Minimal bir dekor, hareketli ışıklar, küçük bir sahne ve bir palyaço... Elinde Taranta Babu'ya Mektuplar... Nazım Hikmet'in 1935 yılında İtalyan faşizmini anlatan mektuplar, İtalya'ya resim sanatını geliştirmek için gelen Etiyopyalı bir gencin karısına notlarından oluşuyor.
Mektuplar da Harun Güzeloğlu'nun rejisinde, Cansu Fırıncı'nın oyunculuğunda otel odasını ondan hemen sonra tutan bir palyaçonun eline düşüyor. Oyuncu Cansu Fırıncı, "Taranta Babu" oyununu ve bu ilginç seçimlerini anlattı.
Taranta Babu'yu sahnelemek enteresan fikir. Nereden çıktı?
Benim yıllardan beri tek kişilik oyun hayalim var. Bu da tabii ustaları, Genco Erkal gibi isimleri seyretmekle gelişen bir istek.
Bir türlü buna cesaret edememiştim şimdiye kadar, çünkü çok zor bir şey tek kişilik bir oyunda oynamak. Yıllarca sahneye çıkıyorsun ve sahnede seninle birlikte unutsan, gözünün içine baktığında seni kurtaracak, oyunun devamının sahnelenebileceği insanlarla sahneye çıkıyorsun. Ama tek kişi olunca her şey sana bağlı.
Harun'u (Güzeloğlu) aradım. O da İzmir Foça'da senaryo yazmak için kapanmıştı. Ona dedim ki "Nazım Hikmet'in Taranta Babu'ya Mektupları'nı oynamak istiyorum." Çünkü duygusunu içimde hissettiğim, okuduğum zaman gözümün içi parladığı bir metindi hep.
"Ben yıllar önce onun için bir metin hazırlamıştım. O metni sana göndereyim" dedi. Mektupları bir palyaçonun eline düşürmüş Harun, tiyatroya uyarlarken.
Palyaço olmak bambaşka bir disiplin... Her oyuncunun hâkim olabileceği bir şey değil, eğitimini almak lazım. Bir palyaço eğitmeni aramaya başladık. Ezgi Keskin'i bulduk. Yurt dışında "clown" (palyaço) eğitimi almış, Türkiye'de pek çok workshop yapmış.
O sırada ben "Kırgın Çiçekler" dizisinde oynuyordum. Sabah palyaço çalışıp, sonra sete gidip sahne çekip, sonra provaya git, provadan çıkıp palyaço eğitimine git. Böyle öldürücü bir tempo içinde üç aya yakın bir süre çalıştık.
Palyaço eğitiminin genel anlamda oyunculuğunuza nasıl bir etkisi oldu?
Çok katkısı oldu, her oyuncuya tavsiye ederim. Oyunculuğa farklı bir yerden bakmanızı sağlıyor. Kafanızın içinde başka çakralar açıyor. Hem bedensel çalışmaları hem ruhsal çalışmaları, anda olma, anda olan her şeye tıpkı bir bebek gibi her şeyden etkilenme ve her şeyle ilgili oyun kurma olanağı sağlıyor size.
Tabii biz "Taranta Babu'ya Mektuplar'ı" oynadığımız için metnin anlamından taviz vermek istemedik. Tam bir palyaço olarak oynamıyorum, clownesk bir tavırla oynuyorum. Tamamında palyaço olsam her şeye tepki vermem lazım, mektuplar anlamını yitirir. Bazı yerlerde duygu bütünlüğü var, onlar bölünebilir.
Biz Nazım Hikmet'in eserine bir zarar vermek istemediğimiz için, kelimesini değiştirmeden ve palyaço hicvi katarak, kimi zaman da grotesk bir tavırla kurduk. Bu şekilde tadını buldu.
Bu mütevazı sahne tasarımı ve kısıtlı dekorla çok hal anlatma hali riskli ama yerinde olmuş sizin oyunda. Nasıl bir kostüm ve dekor sürecinden geçtiniz?
Kostümümüzü Ankara'da Zeze Kostüm diye bir tasarımcı yaptı. Oyun fikri kafamızda oluşunca "Bu oyunun kostümünü ancak Zeze'den Nazan yapar" (Nazan Celebci) dedik. Gerçekten onun elinden çıkıp bize ulaştığında ve sahnede onu kullanmaya başladığımızda o bir rol kişisine dönüştü tek başına. Aslında tek kişilik denemez belki o yüzden. (Gülüyor) İki kişi oynuyoruz, kostümle oynuyoruz.
Bir sandalye var, bir trampet askısı var, bir bavul var, bir de o arkada bir askı ve o askıya asılan kıyafetler...
"Boğucu dekor yerine ışığı kullandık"
Bu tercihin hem pratik nedenleri var hem de tiyatro algımızla ilgisi var. Pratik nedeni oyunu kolay taşıyabilmek... Çünkü bu oyun üç valize sığıyor.
Teatral olarak da biz o dekora boğulmuş, dekorun konuştuğu oyunları sevmiyoruz. Seyircinin hayal gücünü kamçılamayı seviyoruz. Işık tasarımını Alev Topal yaptı. Alev Topal da oyunun bütün sahne değişimlerini, bütün karakter değişimlerini ve hareketliliğini ışıkla gerçekleştirdi.
Bu nedenle de seyirciye hayal dünyanı açık tutmalısın. Bizimle birlikte bütün o hayal dünyasını görmelisin diyor.
Merak duygusunu gıcıklayan bir tavır geliştiriyor. Bunun da seyircideki olumlu yansımasını görüyoruz.
Biz bu oyunu klasik bir sahneleme biçimiyle de yapabilirdik. Bir yatak koyardık, bir komodin koyardık. İnsanların duygularını sömürecek, herkesi ağlatacak, duygu patlamaları yaratacak bir reji de yapabilirdik. Ama seyircinin faşist İtalya'yı, Mussolini'yi sorgulamasını ve günümüz dünyasıyla koşutluk koymasını istedik.
Taranta Babu'ya 8. MektupMussolini çok konuşuyor TARANTA - BABU! |
"Nazım Hikmet'in metni her devre uyuyor"
Mussolini İtalyası'nı anlatan bir metin var. Şu an dünyada yükselen aşırı sağ ve liderlerine gönderme de var mı?
O günün koşullarıyla bugünün koşulları tabii ki birbirinden çok farklı ama benzerlikler de var. Sermaye diktatörlüğünün Nazi boyutunda değil belki ama faşizan bir görüntü sergilemeye başladığını dünyada görüyoruz.
Biz oyunun sadece iki yerinde güncelleme yaptık. Biri bir mektubun sırasını değiştirdik. 8'inci mektubu bir reji tercihi olarak oyunun sonuna aldık. Onun da neden olduğunu izleyici anlıyor. İkincisi de bir düdük oyunumuz var, onda da bir güncellememiz var. Sürprizi kaçmasın söylemeyeyim.
Bu iki güncelleme dışında hiçbir güncelleme yapmadık çünkü Nazım Hikmet'in metni zaten evrencel değere sahip bir metin.
Dünyadaki sınıfsal dengeler, zengin-fakir ayırımı, dünyanın zenginliklerinin büyük kısmının çok küçük bir elde topladığı düzen değişmediği sürece bu metin dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir yılda oynanabilir ve insanlara hep bir şeyler anlatır.
Biz metnin o kendi güncelliğine yaslandık, özel bir güncelleme çabasına girmedik çünkü bu metni hafifletirdi. İşi çiğleştirirdi.
"Oyun Mussolini gibi diktatörleri uyarıyor"
"Kendini dünyanın miğferi sanan bir deli her şeyi yapabilir ve o böyle bir deliydi..." Mektuplardan bu cümle ne ifade ediyor size?
Özellikle son dönemde ülkeleri yöneten liderler, hadi Trump'tan söz edelim deli gibi hareket ediyorlar. Bunun pek çok başka örneği var başka ülkelerde başka coğrafyalarda.
Diledikleri her şeyi yapabileceklerini düşünüyorlar. Bir akıl tutulması yaşıyorlar bir süre sonra.
Çünkü iktidarları güçlü, çünkü sermaye sınıfı arkalarında, çünkü zengine daha çok kazandırıyorlar ve yoksulları daha yoksul yaşamaya ikna edebiliyorlar bir süre.
Bunun hep böyle gidebileceği yanılsamasına kapılınca sonsuza kadar iktidar olacaklarını düşünüyorlar. Ama öyle bir dünya yok. Hitler'in, Mussolini'nin sonuna bakmaları yeterli. Dünyada nice diktatör, tiran ülkeleri ve coğrafyaları ele geçirmiş ama hepsinin sonu acı bir şekilde bitmiş.
Bir gün o iktidarlarını kaybetmişler ve zavallı bir duruma düşmüşler.
Aslında belki de metnin onlara yönelik bir uyarısıdır seyirciye uyarıdan ziyade. Kendinizi dünyanın miğferi sanıyorsunuz ama gerçek böyle sonuçlanmayabilir.
Bir yandan yoğun bir dizi programı var. Diziye devam ederken tiyatroya üvey evlat muamelesi yapmayan oyunculardansınız. Nasıl kuruyorsunuz bu dengeyi?
Burada yapımcıların tavrı çok önemli. Daha önce Kırgın Çiçekler dizisinde çalıştığım dönemde de, şu anda Kızlarım İçin dizisinde çalıştığım süreçte de oyunculara yaklaşımı doğru ve sağlıklı olan iki yapımcı firma var. Şu kafalarında net, bir tiyatro oyuncusu bir karakter yaratma konusunda başarılı.
Kamera karşısında istedikleri performansı bu oyunculardan gayet rahat alabiliyorlar. Bu insanların set disiplini var. Ezberlerini yapmış, rollerini çalışmış olarak gidiyorlar. Sette kimseye egosantrik bir hareketleri yok. Kimseyle ego çarpıştırmıyorlar, işlerini yapmanın gayretindeler. Bunları yapmalarının temel motivasyonu da ayaklarını tiyatro sahnesine basıyor olmaları.
Ama tabii ki Türkiye'deki dizi koşulları da bizden şunu talep ediyor. Ben oyundan önce sete gidebilirim, oyundan sonra da sete gidebilirim. Çünkü biz 120 dakika iş çekiyoruz haftalık ve 200'e yakın set emekçisi benim o sette bulunmama göre iş programı çıkartıyor. Dolayısıyla iki taraf da bir fedakarlıkta bulunuyor.
Eskiden tiyatro oyuncularının kamera önünde olması çok makbul değildi yönetmenler için. Çünkü tiyatro oyuncuları kamera önünde büyük oynuyorlardı tiyatro sahnesinde gibi.
Sonra biz kameranın değişik ölçeklerde çekim yapabildiğini algıladık. Dolayısıyla yakın çekim planlarında daha küçük ve doğal, geniş planlarda daha büyük oynamayı öğrendik.
Bu sefer yapımcılar, "Tiyatrocu olsun, çünkü bunlar iyi oyuncu, sete disiplinli geliyorlar, ama tiyatrosu olmasın çünkü program yapamıyoruz" demeye başladılar.
"Seyirci çekmek için popülariteye düşmedik"
Nazım Hikmet'in dünya görüşüne, hayata karşı tavrına saygı gösteren bir yol çizdik A'den Z'ye. Onun temel örneğini şuradan verebilirim. İyi kötü ben dizilerde tanınan, bilinen bir oyuncuyum. Ama oyunun afişinde sadece palyaço makyajlı bir afiş var.
Biz televizyondaki popülariteyi kullanarak seyirci avlama derdine düşmedik. Seyirci gelsin, oyunu izlesin, birine tavsiye etsin ve insanlar beğeni üzerine oyuna gelsinler istedik. Bu Nazım Hikmet'in dünya görüşünü, aynı insani tavrı paylaştığımız için bize yakışan tavır budur diye düşündük.
"Alternatif tiyatro sahneleri yaratıcılığı arttırdı"
Tiyatro izleyicisinin şu anki durumu nedir peki?
Türkiye enteresan bir dönemden geçiyor. Alternatif tiyatroların seyircisi geçmiş dönemlere göre artmaya başladı. Çünkü büyük salonların çoğu kapatıldı, kapıları özel tiyatrolara da kapandı.
Yeni salonlar tiyatro yapmaya uygun değil. Devlet tiyatrosu, şehir tiyatrosu gibi ödenekli tiyatrolar ya da reklam gücü yüksek prodüksiyon tiyatroları dışında kendi yağıyla kavrulan özel tiyatroların geniş toplumsal kesimlerle buluşmasının olanakları azaldı.
Tiyatronun önemli bir kesimi küçük, alternatif salonlara yöneldi. Bunlar 40-50 kişilik mütevazı salonlar. Ama bu salonlarda aslında tiyatro yapmaya uygun olmayan mekanın yapısı yaratıcılığı arttırdı.
İçinde üç tane kolon olan bir salonda tiyatro yapmaya çalışıyorsunuz mesela. Yukarısı basık, seyircinin görüş alanı kısıtlı. Zor, yaratıcılık doğurur. Bu tarz tiyatroların yaptıkları oyunların kalitesi, yaratıcılığı yükseldi. Zaman içinde seyircinin buraya doğru akmaya başladığını gördük biz.
Bugün Türkiye'nin geldiği noktada azımsanmayacak alternatif bir tiyatro izleyicisi var. Ama tabii Türkiye gibi 80 milyonluk bir seyirci kitlesine baktığımızda bu rakamın çok ciddi bir rakam olduğunu söylemek zor.
"Palyaço fikri metnin hicvinden doğdu"
Oyunun yönetmeni Harun Güzeloğlu ise mektupları bir palyaçoya okutma seçimini şu sözlerle anlattı:
"Oyuncularla yönetmenler arasında bir fark vardır tiyatro metinlerini okurken. Oyuncular daha çok karakterlerle haşır neşir olurken, yönetmenler de meselenin dünyasıyla daha çok ilgileniyor.
"Metinde tamam "faşizm kötü bir şey" mesajı var. Ama bir taraftan da faşizmin aptal yanı gösteriliyor. İnsanları salakça şeylere inandırabiliyorlar. Hitler döneminden de biliyoruz, kafatası ölçüyorlar mesela, ona göre insanların yaratıcılık seviyesini anlamaya çalışıyorlar. Aslında bunlar bir taraftan korkunç, bir taraftan da komik.
"Metinde de faşizmle dalga geçen yerler vardı. Palyaço fikri oradan doğdu aslında. Biraz o komedinin altını çizmek, metindeki hicvi vurgulamak istedik."
Taranta Babu Oyun Takvimi08 Aralık Cuma 20.30 Altkat Sanat (Kadıköy) |
Cansu Fırıncı hakkında16.03.1982 yılında Bartın'da dünyaya gelen Cansu Fırıncı, Hacettepe Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümünü kazandı, ancak oyuncu olmak istediği için okulu bıraktı. Değişim Atölyesi Oyuncuları ve Ankara Nazım Hikmet Kültür Evi oyunlarında yer aldı. İlk yer aldıı proje TV ekranlarındaki bölümlük işlerin dışında devamlı ilk dizi projesi ise 2014 yılında çekilen "Urfalıyım Ezelden" dizisinde canlandırdığı Recep karakteri oldu. Ardından "Kırgın Çiçekler" dizisinde Kemal karakterini oynadı. 2014 yılında "Yolculuk" filminde Bekir karakterini, 2015 yılında "Can Tertip" filminde Sülo karakterini ve 2015 yılında "Kanlı Postal" filminde Horoz karakterlerini oynadı. Kırgın Çiçekler dizisinde kötü adam Kemal karakteri ile uyum sağlayan Cansu Fırıncı, Kanal D ekranlarında yayınlanan "Kızlarım İçin" dizisinde de sorumsuz ve sadece kendini düşünen Çetin Küçük karakterini canlandırıyor. |
(PT)