Fethin Babası, Fatih Sultan Mehmed kitabı evde kapalı kaldığımız günlerin öncesinde yayımlandı. Kitabın üzerimde garip bir etkisi oldu. Doğduğum ve yaşadığım şehre başka bir gözle bakmaya başladım. Tabii yalnız İstanbul değil, Fatih Sultan Mehmed de fazlasıyla ilgi alanım içine girdi. Gemileri karadan Haliç'e nasıl indirdi? Yoksa bizim evin bulunduğu yokuştan mı indirdi? Atını hangi sahilden denize sürdü? Demek Zonaro'nun tablosu hakiki bir sahneyi canlandırıyormuş gibi yepyeni sorulara cevap bulmaya başladım. Belki de bu kitap, Covid19 ile buluştuğu için İstanbul'un ve Fatih'in sırları benim gözümde önem kazandı.
Teyfur Erdoğdu ön sözünde şöyle diyor: “Ne milliyet ne de din açısından taraf tutmadan yazmaya çalıştım. Bunun bugüne kadar maalesef yetkinlikle yapılmamış olduğunu gözlemledim. Devrin kaynaklarından yabancılar tarafından kaleme alınanlar Fatih'e genellikle saygıyla karışık bir korku ile yaklaşmışlardır. Menfi yorumlar ağır basıyordu. Yerliler ise abartı ile. Yerlilerin yaklaşımları hep olumlamak üzerine idi. Modern tarihçilerin de yeterince tarafsız olamadıklarını müşahede ettim.”
Fatih'i canlı anlatımıyla Halil İnalcık'ın ağzından dinleyen, Osmanlıca ve İtalyanca belgeleri onunla birlikte derslikte okuyan bir öğrencisi Teyfur Erdoğdu. Artık o da Yıldız Üniversitesinin öğretim üyelerinden. Mimarlık ve tarih öğrenimi yapmış olmasıbu kitaba farklı bir derinlik katmış. Çalışmasına 2016 yılında başlamış; kaynakları da hep orijinal dilinde incelemeyi esas almış. Rusça ve Yunanca kaynakları orijinal dilinde inceleyemediği için hayıflanıyor.
Sizleri Teyfur Erdoğdu'ya yönelttiğim sorular ve yanıtları ile baş başa bırakıyorum.
Yaşadığımız şehirden başlasak. Fatih Sultan Mehmed'in, “İstanbul tahrip olmasın” duygusu ve ısrarı 15. yy için yeni bir yaklaşım mı? Sultanlar gidiyor ama şehirler asırlarca ayakta kalabiliyor.
Çok güzel soru. Burası tabi özel. Roma’nın ikinci başkenti. Bazı şehirler var, tahrip edilebilir, yerle bir edilebilir. Sonra istenirse yeniden inşa edilir. Bu şehirdeyse gizli olan anlam 19. Yüzyılın sonuna kadar baki kaldı. Neydi o? İmparatorluk. İstanbul 15. Yüzyılda tek. Sadece İstanbul’a sahip olan imparator olabiliyor gibi neredeyse. Venedik mi, Pisa mı, Roma mı, Paris mi? Bir devleti imparatorluk yapacak şehir yok Batı’da o tarihlerde. Sonraki yüzyıllar için var tamam ama onlar sonra gelecekler. Bir de Fatih’in kendisi cihan hükümdarı olmak istiyor. Bu mefkuresine de uygun bir yer İstanbul. Taç giydiren, kılıç kuşatan şehir, İstanbul.
Şehirlerin o asırda, kıymeti neydi? Para, itibar, şan şöhret, toprak, iktidar, insan, dini hakimiyet, dünyaya hakimiyet ...?
Şehirler dinin, iktisadın merkezidir. Ancak şehre sahip olunarak devlet olunur. Şehirler ticaretin merkezidir. Masif üretim yapmadan yaşayanların mekanıdır. Tabiplerin, katiplerin, tüccarların, askeri birliklerin yurdudur. Şehir, etrafına bağımlı asalak bir birimdir. Medeniyet ürünlerinin sergilendiği mekandır. Bu bakımdan sahip olunan şehirlerin sayısı ve (fiziksel, iktisadi) büyüklükleri bir devletin gücünü gösterirdi.
Bizans, şehri teslim etmiş olsaydı bir başka İstanbul'da mı yaşıyor olacaktık? Şehir çok mu zarar gördü?
Tarihçiliğin temel ilkesidir, faraziyeler üzerinden bir senaryo yazamaz. Bu yüzden sorunuzun ilk kısmını atlıyorum. Şehir evet zaten bayındırlık bakımından yorgundu, çoğu devlet binası yıkıktı. Kuşatma sırasında Bizans ordusu da şehirdeki binaları parçalayarak onlardan elde ettikleri taş, tahta, toprak ve metalleri savunma için kullandılar. Şehir iyice zarar gördü. Bir de iki gün süren yeniçeri yağması eklenince sivil-resmi mimari de oldukça harap oldu. Lakin kullanılamayacak durumda değil hiçbiri. Buna rağmen Fatih, Edirne’ye döndükten sonra şehrin imarının tamamlanması için aylarca şehre uğramadı.
Fatih şehri şenlendirmeye çalıştı
Yağma sırasında şehrin kadınlarına ne oldu? Dönemin geleneği neydi?
Onlar yağmaya katılanların hakkıdır. Onlara el koymak şehrin kuşatmasına katılanlara şeriatın verdiği bir haktır. Yalnız evli ve bekar kadın ayrımı vardır. Yağma esnasında yakalanan kadınların sahipliği ele geçirene intikal eder. Yeniçeri olmayan yağmacılar isterlerse bu ele geçirdikleri kadınları yanlarında alıkoyabilirler, ev içi veya ev dışı (tarım, madencilik, dokumacılık gibi sektörlerde) köle olarak kullanabilirler veya pazarda sattırabilirlerdi. Yeniçeriler ise yanlarında alıkoyamazlar. Bunun dışında yağma esnasında cinsel taciz, tecavüz, yağmadan sonra ise yaralama, uzuv eksiltme vb benzeri zulümler yasaktır. Kölelerin de Roma hukukundan farklı olarak geniş hakları mevcuttur. Lakin önemle belirtmek isterim ki Fatih bu köleleştirme faaliyetine karşı kendi cebinden ödemeler yaparak birçok esiri sahiplerinden satın alarak serbest bırakmış ve şehri şenlendirmeye çalışmıştır. İskanı öncelikle bu satın aldığı ve hürriyetlerine kavuşturduğu esirlerle gerçekleştirmiştir.
1453 yılındaki kuşatmada zaten Osmanlının elinde olan İstanbul semtleri hangileri, zapt edilen yerler hangileri. Bugünün semt isimleriyle birkaç örnek istesem?
İstanbul o tarihte malum sur içi ile sınırlı. Bu bakımdan Osmanlı’nın elinde hiç bir semt yok. Lakin bugün itibariyle düşünecek olursak, Fındıklı ve Beşiktaş yönüne doğru tüm alan (Dolmabahçe...), Kasımpaşa ve Haliç’in içlerine doğru tüm alan, Galata’nın sırtları (Beyoğlu, Taksim...), Eyüp ve Haliç’in içlerine doğru tüm alan, Yedikule ve Avrupa’ya doğru tüm alan (Zeytinburnu, Merter, Bakırköy), Edirnekapı ve arkası (Cevizlibağ, Davutpaşa...). Yani Bizans yarımadaya sıkışmış durumdadır.
Savaşın öncesinde Bizans imparatorluğu ile arası nasıldı? Depremde zarar gören Ayasofya'nın ayakta kalabilmesi için yardım göndermesi çok ilgimi çekti. Ali Neccar isimli mimarı yollaması?
Fatih’in babası Murad. Murad döneminde de İstanbul kuşatılıyor, lakin başarısız olunuyor. Buna rağmen ticaret gibi münasebetler hep canlı. Ne zaman kuşatma oluyorsa kapılar kapanıyor ve husumet sıcak çatışmaya dönüyordu. II. Mehmed zamanında böyle oldu. Geliş gidişler var. Ticaret canlı. Ama arada hep bir husumet var. Ne zaman ki II. Mehmed savaş niyetini açık etti husumet ilişkileri birden bire kopardı. Diplomasi durdu, savaş başladı.
Kitabın çıktığı günlerde Ottoman dizisi Netflix'te de yayına girdi. İstanbul kuşatmasını izledik. Diziye dair görüşünüzü merak ediyorum. Dizi fetihle bittiği için sonrasını göremedik.
Dizi bir çok tarihsel hatayı içinde barındırsa da görsellik bakımından hoş. Lakin anlatı formunu korumuyor, araya bilim insanlarıyla yapılan mülakatlar sıkıştırılarak gerçekçiliğini arttırmaya çalışıyor. Fakat nihayetinde bir sanat ürünü ve kurmaca (fiction). Bu yüzden diziden tarih öğrenmenin pek bir imkanı yok. Devamı gelecek mi ben de merakla bekliyorum.
Dizide, Çandarlı dersini iyi çalışsın diye Şehzadeyi kamçılıyor. Hem de bizzat. Bir şehzade kamçılanır mı?
Şehzade Mehmed’in çocukken haylaz olduğunu ve derslerini dinlemediğini biliyoruz. Kaynaklarımız bu tür kamçılanma hadiselerinin varlığından bahsediyorlar. Bunların sayısının birden fazla olamayacağını düşünüyorum. Lakin bunların ulemanın gelişen olaylar içindeki rolünü vurgulamaya abartmaya yönelik olduğunu düşünüyorum. Cihan padişahı olacak kişiyi biz eğittik bizim sayemizde cihan hükümdarı oldu der gibi ulema kökenli müverrihler (tarihçi prototipleri).
Yine dizide, Sultan Murad oğlunun hocası Molla Gürani'ye oğlum haylaz onu dövebilirsin diyor? Genelde durumu hep şamaroğlanları ile idare etmişlerdir sanırdım.
Dediğim gibi bunları ulema kökenli müverrihlerin eklemeleri olarak okumak daha sağlıklı olacaktır. Böyle hadiselerin varlığını inkar etmek mümkün değil tabi, sert disipline dayanan Osmanlı klasik eğitimini göz önünde bulundurursak.
Kitabınızdan, Fatih'in annesinin Hüma Sultan olduğu, cariyelikten geldiği ve 1449'da Fatih'in ona Bursa'da bir türbe yaptırdığını okuyoruz. Pekiyi Fatih'in annesi onunla birlikte sancakları dolaştı mı? Yani oğluyla ilgilenebildi mi? Yoksa Sütannesi mi büyütüyor onu.
Mehmed on yedi yaşına kadar anacığı vefat edene kadar onu yanında tuttu. Birlikte idiler. Lakin sütannesi Hundi Hatun’un da Mehmed’in sevgi ile büyümesinde etkisi büyüktür.
Üvey annesi Sırp Prensesi Mara ile arasının çok iyi olduğu anlatılıyor. Aynı zamanda, aynı yerlerde bulunuyorlar mı? Amasya'da, Bursa'da, Manisa'da, Edirne'de?
Araları iyi ama Mehmed daha ziyade anacığı ve sütannesi ile birlikte.
Hakiki Fatih'i bulmak ne demek?
Bir tarihçinin ortaya koyduğu Fatih bir gerçek Fatih’dir. Bu bir gerçek Fatih ile bir başka tarihçinin ortaya koyduğu Fatih gerçeği örtüşmeyebilir. Lakin nümende bulunan hakiki Fatih asla yazılamayacaktır. O hakiki Fatih yaşamıştır. Lakin büyük tarih felsefesine göre kendi gerçeğini yaşayan Fatih dahi kendi hakikatinin sırlarına vakıf olamadan yaşamıştır, bütün insanlar gibi. Tarihçinin vazifesi elden geldiğince isabetli ve tarafsız olmaya çalışarak bir gerçek Fatih ortaya çıkarmaktır. Yoksa hakiki Fatih’i portreleştirmek tarih felsefesine göre imkansızdır.
Halil İnalcık kitabı okuyabilmiş olsaydı beğenecekti diye düşünüyorum. Ne dersin? İlişkinizi biraz daha anlatabilir misin?
Kitap haddizatında İnalcık’ın Fatih hakkındaki derslerinin ve biyografiye yaklaşımının bir meyvesidir diyebilirim. Hoca ile birlikte dokuz sene geçirdiğim yakın ilişki tarihçiliğimi derinden etkiledi ve şekillendirdi. Bu bakımdan bu kitabı yazmamı İnalcık’a borçluyum. Beğenir miydi? Beğenmese bile o bizim babamızdı. O ne derse öpüp başımıza koyardık. Yaşasaydı da beğenmeseydi. Sert (hiç olamazdı ya ayrı konu) eleştirseydi de ben de kitabı daha ileri bir seviyeye taşıyabilseydim. Hüzünlendim, bu soru ile.
Tanrı tarihçilerden ürkmeli miyiz?
Kesinlikle, zira onlar okuyucuların tarihçilere yönelik güvenlerini istismar ediyorlar. Ulaştıkları gerçekleri, hatta mütereddit gerçekleri bile hakikatler (tartışılmaz mutlak gerçekler) olarak sunup üzerimizde bu bilgi vasıtasıyla Foucaultvari tahakküm ve iktidar kurmak istiyorlar. Okuyucuyu küçük görüyorlar. Bu yüzden aradaki ilişki okur yazar ilişkisini aşarak tanrı-kul ilişkisine dönüyor.
İnsanı kurumların üstünde görüyordu, diyorsunuz. Hümanistler safında olduğunu söyleyen tarihçilerden yola çıkıyorsunuz? Okuyucuya siz karar verin diyorsunuz ama ben kitabı bitirdiğimde bu konuda bir karar veremedim. Yardımcı olur musunuz?
Kendi çevresine topladığı devşirme kökenli “kul”lar için geçerli değil Fatih’in insanı kurumlar üstünde tutması. O genel ve soyut manada insan için mücadele ettiğini düşünüyor. Kurumların sağlamlığı ve işlevselliğini önemsiyor lakin bunları insan refahı ve mutluluğu için kullanıyor diye düşünüyorum.
Fatih'in dinlere yaklaşımında hoşgörünün ağır bastığını bilirdik. Gaza peşinde koşan, Allah’ın kılıcı olduğunu söyleyen bir Fatih. Hümanizmle bu nasıl bağdaşıyor. Gerçekten çok güçlü bir dindarlığı mı var?
Benim kanaatim güçlü bir mütedeyyin. Fatih devrinde cari Osmanlı ülküsünde gaza “zulme” uğrayan halkları “zalim” hükümdarlarının elinden kurtarmaya yönelik. Bu kurtarıcı görevini tamamladıktan sonra ele geçirdiği bölgedeki halkı rasyonel ve standart bir hukuk nizamına bağlayıp orayı idare etmeye başlıyor. Oradakilerin dinlerine, dillerine, örf ve adetlerine genel nizamı bozmamak şartıyla karışmak kesinlikle yok. Lakin vergi almaya başlıyor, tabi. Deniyor ki biz keyfi uygulama yaparak halkına zulmeden hükümdarları kırıyoruz, halkı değil. Böylelikle insanı zalimin zulmünden kurtarıyoruz. Kuramsal ve söylem olarak böyle. Uygulamada buna çok dikkat ediliyor. Bugün ben tarafsız bakmaya çalışınca şunu da görüyorum İslam devletinin güçlenmesi için de fetihler yapılmış. Bunu da Osmanlı şöyle açıklıyor, insan için devlet olmalı, devlet-i aliye güçlü olmalı ki hem içerideki halk hem tüm insanlık rahat nefes alabilsin. Görüldüğü üzere bir miktar devlet, insan içindir; insan gücü de devlet için...
A. Teyfur Erdoğdu hakkında
Yıldız Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri bölümü öğretim üyesi (2006-). Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim görevlisi (1993-1999). Otto-Friedrich Bamberg (Almanya, 1999-2000); Edinburgh (İskoçya, 2001); Aix-Marseille I (Fransa, 2000-2006) ve Chicago (ABD, 2014) üniversitelerinde burslu olarak akademik ve bilimsel faaliyetlerde bulundu.
Fransızca’dan çeşitli çeviriler yaptı. Osmanlı tarihi, mimarlık, kavramlar, sosyal medya, estetik ve şehirciliğe yönelik çalışmalar yayınladı, dersler verdi. Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık. İstanbul Üniversitesi Kamu Yönetimi (Lisans). İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi (Y. Lisans). Hacettepe Üniversitesi Tarih (Doktora). Osmanlıca, İngilizce, Fransızca ve Almanca bilir. 1970’de İstanbul’da doğdu. (İÇ/APA)