Devletin 'gerçek kanadı' görünen kanadın davetine icabet etmeyerek hükümeti ve meclisi protesto etti. Resepsiyon kabul demekse, kimin kimi kabul edip etmediğinin netleştirilmesi gerekiyor. Aslında 23 Nisan 'Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı' ilan edilmiş ve kutlanıyor ama bu bayramda iki şey sanıldığı ve 'göründüğü' gibi değil.
Bayramlarda "asıl devlet partisi" konumunu güçlendiriyor
Birincisi, 'ulusal egemenlik' sadece bir görüntüden veya retorikten ibaret; ikincisi, çocuk bayramı değil büyük bayramı, üstelik de büyüklerin çok küçük bir bölümünün bayramı. Benim 'asıl devlet partisi' dediğim kesimin ve çevresinin bayramı. Aslında kimi kurumların, mekanizmaların ve söylemlerin varlığı orada bunlara uygun bir 'gerçeklik' olduğu anlamına gelmiyor. Ulusal egemenlik söylemi için çocuklar 'araçsallaştırılıyor' ve bu vesileyle 'asıl devlet partisi' konumunu ideolojik olarak güçlendiriyor.
Genel Kurmaydan yapılan açıklamada "izleme dönemi bitti belirli hassasiyetler oluştu denmiş. Demek ki, birileri hükümeti gözetliyor ve belirli bir zaman sonra da hükümet hakkında bir karara varıp gereğini yapacak... Bütün bunlardan sonra, hâlâ demokrasiden, ulusal egemenlikten, "millî iradeden", vb. söz etmek niye? Bütün bunlar kitleyi aldatmak için, insanların olup-bitenleri anlamasını önlemek, yanılsama yaratmak için.
Çocuklara on beş yıl boyunca tarih okutuluyor ve bu on beş yıl boyunca çocukların kendi tarihlerini öğrenmeleri kesinlikle engelleniyor. Eğer insanlar kendi geçmişleri hakkında 'gerçek durumla' az çok örtüşen bir tarih bilgisine sahip olsalardı, herhalde yönetenler bu kadar kolay yönetemezlerdi. Tarihin bilinmesinin önlenmesi birilerinin iktidarının devamını sağlamaya yarıyor...
Bu yüzden söylemle 'gerçek durum' arasındaki uyumsuzluğu bilince çıkarmak önemledir.
Batı'da demokrasinin 'ileri' olduğuna hemen herkes inanır. Böyle bir inancın oluşmasında da siyasi partiler, seçimler ve bu yolla kitlelerin temsil edildiği düşüncesi etkili oluyor. Oysa temsili demokrasi demokrasinin önünü kesmek için düşünülmüş bir şeydi. Bizde ve başka yerlerde o kadarı da olmadığı için insanlar 'Batı demokrasisi' denilene hayranlık duyuyor. Her şey göreceli olduğuna göre...
Bizde demokrasinin kurumları ve mekanizmaları olarak sunulanların asıl işlevi demokrasinin önünü kesmektir. Batı'da son tahlilde içi boş da olsa, bir retorik de olsa, demokratik kurum ve mekanizmalar belirli bir mücadele sonucu kazanıldığı için, olur olmaz müdahaleye maruz kalmaz. Mesela seçilmiş bir parlamento ve onun çıkardığı bir hükümeti birileri izlemez. Böyle bir şeyi aklından bile geçirmez.
Biz de Meclis devlet tarafından oluşturulur
Bizde siyasi partiler, seçimler, o seçimler sonucu oluşan meclisin çıkardığı hükümetler seyirciyi oyalamak içindir. Bunlar içi boş kabuktur. Bizde meclis halk tarafından değil, devlet tarafından oluşturulmuştur. Hükümet olabilen veya olma potansiyeli olan siyasi partiler halkın özgür iradesiyle kurulmuş örgütler değildir. Devletin kurulmasına ve yaşamasına izin verdiği örgütlerdir. Yüksek yargının bir kesimi de kitlenin işe karışmasını, ('milli iradenin tecellisini densin) engellemek için dizayn edilmiştir.
Türkiye'de siyasi partiler ekseri birer 'muvazaa partisi' (danışıklı dövüş) olarak kurulurlar, kurdurulurlar. Bu yüzden ülkenin kaderini elinde tutan her zaman benim 'asıl devlet partisi' dediğim kesimdir ve bu kesim esas itibariyle askeri kanadın belirleyici olduğu devlet aygıtının üst düzey adamları tarafından oluşturuluyor. Eğer buraya kadar söylediklerimiz doğruysa, o zaman 'asıl devlet partisiyle' siyasi partiler ve hükümetler arasındaki ilişki bir çeşit müteahhit-taşeron ilişkisidir.
Müteahhit işi doğrudan kendi yapmasının zorlaştığı durumlarda taşerona veriyor ama gözü taşeronun üzerinde olmak kaydıyla... İşte, zaman zaman ortaya çıkan 'gerilim ve krizlerin' nedeni budur ve müteahhitle taşeron arasındaki üslup ve algılama farkından kaynaklanıyor. Belirli aralıklarla yapılan askeri darbeleri de bu bütünlük içinde anlamak gerekir.
İttihat Terakki geleneği
Türkiye'de ilk parlamento (1876) padişah tarafından açıldı ve hemen kapatıldı. İkinci açılış bir askeri darbeyle oldu ( 1908). Ondan sonra bir açma-kapama geleneği oluştu. Ama bir başka gelenek daha oluşmuştu. Darbeyle iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki Cemiyeti (partisi) iktidara geldiği halde kendini feshetmedi. Bu, tarihte pek de rastlanan bir durum değildir. Hem iktidar olup hem de 'gizli yapılanmanın' devamı bizim siyasi geleneğimizin önemli bir bileşenidir.
Bu durum bir çeşit görünen iktidar - 'gerçek iktidar' ikili yapısının oluşmasını sağladı. Böylesi bir anlayış, yapı ve işleyiş geçerliyken, demokrasinin kurum ve mekanizmaları tam da karşıtını gerçekleştirmenin aracına dönüşüyorlar... Demokrasinin ve demokratikleşmenin engellenmesini sağlıyorlar. Durum böyle olsa da elbette retorik farklı...
Bütün bu süreçte demokrasiye ihtiyacı olanların hiçbir dahil olmadı. 23 Nisan 1920 de Ankara'da açılan TBMM, İstanbul'daki Osmanlı Meclis- i Mebusan'ının Ankara'ya taşınmasından ibaretti. Muvazaa niteliği taşımayan bir parti olan ve Milli Mücadelenin karizmatik bazı unsurları (çoğunluğu Osmanlı paşası) tarafından kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın 'irticaya bulaştığı',vb. gerekçesiyle kapatılmasından 1946'ya kadar ( bu arada bir çeşit kamuoyu yoklaması yapmak için Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF)kurduruldu ve üç ay sonra kapatıldı) devlet-hükümet-parti özdeşliği vardı.
1946'da artık işi taşerona verme zamanının geldiği düşünüldü ve bir muvazaa partisi olan Demokrat Parti ( DP) kurduruldu. Bu parti 1950'de seçimleri kazanarak hükümet oldu ( iktidar değil). 1960'daki askeri darbeyle sözleşmesi feshedilip işine son verildi. Kendinden sonrakilere ders olsun diye de partinin lideri idam edildi. İzleyen dönemde yeni muvazaa partileri kurduruldu ve duruma göre bunlar taşeron olarak kullanıldı.
1971 de asıl devlet partisi 1960'dakinden biraz farklı biçimde müdahale etti. 1980'deki darbe tüm siyasi partileri kapattı. Bu sefer işi ciddi tutmaya kararlıydılar. Ne de olsa kırk yıllık 'taşerona verme' geleneği oluşmuştu. Bu sefer muhtemel taşeronların neyi nasıl yapacakları, neyi neden yapmayacakları detaylı olarak belirlenmişti ( 1982 anayasayı ve diğer cunta kanunlarıyla....) Bu arada taşeronlar da 'asıl devlet partisinin' üslubunu doğru 'yorumlamayı', 'algılamayı' öğrendiler.
Neyi tartışıyoruz?
Necmettin Erbakan'ın Refah Partisi'yle (RP) uslup farkı ortaya çıkınca 28 Şubat 1997 'de yeniden müdahale ettiler... Şimdilerde ortaya çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile 'asıl devlet partisi' arasındaki 'sürtüşme ve gerilimi' yukarda söylenenleri dikkate almadan anlamak mümkün değildir. AKP, "gerilim yaratan taraf biz olmayız" diyor. Siz istediğiniz kadar dil dökün nâfile... Sözleşmeyi tek taralı olarak bozma gücüne sahip olan, sizin gerekçelerinizi asla dikkate almaz... Meclis başkanının eşinin nasıl giyineceğine, nerelere gidip nerelere gidemeyeceğine varıncaya kadar, her şeye karışanlar sizin yakınmalarınızı neden dikkate alsın? Öyle bir demokratik-laik rejim ki, insanların başına ne örtecekleriyle uğraşmayı başlıca 'görevleri' arasında sayıyor... Dolayısıyla asıl kabul edilmeyenin kim olduğunun bilinmesi gerekir.
Kim kimi kabul etmiyor? Bir de siyasi partilerin, seçimlerin, hükümetlerin ne işe yaradığının bilinmesinde fayda var. Aksi halde yanlış şeyleri tartışıyormuş gibi yaparak aldanmaktan, aldatılmaktan kurtulmamız mümkün değildir. Genel dış siyasetin çerçevesi hegemonik güç olan ABD tarafından belirlenirken, ekonominin yönetimi Uluslar arası Para Fonu'na (IMF) bırakılmışken, iç siyaset de MGK kanalıyla 'asıl devlet partisine' tevdi edilmişken şu tartışmalar rahatsız edici ve saçma değil mi? (NK/BB)
Ara başlıklar ve vurgular Bianet'e aittir.