Bütünüyle kendine dönük ve kendi üzerine kapanmış paranoid hayatlar var şu dünyada. Fakat bunun tam tersi, belli bir yaratma ya da sevme biçimine vakfedilen hayatlar da var. Kendini neredeyse tümden paranteze alarak, sıradan ötekilerin baş edemeyeceği şeyleri yapan, engellenemez bir tutkuyla dışa yönelen bir adanmışlık biçimi var. Bu adanmışlık, belirli bir trajik boyut içerebiliyor; fakat yine de buradaki trajedi büyüleyici bir trajedi.
Tutkulu adanmışlık hikayelerinin içinde kaybolmak, fanatik akıldışılığın yalayıp yuttuğu bir coğrafyada yaşanan zor zamanlarda insana çok iyi geliyor. Benim bir zamandır içinde kaybolduğum hikaye, 20. Yüzyılın belki de en ilginç karakterlerinden birinin hikayesi. Hayatında da sanatında da her şeyden çok özel bir “karakter” olarak beliren bir kadının hikayesi.
Gündelik hayat casusu: Bayan hiç kimse
Karakter; gerçek hayatta fazlaca rastladığımız bir şey değil aslında. Bu yüzden de onun hikayesiyle ilk karşılaştığımızda, bir parça irkiliyoruz. Tuhaf buluyoruz bir parça. Fakat çok derinlikli bir tuhaflık bu. Bu tuhaf hayatları ve bu tuhaf karakterli kadınları her zaman çok sevdiğimi baştan söylemeliyim.
Uzun bir hayatı neredeyse sanatının kamuflajı olarak yaşadı bu kadın. Bir “casus” gibi dolaştı; mezbahalar, yaban çilekleriyle dolu ormanlar, gettolar, limanlar, suç mahalleri… 1950’li yıllardan itibaren Amerika’nın ve hatta dünyanın arka cebinde ne varsa oraya yanaştı. Dikizledi ve deklanşöre bastı. Başka hayatlardan bir parçayı gizlice koparıp aldı. Kendi hayatı üzerinde inanılmaz korumacı ve dışlayıcı bir kontrole sahip olmasına rağmen, başka insanların burnunun dibine girdi.
Kim olduğunu öğrenmek isteyenlere, “ben gizemli kadınım” demekle yetindi kimi zaman. O, sokakların, sokaklardaki anonim gündelik hayatın, bu anonim gündeliğin içinde hiç kimsenin göremediği çarpıcı ayrıntıların saplantılı biçimde peşine düşmüş bir casustu. Zorunlu haller dışında adını bile –bir casus- gibi esirgedi insanlardan. Miss V. Smith diye cevap verdiği çok oldu adını soranlara; diğer bir deyişle "Bayan Hiç kimse”.
Sokaklardan insan ve eşya görüntülerini, perspektif ve resimleri koparıp alır gibi yüklerken fotoğraf karelerine, hayatını da sürdürebilmek için yapabileceği en iyi işi yaptı. O bir Dadı’ydı. Bildiğimiz çocuk bakıcısı… Kimi zaman yaşlı insanlara da baktı.
Sokaklardan istediği zaman istediği şeyi alabilmek için zaten mesleği onu eğitmişti. İri gövdesiyle, zengin Amerikan evlerinin her köşesinde, küçücük çocukların peşinde koşturması gerekiyordu. Bir yandan da o iri gövdeyi kimsenin gözüne sokmaması, adeta görünmez kılması şarttı. Sokaklardan istediği şeyi alırken de aynı türden bir beceriyi ustaca kullandı.
Adı Vivian Maier’di. Telaffuz edilirken bir kadifenin yumuşak hışırtılarını yayan bu güzel ve kıpırtılı isim, o yumuşaklık hissiyatına taban tabana zıt bir dış imge ve bedende yaşadı. Yaşına ve muhtemel ki karizmasına bakarak kendisine “Mrs. Maier” diye seslenenlere, “Miss Maier” diye düzeltmeyi yapıştırıyor ve ekliyordu. “bununla da gurur duyuyorum”.
Tanıyanlar onu, asker postallarına benzeyen ayakkabılarla gezen, Sovyet askerleri gibi yürüyen, kocaman şapkalar ve kocaman paltolar giyen, ketum bir kadın olarak tanımlıyor. Birçok kişi, sınırları çok katı çizilmiş “özel” hayatından söz ediyor. Her şeyiyle çok özel. İşin ilginci şu ki, bu “özel hayat,” New York’un banliyölerindeki başka ailelerin müreffeh hayatlarının içine yerleşmek ve oralarda sürmek zorunda.
Çatı katlarında, her zaman kilit altında tutulan ve tavana kadar gazete yığınları, kutular, 8 ya da 16 mm filmler, negatifler, fotoğraflar, bit pazarlarından toplanmış her şey, biriktirilebilecek her şeyle tıka basa dolu gerçek bir çöp oda, o şatovari evlere sığmak zorunda.
Mary Poppins her yere gider!
Vivian Maier bakımı altındaki çocuklara ebeveynlerinin asla yaşatamayacağı heyecanlar yaşatan bir dadıydı. Yine de onun derdi çocuklara heyecan yaşatmak filan değildi; kendi heyecanının peşinden gidiyordu. Bir masa başında ya da tezgah arkasında çalışarak yapamayacağı şeyleri yapabilmek için bu işi seçmişti. Sokakları, parkları, korulukları ve kenar mahalleleri özgürce dolaşma imkanı sunan bir işti dadılık. Sadece boş zamanlarında da değil üstelik, bakımı altındaki çocukları yanına alarak dünyayı özgürce keşfe çıkabileceği bir ikinci hayatı olmuştu adeta. Kırk yıl boyunca dadılık yaparken muhteşem fotoğraflar çekmişti.
Yıllar boyu yanında kaldığı aileler, Maier’in bedeninin ayrılmaz bir parçası gibi olmuş fotoğraf makinasıyla dışarıda bulunduğu sürece çekim yapıp durmasını çok da kurcalamamış. Sanki Dadı’yı çok da merak etmemişler. Genellikle işini iyi yaptığını düşündükleri bu freak karakteri fazla tecessüs göstermeden kabullenmişler ve her şey öylece orada kalmış. Maier’in tam olarak kalmasını istediği yerde belki.
Bu aileler, yine de onun bazı özel meziyetlerinin farkına varmış; onlara göre Vivian Maier, bir tür Mary Poppins’ti. Mary Poppins adlı eğlenceli dadının maceralarını anlatan, dizi çocuk kitaplarından uyarlanmış filmin önemli repliklerinden birini hatırlarsak, bu benzetmenin nedeni de kolayca anlaşılır. "Parka mı götürecek? Mary Poppins mi? Bunu diğer dadılar yapar. Mary Poppins'le olduğunuzda hiç hayal etmediğiniz yerlere gidersiniz."
Fotoğraflar: Vivian Maier’in Mirası
Fotoğraflarına gelince, insanın içini sızlatan bir taraf da yok değil bu fotoğraflarda. Bir yandan da Vivian Maier’in bütün duyarlılıklarını açığa vuran bir taraf. Kız çocuklarının ellerinden tutan kadınları ve bu çocukların masum sarılışlarını çekmiş. Genç, yaşlı, şık, bakımlı, kürklü, tüllü şapkalı kadınları çekmiş. Şişman, yoksul, bakımsız, çalışan işçi kadınları ve kapı aralarında sohbet eden kadınları da. 1956’da mesela, New York’ta bir caddenin ortasında kavga ederken polisin müdahale ettiği Ermeni kadın da var fotoğraflarda, kara çarşaflı kadınlar da.
Sokak çocukları, koltuk değnekli sakat dilenciler, evsizler, alkolikler, kimsesizler… Bütün yüzü ve başı ağır bir yanığın izlerini taşıyan bir adam telefon kabininde yakalanmış objektifine. Metroda birbirinin omzunda uyuyakalan çiftler ve arka sokaklardaki bıçkın delikanlılar, sokakta çocuğunun ayakkabısını düzgün giydirmeye çalışan iyi giyimli bir baba. Çöp karıştıran çocuklar, çöp kutularının içleri... Maier insanları ve de sokakları insanlara ait kılan her tür malzemeyi, 50’lerin, 60’ların, 70’lerin, 80’lerin ve 90’ların gündelik hayatının yaşandığı her köşeyi ayrı bir tutkuyla çerçevelemiş.
Vivian Maier bu dünyaya, sanatının izi bir dedektif titizliğiyle sürülmeksizin öğrenilmesi mümkün olmayan bir hikayeyi miras bıraktı. Gerçi Maier’ın öyküsünde hayat ve sanat gibi ayırt edilebilir iki katman bulabileceğimiz de epeyce kuşkulu. Üstelik bu hikayenin henüz pek azına vakıf durumdayız.
Kimdi Vivian Maier? Çok büyük bir çoğunluğunu hiç basmadığı, yani kendisinin bile hiç görmediği on binlerce fotoğrafı hangi dürtülerle çekmişti? Fotoğrafları basacak para bulamadığını söylemek bir parça güç. Zira maddi imkanlarının sınırlılığı bugün artık açıkça biliniyor olsa da, on binlerce rulo film satın almak yerine, parasının bir kısmını çektiği fotoğrafları tab etmeye ayırabilirdi. Bunu yapmadığına göre, sadece, insanların ve sokakların ki sanatının en temel malzemesi buydu, vizöre düşen görüntülerine saplantıyla tutkulu bir kaçık mıydı?
Hayat hikayesi sanatını fazlasıyla belirlemiş olduğundan ve aslında bugün Vivian Maier’in kim olduğunu ortaya çıkarmak için sanatından başka izi sürülecek bir malzeme bulunmadığından bu ayrıntıların her biri fazlasıyla önemli. Sokak fotoğrafçısı Joel Meyerowitz, fotoğraflarına bakarak, Vivian’ın neden hoşlandığını, neyi iğrenç ve neyi gülünç bulunduğunu çıkarabilirsiniz, her şey orada fotoğraflarında duruyor derken çok haklı. Meyerowitz’e göre, Vivian sokakta ilgisini çeken şey her neyse dosdoğru ona gidiyor ve onu –makinasıyla- koparıp alıyor, çünkü onlar zaten Vivian Maier’e ait…
Bütün bu fotoğraflar bir yandan Vivian neye yöneldiyse onu sevgiyle kadrajlamış gibi; ama bir yandan da birçok fotoğrafta son anda fotoğraflandığını fark eden kişilerin yüzündeki şaşkınlık ve kimi zaman öfke yüzünden, adeta her birine bir silah doğrultulmuş gibi bir hisse kapılıyor insan bakarken. Vivian Maier’in en uzun yıllar kullandığı o epeyce iri Rolleiflex kamera, aynı zamanda sokaklarda ve başkalarının mahremiyetine girilen yerlerde adeta bir gizli kamera gibi kullanılabilecek türden bir kamera. Çünkü boynuna astığı bu kameranın vizörü üst tarafta olduğundan, Vivian Maier göğsünde tuttuğu bu kamerayla, vizöre bakmaksızın, insanlarla göz gözeyken fotoğraflarını çekebilmiş gizlice.
Feminist sanatçıların birçoğu gibi Vivian Maier de çok sayıda otoportre çekmiş. Su birikintisi, araba aynası, kapı tokmağı, pencere ve vitrin camı gibi her yansıtıcı yüzeyde kendi yansımasını ve kendi koca gölgesini fotoğraflamış. Bedeninin çimenliklerde, kumsalda, kaldırımlarda uzayıp giden devasa gölgesini birçok karede görebiliriz. Zaten fotoğraflarındaki güçlü kontrasttan, ışık ve gölgenin etkileyici kullanımlarından övgüyle söz ediliyor sık sık. Maier kendi gölgesi kadar diğer her şeyin gölgesini de dikkate değer bulmuş ve gölgelerin ait oldukları şeyi belirginleştirdiğini düşünüyormuş gibi geliyor insana.
"Vivian Maier fenomeni"
Bu fenomen dünyayı dolaşmaya başlayalı aslında üç dört yıl oldu.[1] Türkiye’de de son iki yıldan bu yana, başta blog yazarları olmak üzere belirli bir kesim tarafından ilgi gösterildi bu fenomene. Ancak yine de Maier’in gizemli hikayesini ve şaşırtıcı sanatsal üretimini biraz daha etraflıca anlatan yazılar yazılmadı pek.[2] Aslında daha fazla ilgi görmeyi çok hak eden bir hayat vardı karşımızda.
Vivian Maier’in hayatı, 2009 yılına kadar, aynı çatı altında yaşadığı insanlar bakımından bile çok büyük ölçüde gizli kalmış bir hayattı. John Maloof ve Charlie Siskel’in Vivian Maier’in Peşinde (2013-) adlı belgesel filmleri sayesinde haberdar olduk bu “gizemli” sanatçıdan. Yaz aylarında Avrupa’nın birçok ülkesinde vizyondaydı bu film.
Fransız bir annenin ve Avusturyalı bir babanın kızı olarak 1926 yılında New York’ta dünyaya geldi Vivian Maier. Fakat bundan sadece dört beş yıl önce internette adı arandığında tek satır bilgiye bile ulaşılamamıştı. John Maloof adında, ikinci el pazarların müdavimi ve amatör tarihçi olan genç bir emlakçı, 2007 yılında, Chicago’da yapılan bir müzayedede satışa çıkarılmış yüzlerce negatifle dolu bir kutuya tam 400 dolar ödemeye karar vermeseydi, Maier’den sonsuza kadar bihaber olacaktık büyük ihtimalle. Maloof, Chicago’da yaşadığı bölgedeki Portage Park hakkında hazırlayacağı bir tarih kitapçığı için işe yarar kareler bulabileceği düşüncesiyle bu kutuyu satın almıştı. Kader gibi bir şeydi bu.
John Maloof fotoğraf sanatı hakkında pek bir bilgisi olmamasına rağmen yanı başımızda birçok şaşırtıcı hayatın yaşanıyor olma ihtimalini –şükür ki- es geçmeyecek kadar sezgileri güçlü bir adamdı. Bir süre dolabında tuttuğu fotoğrafları inceledikçe özel bir şeyle karşı karşıya olduğundan giderek daha fazla emin oldu. Başka bazı alıcıların da bu negatiflerle dolu kutuları aldığını öğrendiğinde, o alıcıların elindeki fotoğrafları da satın almakta tereddüt etmedi.
John Maloof’un öğrenebildiği tek şey, Vivian Maier adındaki yaşlı bir kadın tarafından kiralanmış bir deponun, uzun zamandır ödenmeyen borcuna karşılık olarak çok sayıda diğer şahsi eşya yanında bu kutuların satışa çıkarıldığıydı. Yaşlı kadın hakkında başka da bir bilgiye ulaşamadı. Fotoğrafların değeri hakkında görüş alma girişimleri bir karşılık bulamadı. Ta ki bazı fotoğrafları bir sokak fotoğrafçılığı bloğuna ve flicker’a yükleyip, az sayıdaki bazı fotoğrafı da negatifleri basma işini finanse edebilmek ve çalışmalarını sürdürebilmek için e-bay üzerinden satışa sununcaya kadar bu böyle devam etti. Ne zaman ki fotoğraflar buralarda görüldü, Vivian Maier etrafındaki “kıyamet” de o zaman koptu…
Tahmin edemediği bir ilgiyle karşılaştı Maloof ve her ihtimale karşı yeniden Vivian Maier adını google’da aradığında, bu kez, birkaç gün önce verilmiş bir vefat ilanına rastladı… Ancak ilanda verilen telefon numarasını heyecanla tuşladığında geçersiz bir numara ile karşılaştı. Vivian Maier adı bir sır olmaya devam ediyordu. Nihayet bir gün, kutulardan birinin içinde, bir fotoğraf stüdyosundan “Vivian Maier” adına postalanmış bir zarf bulduğunda, bilgi alabileceği bir adrese de ulaşmış oldu. Verilen adreste oturanlar, Vivian Maier’in bir zamanlar çocuklarına dadılık yaptığını ve hayatını dadı olarak sürdürmüş biri olduğunu söylediler!
Vivian Maier’in büyüsüne yakalanmak
Bugün, Vivian Maier’in hikayesi tarafından tümüyle ele geçirilmiş John Maloof gibi birkaç isim daha var. Vivian Maier’in “parçalanmış arşivi,”[3] en geniş koleksiyonun sahibi olan John Maloof’la birlikte, üç kişinin elinde. Bu üç isim, neredeyse önceki uğraşlarını ve önceki hayatlarını tümden geride bırakarak toplamda 150.000’i aştığı anlaşılan negatif ile Maier tarafından basılmış yüzlerce “orijinal” fotoğraf ve kısa filmi ışığa çıkarma işini adeta tam zamanlı bir işe dönüştürmüşler.
Bunların dışında Maier tarafından ele geçirildiği açık olan bir diğer isim de Pamela Bannos. Vivian Maier için “o bir kadındı; ve bu hikaye, mirası bütünüyle erkeklerin ellerinde olan bir kadının hikayesi” diyerek önemli bir noktaya parmak basan Bannos bir fotoğraf sanatçısı, yazar ve aynı zamanda Northwestern Üniversitesinde sanat teorisi ve pratiği dersleri veren bir profesör. Vivian Maier’le ilgili en sofistike açıklamaların ondan gelmesi de şaşırtıcı değil.
Bannos’a göre, Vivian Maier, “kendisi de bir başka kadının kızı olan bir annenin kızıydı” ve bu üç kuşak kadının hepsi başka ailelerin hizmetinde çalışmıştı. 1901 yılında, arkasında 16 yaşındayken evlilik dışı dünyaya getirdiği bir kız çocuğu bırakarak New York’a göç eden büyükanne burada yıllar boyu aşçılık yaptı. Kızı ise yıllar sonra, 1914 yılında Amerikalı bir kadının yanındaki hizmetçi olarak New York’a ayak bastı; ancak New York’ta bulunduğu yıllar boyunca annesini hiç görmedi. Burada evlendi ve Vivian’ı dünyaya getirdi. 1905’te Avusturya-Macaristan’dan gelen bir aileye mensup kocası Charles ve bu evlilikten dünyaya gelen ilk erkek çocuğu ailenin tarihini araştıranların tespit ettiğine göre, Vivian daha dört yaşındayken hikayeden gizemli bir biçimde kaybolmuştu.
Vivian 4 yaşındayken ABD’de yapılan 1930 yılı nüfus sayımı, onu, annesiyle birlikte New York’ta, Fransız fotoğraf sanatçısı Jeanne Bertrand’ın evinde gösteriyordu. Bertrand, Vivian’ın annesinin Fransa’dan arkadaşıydı. O da evlilik dışı dünyaya getirdiği çocuğunu başkasına evlatlık vermek zorunda kalmış ve bundan sonra da ciddi psikolojik sorunlarla sürdürmüştü hayatını. Her ne kadar Bertrand’ın evinde kaldığı dönemde Vivian’ın yaşı çok küçük olsa da fotoğrafa olan ilgisinin kaynağında bu ilişkinin olduğu düşünülüyor.
Hayatı kızıyla birlikte Fransa’daki küçük kasaba ve New York arasında geçen anne de Vivian yirmili yaşlarındayken sahneden yine gizemli bir biçimde çekilmiş görünüyor. Vivian Maier annesini–bir biçimde- yaşamından tümüyle çıkarmış ve annesinin hala hayatta olduğunun anlaşıldığı bir dönemde, “vefat” ettiğini beyan etmiş. Bu ilişkileri, Pamela Bannos, BBC yapımı Vivian Maier: Who Took Nanny's Pictures? isimli belgeselde yine etkileyici bir sadelikle anlatırken; terk edilmiş, vazgeçilmiş ya da başkalarına verilmek zorunda kalınmış kız çocuklarıyla, evlatlarla dolu trajik bir hikaye olarak yorumluyor bu hikayeyi.
Fotoğrafçılık üzerine bir eğitim alıp almadığını merak ettiği Vivian Maier’in dedektif titizliğiyle izini sürüyor Pamela Bannos. Fakültesindeki ofisinin duvarına astığı koca bir New York haritası üzerinde Maier’in fotoğraflarındaki mekanları bularak işaretliyor. “Bakın” diyor, “3. Cadde boyunca gidip geliyor Vivian Maier.” Bannos, fotoğrafların çekildiği tarihleri çıkarıyor ve o tarihlerde New York’ta yapılan fotoğraf sergilerini araştırıyor. New York Modern Sanatlar Müzesi’nin önünde, 1952 yılında çekilmiş iki Salvador Dali fotoğrafı buluyor mesela. Vivian Maier, tarihi, gün ve ay olarak kendi eliyle not etmiş bu fotoğrafın arkasına. Aynı günlerde müzede beş büyük Fransız fotoğraf sanatçısının sergisinin olduğunu ortaya çıkarıyor Pamela Bannos. Bu tarihe kadar amatör bir makinayla fotoğraf çeken Vivian Maier’in bir süre sonra Rolleiflex marka makinayı kullanmaya başladığını keşfediyor. Beş büyük Fransız fotoğraf sanatçısının da çoğunlukla fotoğraflarını Rolleiflex’le çektiğini belirtiyor Bannos.
Kısacası, Vivian Maier’in eşyaları arasında bulunan, fotoğraf sanatına dair birçok başka kitapla birlikte, Bannos’un ortaya çıkardığı bu bilgi sayesinde, Maier’in sanatsal çalışmaları bir tarihsel arkaplana kavuşuyor. Sistematik bir eğitim almamış olsa bile, fotoğraf sanatına ve fotoğrafçılığa ciddi biçimde kafa yorduğunu, önemli sanatçıların tarzını ve tekniğini incelediğini öğrenmiş oluyoruz. Nitekim uzmanlar, Maier’in fotoğrafçılıktaki yeteneğini, Lisette Model, Gary Winogard, Diane Arbus ve Henri Cartier-Bresson ile karşılaştırıyor ve Maier’in, sokak fotoğrafçılığının öncüsü sayılan bu isimleri bildiğini ve sanatının onlardan yorumlar taşıdığını söylüyor.
Vivian Maier, bir yıldan uzun süren seyahatlere çıkmış; Mısır, Tayland, Yemen, Hindistan, Çin demeden dünyayı gezmiş ve tüm Güney Amerika’yı kamerasıyla boydan boya dolaşmış. 1960’lı yıllarda, yalnız ve yabancı bir kadının gitmesi için cesaret gerektiren yerlerde binlerce fotoğraf çekmiş.
Vivian Maier’in Peşinde adlı belgeselde görüşülen kişiler, birdenbire ünlenen bir Maier karşısında hüzünlü bir esef duygusuyla baş başa kalmış gibiler. Gözleri dalarak, bazen boğazlarında bir yumrukla, bazen hafif kızgın bir şekilde bir “Viv,” “Vivian,” “Mis Maier,” ya da “Miss Mayer” anlatıyorlar.
Bu yeni durum karşısında elbette en çok şaşırması beklenecek kişiler de Gensburg ailesinin üyeleri. Maier’in 16 yıl gibi uzun bir süre çocuklarına baktığı bir aile bu. Nitekim ailenin iki çocuğu hayatının epeyce yoksul geçen son döneminde Maier’i daha güzel bir eve yerleştirmeyi başarmış ve giderlerini üstlenecek kadar onu aileden biri saymış vefalı insanlar; ne iyi ki… Fakat onların bile Vivian Maier’in bir feminist, bir sosyalist (kimilerine göre ise anarşist) ve haberlerini herhangi bir kitleye ulaştırmasa da bir “yurttaş gazeteci” olduğundan ya da 20. yüzyılın önemli kadın fotoğraf sanatçılarından birinin elinde büyüdüklerinden haberleri olmamış.
John Maloof, Maier’in fotoğrafları ve biriktirdiği gazete yığınları üzerinde çalıştıkça ilginç bağlantılar da ortaya çıkmaya başlamış. Chicago’nun bir yerinde işlenmiş bir cinayet var diyelim, Maier önce bu haberin olduğu gazeteyi odasındaki gazete yığınlarına eklemiş, sonra suç mahalline, cenaze evine gitmiş, yine dizi dizi fotoğraflar çekmiş. Haberlerin devamını da biriktirmiş.
Grevleri, protestoları, film galalarını, şehre gelen Klaus Kinski, Audrey Hebburn gibi Hollywood yıldızlarını, Salvador Dali gibi sanatçıları, John F. Kennedy ve Richard Nixon gibi döneminin ABD başkanlarını takip etmiş ve fotoğraflarını çekmiş. Maier’in 150.000 negatifinin bugün henüz çok sınırlı bir kısmı basılmış durumda.
Fotoğraftaki boşluklar
Vivian Maier’in mirasından bize ulaşanlar, onun hakkında birçok şey söylüyor ama yine de resim kocaman bir boşluk da barındırıyor. Yanlarında çalıştığı kişileri, Vivian’ın üç kuşaktır Amerika’da yaşayan bir aileden olduğu ve New York’ta dünyaya geldiği bilgisi çok şaşırtıyor. Çünkü Vivian kendini onlara Fransız olarak tanıtmış ve Fransız aksanıyla konuşuyormuş. Lakin Vivian’ı tanıyan bir uzman, bunun “sahte” bir Fransız aksanı olduğu konusunda çok ısrarlı.
Önceleri annesiyle gidip uzun yıllar kaldığı ve II. Dünya savaşının hemen ardından da bir başına giderek bir süre yaşadığı Fransa’daki küçük kasabada ise Fransız kökenli tuhaf bir Amerikalı olarak görülmüş hep. Hatta casus olduğundan şüphelenilmiş ve hakkında bu yönde söylentiler yayılmış. Vivian’ın 1951 yılında döndüğü ve bu kez Chicago’ya yerleşmeyi seçtiği Amerikalı hayatı da sırlar ve cevabını arayan boşluklarla dolu.
Vivian Maier, ayda en az iki ya da üç kez Chicago Film Center’a giderek burada gösterilen Dışavurumcu Alman sineması örneklerini, Fellini ve Antonioni gibi yönetmenlerin filmlerini izliyor. 1990’lı yıllarda burada çalışırken tanıştığı Vivian Maier’le sık sık filmler hakkında konuşan Jim Depsey, her zaman kamera taşıyan Maier’in fotoğraf çektiğinden ya da hayatıyla ilişkili başka herhangi bir şeyden hiç söz etmediğini söylüyor. Vivian Maier’in evinde çalıştığı kadınlardan biri, bir gazetenin fotoğraf editörü ve tanıdığı birçok fotoğrafçı var. Uzun zaman aynı çatı altında yaşadığı bu kadın bile Vivian Maier’in fotoğrafla olan ilişkisinin boyutunu anlama şansına sahip olmamış.
Bu yüzden boşluk büyük… İnsanlarla arasına ördüğü bir duvar var. Bu duvarı hem korumayı hem de aşmayı becerebilen eğlenceli bir yanı da var. Fotoğraflarında insanlık hallerine yönelik muazzam merak ve şefkat çok açık. Fakat sanki kimseye gerçekten dokunamayış da var. Aniden yakınında biten her şeyden tuhaf bir irkiliş… “Karanlık bir tarafı” var ki birden fazla kişi söz ediyor bu hissiyattan. Biriktirdiği gazete yığınlarında dikkat çekici ölçülerde “üçüncü sayfa” haberi türünden haber var; cinayetler, çocuk istismarı, taciz, tecavüz hikayeleri. Görüşülen bazı kişiler bu yüzden, Vivian Maier’in hikayesinin bir yerinde her şeyi dönüştüren, “acı” bir şey, zulüm ve şiddet içeren bir şey olduğunu, böyle bir şeye maruz kalmış ya da tanıklık etmiş olabileceğini ima ediyor.
Maier’in büyüttüğü çocukların anlatılarıyla oluşan portre, çok tutarlı bir portre de değil. İlerleyen yıllar içinde, çocukların aşık olduğu Mary Poppins’ten, katı kuralları olan, kurallara uymayan çocukları hırpalayan bir Maier’e geçiş var sanki. Büyüttüğü bazı genç kadınlar, Maier’in, erkeklere güvenilmeyeceği ve onların seksten başka bir şey düşünmediği konusundaki ardı arkası gelmez öğütlerini hatırlıyor.
Vivian Maier açığa çıkmayı ister miydi?
Maier’in öyküsünü bize ulaştıran yolculukta, elbette büyük bir etik sorun da havada asılı duruyor. Hiçbir zaman tab etmediği, kendisinin bile görmediği fotoğraflarının, adını bile esirgemek istediği bir dünyada, bu kadar yayılmasını ister miydi bu kadın? Kimse bilmiyor. John Maloof ise Vivian’ın çok sayıda kendi ses kaydının (evet bir de bu ses kayıtları var) ve sokak röportajlarının arasında, cevabını bulmuş görünüyor: “Sanırım hiçbir şey sonsuza kadar sürmez. Başkaları için alan açmamız lazım. Bu bir çark. Bindiğinde sonuna kadar gitmek zorundasın. Ve sonra bir başkası sonuna kadar gitmek için aynı imkanı bulur ve böyle devam eder. Ve birileri onların da yerini alır...” diyor Vivian Maier.
Buzda kayarak düşmesinin ardından bir türlü tam olarak iyileşemeyen Vivian Maier, bakımevi ve hastahane arasında gidiş gelişlerle geçen aylardan sonra, 83 yaşında hayata veda ediyor. Son günlerinde yine Gensburg ailesinin çocukları göz kulak oluyor ona bu süreçte. Çok sevdiği New York Times gazetesini götürüyorlar ziyaretlerinde, dondurma götürüyorlar.
John Maloof’un –ilk bakışta hiçbir derinlik bulamayacağınız bu genç ve sevimli adamın- “Vivian’ı tarih kutusuna yerleştirmek istiyorum” derken gösterdiği samimiyet, gurur ve şefkat bu sürecin güzel yanı. Pamela Bannos’un bu erkek koleksiyoncularla ilgili çekincesine rağmen, Maloof’un ilgisi iyi ve inandırıcı geliyor insana. Ne de olsa, her gizli sanatçı böyle kendi sırrıyla büyülenmiş ellerde ışığı görme şansı bulamıyor. Bu da Vivian’ı hayattayken teğet geçmiş bir dünyanın tesellisi olsun.
Ben de sanki Maier aslında sanatıyla ünlenme konusunu hiç düşünmemiş diye düşünüyorum. Aslında ünlü bir fotoğrafçı olarak anılmayı ne istemiş, ne de tam olarak istememiş. Bununla basitçe hiç ilgilenmemiş gibi geliyor insana. Bir mülteci, bir münzevi ve yalnız ve farklı bir kadın olarak, sanatıyla şu dünyaya sığınmanın, koca cüssesiyle oraya sığmanın bir yolunu bulmuş. Hayata sığınmış. İnsanlardan kendini korumayı en çok istediği zaman bile yine onların en masum hallerine sığınmış. Kendi gölgesine sığınmış. Aynadaki mağrur, güzel yüzlü (evet çok güzel) yansımasına sığınmış. Elbette asıl sığınak fotoğraf çekmek. Filmleri basmaya zaman ayırmayacak kadar ne yapıyor olduğunu bilmiş olmak. Kadrajdan gördüğü hayatlardan bir şeyi koparıp alma, adeta "foto günlükler" oluşturarak bu anları sonsuza kadar koruma işine tutkuyla bağlı olmak.
Eğer Tanrı birine benzersiz bir tutkunun peşinde bir hayat geçirme gücünü ve bu gücü yönelteceği sınırsız bir yeteneği vermişse, geriye kalan “sınırlı” fanilere de oradan bir alacak hakkı doğuyor. Ben Maloof ve diğerlerini bu hakkı kullanmamıza aracılık eden kişiler olarak görme eğilimindeyim. Zira tarih, kutuya çekeceği şeyi er ya da geç buluyor ve biliyor nihayetinde…
[1] Bu yazı için Vivian Maier’in çeşitli web sayfalarında, bloglarda ve online galerilerde bulunan fotoğrafları ve youtube’da yayınlanan kısa filmlerini inceledim. Finding Vivian Maier (2013) ve Vivian Maier: Who Took Nanny’s Pictures (2013) isimlibelgesel filmler ile bu belgesellerin yapımcı ve yönetmenleri, Vivian Maier arşivinin koleksiyoncuları ve diğer uzmanlarla yapılmış röportajları izledim.
Vivian Maier hakkında, son bir kaç yıldır, başta ABD basını olmak üzere yabancı basında, sanat edebiyat dergilerinde yayımlanmış olan ve online olarak ulaşılabilen İngilizce yazıların neredeyse tamamını okudum. Bütün bu malzemede Vivian Maier’in hayatına ilişkin olgusal bilgiler birbirini tekrar ettiğinden ve belgesel filmler gibi bir ilk kaynak oluşturmadıklarından bu yazılara referans veremedim. Bunun yerine metnimde doğrudan kullanılmış ve belirli bir kişiye ait ifadeler ya da belli bir kaynak isimden gelen bilgiler söz konusu olduğunda metnin içinde doğrudan bu kişilerin adlarını andım.
[2] Kısa süre önce Murat Türker’in bianet için kaleme aldığı Merceğin Arkasındaki Gizemli kadın başlıklı güzel yazı, Vivian Maier hakkındaki az sayıda Türkçe metinden biriydi.
[3] Tanım Pamela Bannos’a ait.