TTB yaklaşık 40 yıldır bu ülkenin "yüz akı" kurumlarından birisi sayılan "muhalif" bir örgüttür. Yalnız hekimler içinde değil, tüm toplum, dahası dünya ölçeğinde de onun bu niteliği teslim edilir, savunulur.
TTB söylem ve eylemleriyle hemen hemen her zaman gerçekleri ortaya koymuş, doğruları işaret etmiştir. İktidarların pek çoğu bu örgütü sevmez. Dahası bu iktidarın da sıkça ifade ettiği gibi bu örgütü ve yöneticilerini kendilerine ve uygulamalarına ayak bağı olarak görürler.
Çünkü bu örgüt "toplumun zarar göreceği" karar ve uygulamalara "yapabildiği kadarıyla" itiraz etmiş, "müzakere"lerle itirazını dillendirmiş, karşılık bulmayınca muhalefet etmiş ve bu muhalefetini "yasal ve meşru yolları" kullanarak verdiği mücadeleyle yükseltmiştir. Benzer başka örgütlerle bir araya gelerek çeşitli platformlarda bunları topluma anlatmaya çalışmıştır.
Ondan yana olan "muhalif medya" da, çıkarları nedeniyle "iktidarlar"dan yana olan TTB'ye muhalif "ana akım medya" da TTB yi her zaman bir "haber kaynağı", söylemleri ve eylemleri dile getirilecek bir "yapı" olarak görmüşlerdir. Sağlık ve tıbbı, bazı durumlarda da ülkenin içinden geçtiği sorunları yazıp çizerken bu örgütün yöneticilerinin ne dediğini sürekli,olarak sormuşlardır. Söylediklerini yazmışlardır.
Habercilik ve politika
Tüm bunları neden yazdım?
Yazdım çünkü yukarıda anlatmaya çalıştığım olayların bir örneği şu günlerde yaşanıyor. İktidar ve TTB yine karşı karşıya.
İktidar meclisteki çoğunluğuna dayanarak adına "torba yasa" denilen ve çeşitli yasaların çeşitli hükümlerinde bazı değişiklikler yapan bir düzenleme çıkarttı.
Bu yasa yalnız sağlık çalışanlarını değil ülkemiz tıbbını ve sağlık ortamını, dolayısıyla vatandaşın sağlığını doğrudan etkileyecek olan değişiklikler getiriyor.
Hükümetin sağlık alanında uygulamaya koyduğu ve yanlışlıkları nedeniyle yaşanan mağduriyetleri her gün gözlediğimiz pek çok uygulama gibi, bu yasanın ortaya koyduğu değişikler de "insanların sağlık hakkı ve hasta haklarını" ihlâl edecek.
Doğal olarak TTB buna itiraz ediyor, muhalefet ediyor, mücadele ediyor. Bunlar da çeşitli yayın organ ve ortamlarında dile getiriliyor. Hemen her gün bunlara dair bazı haberlere medyanın çeşitli yerlerinde rastlamak olanaklı.
Peki yazılanlar çizilenler doğru mu?
Hayır! Aşağı yukarı tümünde bence bir gazetecilik ve habercilik faciası yaşanıyor. Çünkü konular, "sloganlarla" ortaya konuluyor, "sloganlarla" tartışılıyor.
Yapılan değişikliklerin anlamı, neyin hedeflendiği, nasıl uygulanacağı, ne sonuçlar doğuracağı iktidara sorulmuyor ve söyledikleriyle savları ortaya konulmuyor.
Aynı şeyleri "diğer taraf" için de söylemek olası. Neye, neden itiraz ve muhalefet ettikleri, ne söylemeye çalıştıkları, mevcut ortam ve yaşananın ışığında doğru sorularla ortaya konulmuyor.
İktidardan yana olanlar, aslında yıllardır TTB'nin işaret ettiği olumsuzlukları söyleyerek, çıkarılan yasanın "iyiliğinden ve iyi sonuçlarından" söz ediyor ve "iktidar"ı savunuyor.
TTB'den yana olanlar ise bu değişikliklerin geri alınması ve eski haline dönülmesinin "mevcut ortamdaki" olumsuzlukları ne kadar düzelteceğini sormadan itiraz ve muhalefeti dile getiriyorlar.
Tüm bu yayınlar, söylenenler ve henüz uygulamaya girmeyen yasa değişiklikleri karşısında, bu işlerin doğrudan muhatabı olan vatandaş ise iddialı bir tenis maçı izler gibi, yalnız başlarını bir o yana bir bu yana çevirerek "bakıyor". Çünkü yapılanlar yeterince anlatılmıyor, çünkü onlar herhangi bir şekilde bu sürece katılmıyor.
Neler eksik
Buraya kadar bana sabredip okuyanlara yazdıklarımın bu "torba yasa" bağlamında ne anlama geldiğini açıklamak gerekli sanırım.
Torba yasanın yaptığı ilk değişiklik, "Türkiye'de hekimlik yapmak için Türk olma" koşulunu ortadan kaldıran bir madde. 11.4.1928 tarihinde çıkarılmış olan ve halen yürürlükte olan 1219 sayılı yasanın 1. maddesi "Türkiye Cumhuriyeti dahilinde tababet icra ve her hangi surette olursa olsun hasta tedavi edebilmek için Türkiye Darülfünunu Tıp Fakültesinden diploma sahibi olmak ve Türk bulunmak şarttır" der. Yeni yasa ise bu maddedeki "Türk bulunmak" ibaresini ortadan kaldırıyor.
Buradaki "Türkiye Darülfünunu Tıp Fakültesi" sözüyle ilgili bir değişiklik yapılıyor. Burası aynen kalıyor. Üstelik bu ülkede artık "Türkiye Darülfünunu Tıp Fakültesi" diye bir kurum ve kuruluş yok.
Buraya bir nokta koyalım ve ülkemizdeki başka bir tartışmaya dikkatimizi yöneltelim:
Sevgili Hrant Dink'in ölümüyle başlayan bir milliyetçilik ve bu bağlamda sorgulanan bir "301. madde" tartışmamız var gündemimizde. Aydınlar, bilim insanları, insan hakları savunucuları, eşitlik yandaşları, ötekileştirmeye itiraz edenler bu ülkenin çok dilli, çok kültürlü bir yapısı olduğunu savunanlar "ırk" temelinde veya "82 anayasasının ifade ettiği bağlamda Türklüğün" ayrıcalıklı bir yeri olmasına itiraz ediyorlar. Bunu 100 bin kişi Hırant Dink'in cenazesinde "Hepimiz Ermeniyiz, hepimiz Hrantız" diyerek sembolik anlamda ifade etti. O cenaze töreninde TTB'nin Başkanı sevgili hocam Gençay Gürsoy da vardı. Onun da bu sözlerle bağırıp bağırmadığını görmedim ama bu konuda aynı düşüncede olduğunu biliyorum.
Hükümetin de 301'le ilgili tartışmalarda bu noktada aldığı tutumu da, sahip olduğu düşünceleri de hemen herkes biliyor.
Şimdi her iki tarafa da "örnek" soru şu: Bu ülkede yürürlükte olan herhangi bir yasal düzenlemede yer alan "Türk bulunmak" ayrıcalığını ortadan kaldırmak veya bulunmasının sürmesini istemek başka durumlarda tam tersini savunanlar için bir çelişki değil mi?
Bu soruya her iki tarafın vereceği ilk tepkinin "Sapla samanı karıştırmayın" olacağını biliyorum. Oysa sap da saman da aynı.
Ben bir gazeteci olsaydım hükümete dönüp "sanırım yasalarda ki Türklükle ilgili ayrıcalıklı düzenlemeleri kaldırmaya başladınız. 301'e de sıra gelecek mi?" derdim.
Aynı soruyu değiştirip bu kez TTB'ye dönüp "301'le ilgili tutumunuzda bir değişiklik mi var" diye sorardım.
Her iki taraf da o zaman asıl yapmak ve söylemek istediklerini yeniden ve daha doğru şekilde ortaya koymak zorunda kalırlardı. Toplum da olanı, yapılmak isteneni ve sonuçlarını daha iyi anlar ve neyi neden talep etmemiz gerektiğini öğrenirdi.
Ama bunların başka önemli yararı daha olurdu: "Niyetlerin değil, asıl işleri savunma veya karşı çıkmanın en doğru şekilde nasıl yapılacağını" taraflar öğrenmiş olurlardı.
Bir başka "öğrenen" kesim daha olurdu: Gazeteciler, haberciler. Ne taraftan olurlarsa olsunlar, "doğru ve gerçek habercilik" nasıl yapılır hem birbirlerine hem de herkese göstermiş olurlardı.
Şimdi "torba yasanın" diğer maddelerini bir kere daha gözden geçirelim ve yukarıda söylenenlerin ışığında yeniden irdeleyelim. Çünkü toplumun sağlığı ve tıp ortamı açısından buna ihtiyacı var.
Bir gerçeği daha vurgulayarak sonlandıralım:
Hepimizin "öğrenecek" çok şeyimiz var. İlerlemeye bu kadar çok gereksinimimiz varken "bilmediklerimizin" farkında olmak sizce önemli değil mi?(MS/EÜ)