bir Anayasa değişikliğiyle DGM’lerdeki askeri yargıç, yerini sivil yargıca terk etmişti. Askeri mahkemelerde ise üç yargıç ve savcı, hepsi birden asker. Üstelik mahkeme başkanı hukukçu bile değil, kıta subayı ve mahkemede asker giysisi ile oturuyor.
Hani Temel’in mezar taşında ne yazıyormuş?
“Hastayım dedim, inanmadınız. Ne oldu?”
Aynı onun gibi, sonucu belli olan bu yola girilmemesi için, “uluslararası hukukun iç hukuğumuzun bir parçası olduğunu ve eski iç hukukla çelişki halinde ne yapılacağının da, Anayasa’nın 90. maddesinde açıkça belirtildiğini” hatırlattık, ama dinletemedik. Eee, ne oldu?
İşin komiği, bu şarkı burada da bitmedi. Sıkılmayıp gerisini merak edenler yazının en altına baksınlar.*
Önce Nevzat Onaran’ın, şimdi de benim davam Türkiye’nin mahkum edilmesiyle bitti. Para cezası koca devletin dişinin kovuğuna gitmez, ama açılan her davada kaybetmesi ne acı!
Cezayı ona neden olanlar ödesin
T.C. devleti bana 2 bin avro tazminat, bin 500 avro mahkeme masrafları olmak üzere toplam 3 bin 500 avro ödeyecek. İyi hoş da, bu para gene devlet bütçesinden çıkacak, yani sizin bizim cebimizden. (72 milyonda birini de sağ cebimden sol cebime gene ben ödeyeceğim. Neden?)
Neden bu deli saçması hukuk düzensizliğinin bedelini maddi ve manevi tüm milletçe ödeyelim? Bu işi kim yapıyorsa onlar ödemeli. Yarın avukat arkadaşlarıma danışacağım. Bu yasaları yapanlar kim ise, düzeltmeyenler kim ise, bu iki başlı hukuk sistemini (Normal yargı ayrı, askeri yargı ayrı, neden ki?) kuran, savunan, işletenler kimse, hangi savcılar, hangi yargıçlar bu işe bulaşmışsa onlara dönmeli bu ceza. Nasılsa ceplerinden çıkmıyor ya, rahat rahat açıyorlar saçmasapan davaları, veriyorlar kararları. Sonunda cezayı bütün ülke değil de neden olanlar ödese nasıl olur dersiniz?
Yeri gelmişken, bu günlerde 301 üstünde kelime oyunlarıyla oyalanan hükümete de aynı hatırlatmayı yöneltelim: Bu madde de, dayandığı hukuksuzluk sistemi de hasta. Bari bu kez inanın da yolculuğun sonu Temel'in mezar taşında bitmesin.
“Bekara karı boşamak kolaydır” demiş Erdoğan.
AKP kiminle evli ki onu kızdırmaktan korkuyor? (ŞY/TK)
* Evet, iş bununla da kalmadı.
Yukarda sözü edilen “Erteleme yasaları” ile davalar “sil baştan” olunca biz de herşeyi baştan başlattık. 1995’te Yaşar Kemal’in yargılanmasından 2000 yılına kadar 5 yılda ne kadar suça katıldı ve kendimizi yargılattı isek, hepsini bir kitapta topladık ve bir daha yayınlayarak aynı suçları bir daha işledik. İşte bu kitabın yayıncılarından 15’i hakkında 4 ayrı mahkemede (DGM, Ağırceza, Asliye Ceza ve Genelkurmay Askeri Mahkemesi) 4 ayrı dava açıldı.
Önce sanıklar (Soyadına göre alfabetik) ve o zamanki unvanları:
Cengiz Bektaş (Mimar, T.Yazarlar Sendikası Gen. Bşk.), Yılmaz Ensaroğlu (MAZLUM-DER Gen. Bşk.), Siyami Erdem (KESK Gen. Bşk.), Vahdettin Karabay (DİSK Gen. Bşk.), Ömer Madra (Açık Radyo Yöneticisi), Etyen Mahcupyan (Gazeteci), Lale Mansur (Oyuncu), Atilla Maraş (Yazarlar Birliği Gen. Bşk.), Prof. Ali Nesin (Bilgi Üniversitesi, Matematik), Zuhal Olcay (Oyuncu), Hüsnü Öndül (İHD Gen. Bşk.), Yavuz Önen (İHV ve TMMOB Gen. Bşk.), Erdal Öz (Yayıncı, yazar), Salim Uslu (HAK-İŞ Gen. Bşk.), Şanar Yurdatapan (Müzisyen)
Genelkurmay Askeri Mahkemesi'ndeki dava, gene aynı yazı nedeniyleydi, Osman Murat Ülke’nin daha önce cezalandırılmama neden olan yazısı. Mahkeme ve hakimler de aynı, aradan sadece 7-8 ay geçmiş. Yasalar da aynı, “Halkı askerlikten soğutmak suçundan, TCK 155. maddesinden yargılanıyoruz. Sizce sonucun ne olması gerekir? Herkese ikişer ay, bana en az dört ay, değil mi? Öyle ya, aynı suçu inatla bir daha işliyorum! Karar beraat! Çünkü bu kadar ünlü kişinin hapse girmesi Genelkurmayın başını ağrıtır. Beraati temyiz ettik ama Askeri Yargıtay onayladı.
Tanrım beni baştan yarat. Ya da onları!..