"Ele avuca gelmeyen travma"
Geçen hafta 17-18 Kasım tarihlerinde Bilgi Üniversitesi ve Goethe Enstitüsü "Karanlık Geçmiş, Tarihsel Profesyonellik ve Kamuoyu" başlıklı bir konferans düzenledi. Konferansın dikkat çekici yönü Türkiye, Yunanistan, Almanya ve İsrail'den bilim insanlarının kendi toplumlarında konuşulması zor olanları konuşmalarıydı.
Konferansın bilimsel düzenleyeni Doç. Christoph K. Neumann, verili zaman kısıtlılığında birbirinin aynası olan ülkeler seçmeye çalıştığını söylerken "Megali Idea'nın bozguna uğraması Yunanistan'da problemli bir şey, İsrail'de Nakba olarak 1948 de öyle. Türkiye'de her ne kadar 6-7 Eylül gibi konular konuşulsa da laf dönüp dolaşıp Ermeni meselesine geliyor, çünkü ülkenin ele avuca sığmayan travması bu" diyordu.
Dinleyenlerin sorularını özellikle Ermeni meselesi üzerinden sorması, bu konuda daha çok konuşulması gerektiğinin kanıtıydı.
Atina Panteion Üniversitesi'nden Prof. Anastasia Anagnostopoulou ve Ileana Moroni, Yunanistan'da konuşulması zor olan iki konu üzerine konuştular.
Anagsnostopoulou, 1919-1922 arasında İstanbul'daki Rum Patrikhanesi'nin "Megali Idea"yı kendi iktidarını korumak için üstlenmesi sürecini anlatırken, Moroni Yunan milliyetçi tarihyazımında 6-7 Eylül Olayları'nın nasıl "Konstantinopolis'in İkinci Düşüşü" olarak yerini aldığını açıkladı.
Moroni, Kıbrıs olaylarının, 1922'yle aynı potaya konduğunu ve Helenizm fikrini yenilgiye uğratan olaylar dizisinden biri olarak algılandığını ifade etti.
YÖK'ün günlük sirkülerleri ve akademik özgürlük
Sabancı Üniversitesi'nden Prof. Halil Berktay "İzmir Yangını ve Ermeni Soykırımı Konusunda 'Diktatörlüğün Moral Ortamı': Mitleri Devam Ettirmek, Bilimselliği Kötülemek ve Kamusal Alanla Söylemi Tekel Altına Almak için Teknolojiler" başlıklı sunumunda, Richard Overy'nin "Diktatörlüğün Moral Evreni" adlı kitabının çizdiği teorik çerçevenin Türkiye'de yaşayan aydınların, sosyal bilimcilerin her gün yaşadıkları baskı ve ikna ortamını açıklamakta yararlı olduğunu söylüyor.
Berktay'a göre Türkiye, bu kitapta yer aldığı anlamıyla bir diktatörlüğü hiç yaşamamış olsa da, Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) ya da Dışişleri Bakanlığı'nın her gün Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) aracılığıyla üniversitelere gönderdiği sirkülerler, bu sirkülerlerin gereğinin yapılması yükümlülüğü, devlet üniversitesinde görev yapan öğretim elemanlarının çalıştıkları alışılmış baskı ortamını oluşturuyor.
Berktay, "Öğretim üyelerine Ermeni sorununa ilişkin uydurma iftiraları cevaplamak için ne tür görevler verildiği soruluyor.(...) Düşünün bir, 22 yaşında bir lisans öğrencisisiniz, lisansüstüne geçiyorsunuz, sürekli bir baskı ortamındasınız ve 20-30 yıl böyle bir akademik atmosferde yaşıyorsunuz, diktatörlüğün ahlaki evreninden başka ne olabilir bu? (...) Bu sirkülerleri gönderen insanlar, bu belgelerin ulusal çıkarlara uygun araştırma kavramına tamamen yabancı birinin eline geçeceğinden hiç endişe etmezler" diyor.
Üniversitelerin senatolarının Ermeni sorunu ya da Kıbrıs sorunu gibi konularda toplanıp kararlar aldıklarını ve bunların hiç de çözüme yönelik kararlar olmadığını söyleyen Berktay, bu daimi basınç ortamının gazetelerde, televizyonlarda yer bulmasa da öğrencilerin ve öğretim üyelerinin yaşadığı günlük hayat olduğuna dikkat çekti.
Berktay, otoriteryan devletçi geleneğin kurulmasında "İttihatçılık"ın önemini vurguluyor ve doğru bildiğini söylememeyi tercih eden, bunu da toplumsal yarar adına yapmanın sonunda korkutulmuş yalancılar toplumu yarattığını söylüyor.
"Hafıza varoldukça kayıp devam eder"
Bilgi Üniversitesi'nden Doç. Christoph K. Neumann, "1915 Hakkında Konuşmak, Susmanın Duvarında Delikler Var mı?" başlıklı konuşmasında sessizlik duvarının ayrıntılarda şekillendiğini belirterek, "Herkes Ermenilerin 1915'te evlerinden sürüldüğünü kabul ediyor; fakat suçun devamı kaybın devamıyla ilgili. Hafıza varoldukça kayıp devam eder. Kayıp tazmin edilmedi, edilemez de" diyor.
Yas ve kayıp üzerinden daha çok çalışmalar yapılmasının önemini vurgulayan Neumann, şu ana kadar yaşanan süreçte ortaya çıkan literatürün daha çok nostaljik nitelikli çalışmalardan oluştuğuna dikkati çekiyor.
İsrailli Siyonistlerin ve Filistinlilerin çatışması: Hafıza
Haifa Üniversitesi'nden Prof. Mahmoud Yazbak, "Geçmişin Karanlık Günleri: Nakba" konulu konuşmasında, İsrailli Siyonistlerle Filistinliler arasındaki temel çatışma noktasının hafıza olduğunu söylüyor.
Yazbak, 1948'de İsrail tarihi Filistin'in yüzde 78'i üzerine kurulurken, 800 bin Filistinlinin mülteci konumuna düştüğünü, 531 köyün ve 11 kentsel mahallenin yok edildiğini hatırlattı: "İsrail Yahudiler için bir devlet olarak kurulurken, Filistinliler için yurtlarından olmak ve Ortadoğu'nun çeşitli ülkelerine dağılmak anlamına geldi; yüz binlerce Filistinli halen Suriye, Lübnan, Irak, Ürdün, Batı Şeria ve Gazze'de mülteci kamplarında yaşıyor"
İsrailli Yahudi tarihçi İlan Pappe'nin yeni kitabı "Filistinlilerin Etnik Temziliği"ne değinen Yazbak, Pappe'nin, "acılı tarihe yapılacak yolculuğun daha iyi bir gelecek yaratmak için hem İsrailliler hem de Filistinliler için gerekli olduğunu" söylediğini aktarıyor.
Bir savaş alanı olarak hafıza ile bir barış alanı olarak susma duvarındaki delikler. Zor tartışmaların odağındaki tarihçiler, kendi ülkelerindeki suskunluk duvarlarına yeni delikler açtılar, böylece duvar biraz daha "delik deşik" oldu. (TS/TK)