Bilindiği gibi 80'li yıllarda ivme kazanan, 90'lı yıllarda iyice belirginleşen ve saldırganlaşan küreselleşme olgusu ile yapısal uyum programları ayrılmaz bir bütün oluşturmaktadır.
Emperyalist metropollerde yükselen tarım/gıda stoklarına yeni pazar alanları yaratmak amacıyla birçok azgelişmiş ülkede yerel tarımı çökerten ve çiftçilerin yoksullaşmasına yol açan IMF-Dünya Bankası patentli yapısal uyum programları, üç yıldır Türkiye tarımında da uygulanıyor.
Tarım programının altyapısını Dünya Bankası hazırladı
Altyapısı Dünya Bankası'nca hazırlanan ve bu bankanın kredileri ile desteklenen, Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARIP) adı altında dayatılan bu program uyarınca tarımda destekleme fiyatı uygulamasına son verildi, tarım kredilerine ve girdilerine verilen sübvansiyonlar kaldırıldı. Dünyanın hiçbir ülkesinde tek destekleme politikası olarak uygulanmayan doğrudan gelir desteği (DGD) sistemine geçişte önemli adımlar atıldı. Destekleme alım miktarları azaltıldı, destekleme fiyatları gerçekleşen enflasyonun çok altında belirlendi. Tarım satış kooperatifleri birlikleri (TSKB), Ziraat Bankası, TEKEL ve Şeker Fabrikaları'nın özelleştirilmelerine olanak veren yasalar yürürlüğe girdi. Tarımsal KİT'lerin (ORÜS, EBK, TZDK, TİGEM) özelleştirmelerine devam edildi.
IMF programının yarattığı krizden en çok tarım etkilendi
Yapısal uyum ve onun neden olduğu krizler diğer sektörleri olduğu gibi tarımı da derinden etkiledi. 2001'de tarım sektörü sabit fiyatlarla % 6.1 küçüldü. 2000'de 28 milyar dolar olan tarımsal katma değer % 31 oranında azalarak 19.4 milyar dolara düştü. Tarımda 2000'de 1261 dolar olan kişi başına milli gelir 1000 doları altına (878 dolara) geriledi. Tarım ve tarım dışı kesimler arasındaki mevcut gelir uçurumu daha da büyüdü.
AKP, IMF programının temel çatısını bozmayacak
Elimizde AKP'nin tarımda yapacaklarına ilişkin yeterli doküman bulunuyor. Öncelikle belirtmek gerekir ki AKP, 16 Kasımda, kurulacak hükümetin 1 yıllık "acil planı"nı açıkladı ve "IMF ile yapılan stand-by anlaşmasına dayalı ekonomik programın temel çatısını bozmayacağını" ilan etti.
AKP'nin seçim bildirgesinin tarım ve hayvancılık bölümü seçim öncesi ve sonrasında gerek Bianet'te, gerekse diğer yazılı ve görsel basında ayrıntılı olarak değerlendirildi. Ben de Bianet'te yayımlanan 21 Ekim tarihli yazımı bu konuya ayırmıştım. AKP'nin uygulayacağı tarım politikası ana başlıklarıyla şöyle özetlenebilir:
* Devletin fiyatlara müdahalesi yerine, fiyatların serbest piyasada oluşması esas alınarak, üretimin piyasa koşullarındaki talebe göre yönlenmesi sağlanacak.
* Devlet, tarım ürünlerinin ticaretini yapmayı bırakacak.
* Ürün borsalarının gelişmesi desteklenecek.
* Mülkiyete dayalı olarak uygulanan DGD sistemindeki aksaklıklar giderilecek; dar gelirli çiftçileri hedefleyen bir yapı oluşturulacak.
* Arazi ve Çiftçi Kayıt Sistemi oluşturmaya yönelik çalışmalar tamamlanacak, Coğrafi Bilgi Sistemi, Çiftlik Muhasebe Veri Ağı ve Tarım Bilgi Sistemi geliştirilecek.
* Tarımsal faaliyet gösteren KİT'ler özelleştirilecek, TMO stratejik stok yönetimi çerçevesinde faaliyetini sürdürecek.
* Tarım ve Köyişleri Bakanlığı yeni şartlar ve ihtiyaçlar dikkate alınarak yeniden yapılandırılacak.
* Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri ile Tarım Kredi Kooperatifleri özerkleştirilerek rasyonel şekilde çalışmaları hususunda gerekli önlemler alınacak.
* Çiftçiyi ve mahsulü risklere karşı korumak amacıyla, risk yönetimi araçları geliştirilecek; tarımsal sigorta sistemi, vadeli işlemler borsası, sözleşmeli tarım ve stok yönetimi araçları uygulamaya konacak.
* Devlet arazilerinin uygun koşullarla özel sektör işletmelerine kullandırılması sağlanacak.
16 Kasımda açıklanan "acil plan"da yukarıda sayılanlara ek olarak altı ay içinde çerçeve tarım yasasının çıkarılacağı eklenmekte, "IMF ile imzalanan stand-by anlaşmasına dayalı temel programın çatısını bozmadan tarım sektörü için bazı konuların müzakere edileceği" belirtilmektedir.
Yeni gibi sunulan bu eski programın ne denli "yeni" olduğu üzerinde biraz düşünelim:
Tarım ürünleri ticareti serbetleşecek, KİT'ler özelleştirilecek
(Devletin tarım ürünleri fiyatlarına müdahale etmemesi ve tarım ürünleri ticaretinin serbestleştirilmesi çokuluslu tarım/gıda şirketlerinin hayata geçirmek için yıllardır dayattıkları bir sistem olup tarımda IMF-Dünya Bankası programının mimarı John Nash'ın 1998 tarihli raporunda da yer almıştır.
(Tarımsal KİT'lerin özelleştirilmesi, yukarıda belirtilen rapor dahil IMF ve Dünya Bankası'na verilen tüm niyet mektupları ve bu kuruluşlarla yapılan tüm anlaşmalarda yer almakta, küreselleşmenin ve tarıma yönelen yıkım saldırısının temel öğelerinden birisi olarak sürdürülmektedir. Böylelikle tarım sektörüne yönelik destekleme kurumları bir bir ortadan kaldırılmaktadır.
Doğrudan gelir sistemi sürdürülecek
(AKP'nin "aksaklıklarını gidererek" sürdüreceği DGD sistemi; bilindiği gibi, emperyalist metropollerin bağımlı ülkelerin tarım ekonomilerini tümüyle denetim altında tutmak ve kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirmek amacıyla başvurduğu saldırılardan birisi olup, halen uygulanmakta olan reform paketinin temel öğesini oluşturmaktadır. Bu sistemle tarımda üretim planlaması tümüyle uluslararası sermayeye bırakılmış, hangi ürünün ne kadar üretileceği konusundaki irade ulusal karar mekanizmalarının dışına çıkarılmıştır.
AKP'ye göre, DGD dar gelirli çiftçileri hedefleyecek. Yani üretime ilişkin kararlar uluslararası sermaye tarafından belirlenecek, bu arada olası yoksul köylü muhalefeti DGD adı altında verilecek "sadaka" ile yumuşatılmaya çalışılacak.
(Çerçeve tarım, tarım ürünleri sigortası ve üretici birlikleri yasaları, çiftçi muhasebe veri ağı ve tarım bilgi sistemleri 8. Planda, AB'ye verilen ulusal program ve Dünya Bankası'yla yapılan ARIP anlaşmasında yer almaktadır. Yani AKP, uluslararası sermayenin tarımdaki yıkım programını sürdüreceği ilan etmektedir.
Sözleşmeli tarım uygulanacak
(Uygulamaya konacağı belirtilen sözleşmeli tarım, kapitalizmin köylülüğü kendine özgü bir tarzda tasfiye etme ve küresel sömürgeciliği kurumsallaştırma araçlarından birisidir. Uygulanan neo liberal politikalarla devlet-köylü ilişkisi çözülmekte, yerini sermaye-köylü ilşkisi almaktadır. Arada devletin bulunduğu bu ilişki sözleşmeli üreticilik modeli üzerinde yükselmektedir. Bu modelin dünya genelinde uygulayıcı ve savunucusu çokuluslu şirketlerdir. Sözleşmeli üreticilik modeliyle çiftçiler, yabancı sermayeli gıda şirketlerinin taşeronu haline getirilmektedir.
Tarım Bakanlığı ve TSKB'ler yeniden yapılandırılacak
(TSKB'leri "etkin ve sürdürülebilir bir şekilde özerk ve mali yönden bağımsız kılmak" kisvesi altında hazırlanan, gerçekte bu örgütlerin işletme ve tesislerinin özelleştirilmesini amaçlayan yasa, zaten 16 Haziran 2000'de yürürlüğe girmiştir.
(AKP, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının yeni koşullar ve gereksinimler dikkate alınarak yeniden yapılandırılacağını belirtiyor. Oysa Bakanlık IMF ve Dünya Bankası'nca üst kurullar aracılığıyla zaten yeniden yapılandırılmış ve işlevleri aşındırılmıştır.
Devlet arazileri özel sektöre kullandırılacak
(Devlet arazilerinin uygun koşullarla özel sektör işletmelerine kullandırılacağı konusu ise "malumu ilandan" başka bir anlama gelmiyor. Kamuya ait tarım işletmeleri (TİGEM) "özel sektörle ortak üretim yapma" kisvesi altında zaten tarım-gıda tekellerine devredilmektedir.
AKP'nin seçim bildirgesinde Türkiye'de tarım sektörüne yıllarca önem verilmediği, özellikle son yıllarda yaşanan derin ekonomik krizden çiftçilerin çok olumsuz etkilendiği, uygulanmakta olan ekonomik programın da tarım sektörünün sorunlarına çözüm getiremediği ve çiftçilerin daha da zor duruma düştüğü belirtilmekte; devletin tarımı desteklemek zorunda olduğu vurgulanmaktadır.
IMF ve Dünya Bankası programlarının uygulandıkları ülkelerde tarımı yıkıma uğrattığı, özellikle küçük üretici köylüleri yoksullaştırdığı ve giderek tasfiye ettiği, bu programların gerçekte emperyalist metropollerin ve uluslararası mali sermayenin işine yaradığı birçok araştırmada ortaya konuldu. Bu süreçle daha geç tanışan Türkiye, şimdi diğerleriyle aynı kaderi paylaşıyor.
Kısaca belirtmek gerekirse, AKP'ye ilişkin dokümanlardan tarımı, çiftçiyi bugünkü duruma getiren, yıkıma uğratan politikaların büyük ölçüde sürdürüleceği anlaşılıyor. Bir yandan çiftçiye şirin görünmek için popülist söylemler sıralanıyor, öte yandan tarımı çökerten, dışa bağımlılığı artıran IMF-Dünya Bankası programının temel çatısının bozulmayacağı vurgulanıyor.
IMF programını emekçilerin örgütlenmesi geriletebilir
Türkiye'de emekçilerin çıkarlarını temel alan ve onlara dayanan örgütlenmeler çok yetersiz ve etkisiz. Bu durum, egemen sınıfların IMF ve Dünya Bankası programlarını kararlı bir şekilde uygulamasını kolaylaştırıyor. Tarım emekçileri için tek çıkar yol, toplumsal-ekonomik çıkarlarına hizmet edecek güçlü bir örgütlenmeyi yaratmak ve örgütlü mücadeleyi başlatabilmektir. IMF-Dünya Bankası patentli programın uygulanmasını ve aleyhlerine gelişen süreci ancak bu şekilde etkileyebilirler. (NO/EK)