Taslağın anında sızdırılması metnin tepkileri ölçme mahiyetinde olduğunun kanıtı. Görünen o ki, Hollanda 25 ülkenin Türkiye'nin üyeliği konusundaki çekincelerini hiç değişiklik yapmadan alt alta yazmış ve sadece hükümetin değil tüm Türkiye'nin tepkisini ölçmek istiyor. Diğer taraftan metnin resmî muhatabı AB üye ülkelerinin Brüksel temsilcileri, yani üye ülkeler. Hollanda önümüzdeki günlerde, Türkiye artı 25 ülkenin tepkilerini not edecek ve ortaya daha farklı ve değişiklikleri içeren bir taslak çıkacak.
Taslakta genel ifade karamsar, matem havasında. Türkiye'nin mukadder üyeliğini üzüntüyle karşılayan bir haleti ruhiyeyle kaleme alınmış ve bu çerçevede "nasıl yapsak da üyeliği engellesek" sorusuna cevaplar aranmış.
Taslak, Komisyon raporundaki çekincelerin bir çoğunu tekrarlıyor ve bunlara yeni ve işitilmedik ilâveler getiriyor. Bu sayede gerek müzakerelerin gidişatına gerek müzakerelerin sonuçlarına ve üyeliğe getirdiği kısıtlamalarla tam üyeliğin içini boşaltıyor, AB'nin felsefî temellerinden ikisini, dayanışma ve serbest dolaşımı Türkiye'ye men etmeye çalışıyor ve sonuçta fiilen Türkiye'yi ikinci sınıf bir üyeliğe layık görüyor.
Müzakere eden heyetin ve Türkiye'nin bu koşulları kabul edemeyeceği aşikar. Sanki 17 Aralık'ta masadan kalkmamız temenni ediliyor. Bütün bu menfî işaretlere rağmen taslaktaki tuzakların pek çoğunu bertaraf etmek ve ifadeleri yumuşatmak mümkün. Ancak Frenklerin başını çektiği bir grup ülkenin (Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Hollanda, Malta ve Slovakya'nın adı anılıyor) metne sokuşturmaya çalıştıkları "ayrıcalıklı ortaklık" ifadesini tamamen reddetmekten başka bir yol yok.
Bu metin Türkiye'nin AB yolundaki önemli kilometre taşlarından ve bağlayıcı ana referanslarından birini teşkil edecek. O yüzden içeriği hayatî önemi haiz ve her sözcüğünün azamî dikkatle tartışılması ve sonuçlandırılması gerekiyor.
Önemli paragraflarda şunların altını çizmek gerekiyor.
19. paragrafta adı verilmeden Kıbrıs Cumhuriyeti'nin fiilen ve aslında dolaylı olarak hukuken tanınması meselesi var. Kıbrıs AB üyesi olduğundan beri Ankara Anlaşmasını (ve dolayısıyla Gümrük Birliğini) Topluluk Müktesebatı olarak kabul etti, ancak diğer akit taraf olan Türkiye Cumhuriyeti, Ankara Anlaşması çerçevesinde Kıbrıs'ı tanımadı.
Metinde parantez içinde Türkiye'nin tanıma konusundaki "karar"ı yazıyor. Bu parantezin Rum tarafının temennisi ve dolayısıyla baskısı olduğu seziliyor. Halbuki böyle bir karar Meclis'ten çıkmadı ve muhtemelen 17 Aralık'a dek de çıkmayacak. Annan Planı'na Kuzey'de verilen "evet" oyu ve 259 milyon euroluk Kuzey'e destek paketinin Rumların girişimiyle 17 Aralık sonrasına bırakılması bu tanınma koşulunu bertaraf etmek için Türkiye'nin elindeki gerekçe ve kozlar.
Diğer ülkelerden gelen mesajlar da, tanımanın müzakereleri başlatmak için koşul olmadığı yönünde. Ama yine de bunun diğer koşullara eklenerek aşılmaz bir engele dönüşmesini önlemek gerekiyor.
21. ve müzakereleri başlatacak olan paragraf şaşırtıcı. İlk kez müzakerelere başlama kararı verirken Konsey, bu can alıcı paragrafta Avrupa Parlamentosu'nun, üstelik 15 Aralık'tan önce hazır olmayacak değerlendirmesine atıfta bulunuyor. Halbuki genel nitelikli 4. paragrafta teamül gereği zaten AP'ye atıf var. Üstelik acemi AP Türkiye raportörü Camille Eurlings'in hazırladığı rapor, bugünkü haliyle ve AP üyelerinin deyimiyle uyduruk ve gayriciddî.
Bu paragraftaki "başlama tarihi" ve "süreç" konuları doldurulmayı bekliyor. Durum şu: Muhtemel bir "müzakereler her adayla olduğu gibi taramayla başlayacak" ifadesi hükümetçe yetersiz bulunuyor. İlle de, müzakereleri sembolik olarak başlatan Hükümetlerarası Konferans'ın birkaç saatliğine toplanacağı günün tarihi yani tören isteniyor. Eğer tarih verilecekse, bu tarih bazı AB ülkelerindeki Anayasa referandumlarından ötürü ancak 2005 sonu veya 2006 olabilir. Halbuki müzakerelerin ilk ayağı olan ve her halükarda en aşağı 7-8 ay sürecek mevzuat karşılaştırması, namı diğer taramayla sessiz sedasız ve bir an evvel yılbaşında işe başlamak mümkün. Üstelik bu formülü kabul etmek diğer menfî koşulları reddetmemizi sağlayabilir.
Tarama süreci Türkiye'de bazı çevrelerce pek küçümseniyor. Müzakerelerden ayrı bir yerde tutuluyor. AB eğer pazarlık anlamında müzakere etmeyecekse ne diye bu son derece zahmetli tarama sürecini başlatsın ki? "Biz bunu çoktan yaptık, bitirdik" diyenler ve işi hafife alanlar var. Taraması, ulusal mevzuatla karşılaştırılması yapılacak Topluluk Müktesebatının daha Türkçe çevirisi tamamlanmadı. Ulusal Programın da ne çok hatayla dolu olduğunu bilen bilir. Kendimize güvenmek iyi ancak tevazuu da elden bırakmamak gerekiyor.
22. paragraf müzakere ve üyelikle ilgili bir çerçeve çizmeye çalışıyor ve en sorunlu paragraf bu.
İlk maddede Hırvatistan'ın benzer paragrafından daha sert bir dil var.
İkinci maddede can sıkıcı bir şey yok, müzakere sürecinde Konsey'in rolünü tekrarlıyor.
Üçüncü maddede daha ortada ne fol ne yumurta varken, serbest dolaşımda kalıcı koruma maddeleri ile yapısal fonlar, iç pazar ve rekabete etkisi olabilecek konular ve tarımda uzun geçiş dönemleri öngörülüyor. Bunlar kabul edilebilir koşullar değil. AB'nin temel felsefesine aykırı ve fiilen ikinci sınıf bir üyeliğe yani "ayrıcalıklı ortaklık"a götürebilecek sınırlamalar. Üstelik içerik olarak da doğru değil. Tarım sübvansiyonları güneşte kar gibi erimekte. Diğer yanda üyelikle başlayacak olan yapısal fonlar ekonomimizin on yıllık hazırlık dönemi boyunca bugünkü verilerde kalacağını varsayan tamamen anlamsız bir ekonomik yaklaşımla hesaplanıyor ve ortada yıllık 25 milyar euro gibi dudak uçuklatan muazzam rakamlar dolaşıyor. Önceki Komisyonun bütçeden sorumlu Alman üyesi Schreyer bu rakamı yalanladı ancak sağır istediğini duyuyor.
Serbest dolaşıma gelince, eşi benzeri olmayan bir kalıcı korumayla Türk vatandaşları AB'nin bu temel ilke ve hakkından men ediliyorlar. Bu çekincenin kabul edilir bir yanı yok. Ancak şimdiki yeni üyeler için olduğu gibi 5-7 yıllık dönemler kabul edilebilir. Kaldı ki üyeliğe hazırlık dinamiğiyle gelecek muazzam ekonomik canlanma sonucunda, lafın gelişi Antalya'da iş bulacak olan Türk ne diye Hamburg'a yer süpürmeye gitsin ?
Bu sınırlamaların kabul edilmeleri mümkün değil ancak eğer son metinde kesin bir ifade kullanılmazsa zamanla bu çekincelerin ortadan kalkacağını varsaymak ve "kervan yolda düzülür" mantığıyla hareket etmek imkan dahilinde.
Dördüncü maddede "üyelikleri çok malî yük getirecek adaylarla (yani Türkiye ile) müzakerelerin sonuçlandırılması ancak 2014 sonrasında oluşturulacak yeni malî yapılarla kabil olabilir" gibi bir ifade yer alıyor. Kastedilen bir sonraki 2014-2020 bütçe dönemi. Bu aslında iyi haber, zira 2014 diye bir hedefimiz var diyebiliriz. On yıllık asgarî hazırlık dönemine de uygun.
Beşinci madde doldurulmayı bekliyor. Komisyonun "ucu açık müzakere" ifadesine gönderme yapıyor ve Fransa'nın başını çektiği 5-6 ülke işte bu maddeye "ayrıcalıklı ortaklık" ifadesini sokuşturmaya çalışıyor. Belki metnin en tehlikeli maddesi ve Türkiye'nin en kalın kırmızı çizgisi bu. Hükümet ve toplum, bu ifadenin yer almamasını sağlamak için elimizden geleni yapmalı ve dikkatimizi öncelikle bu hedefe vermeliyiz.
Altıncı madde Komisyonun 6 Ekim raporunda belirttiği müzakerelerin kesilmesi meselesini açıyor. Ancak yeni bir yöntem getiriyor: 25 üye ülkenin üçte biri yani en az 9 üye eğer siyasî kriterlerde ciddî sorunların yaşandığını gözlerse müzakerelerin askıya alınmasını teklif edebiliyor. Önceki dönemde adayların yaşadığı tüm olumsuz gelişmelere rağmen müzakerelerin askıya alınması kimsenin aklına gelmedi. Derin bir güvensizlik ifadesi olan bu koşulu reddetmek zor olabilir zira Hırvatistan ve Bosna Hersek, Makedonya gibi müstakbel adayları da kapsıyor. Ama hafifletilmesi mümkün.
Son madde tek müspet ve yapıcı olan madde: Müzakereler esnasında işbirliğinden ve sivil toplumun yerinden söz ediyor.
Sonuçta sabırla kavgaya devam etmekten gayri çaremiz yok, zira unutmayalım ki Avrupa'nın AB'yi en çok arzu eden ülkesi muhtemelen Türkiye. (CA/BB)