Bir partinin çizgisini, belit fikriyatını, geleceğe dair değişim, dönüşüm planlarını masaya yatırmak ya da üzerinde bir fikre sahip olmak öyle zor değil. Lakin söz konusu Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) olunca bazı tanımlamalar devreye giriyor. Konuştuğunuz kişiye göre partinin dev bir parti olduğu ya da etkisiz bir parti olduğu değişiyor. Siyaseten manalı bu.
Bir eleştiri yağmuru var CHP’ye. Hepsi çoğu insanın bildiği şeyler. Bu eleştirileri kimse hiddetle yapmıyor. Bu güzel. Müstehzi gülüşmeler var kimi. “CHP mi? Hadi canım sen de!” havası da yok değil. Bir yandan, partinin geleceğine dair bitmeyen bir umut da var.
Tekrarlar yaşanıyor bu hususta ama kitlesi yerli yerinde duruyor. Röportaj esnasında yanımıza gelen bir kadının gözlerinde de bunu gördüm. Sabırlı ve sadakatli.
Son yıllarda CHP içinde farklı şeyler de olmaya başladı. Sezgin Tanrıkulu’nun insan hakları mücadelesindeki hemen her yere yetişme çabası, hızla sunduğu soru önergeleri buna örnek. İçeriye sızmış PKK’li eleştirileri de geliyor kendisine. Bu, CHP pratiğinin ezberler dışına çıktığını da gösteriyor.
Partinin bazı konularda kafasının karışık olup olmadığı, Kürt seçmenin niye CHP’den uzak durduğu, çözüm sürecinin aslında nasıl yürütülmesi gerektiği, emanet oy meselesi konusundaki düşüncesi ve bu seçime nasıl yansıyacağı, CHP içinde farklı bir oluşumun çıkıp çıkmayacağını Sezgin Tanrıkulu’yla konuştuk.
PKK ile AKP’nin işbirliği yaptığı yorumlarına ilişkin fikrini, Öcalan’ın özgürlüğünün hangi aşamada konuşulabileceğini, Kürt hareketine “kuyruk olma” endişesinin ya da kompleksinin niçin lügata girmiş olabileceğini, Türkiye’deki “sol” denilen tarafların niçin yan yana duramadığını sorduk kendisine.
Kendimce iki mühim soru vardı. Oralarda kayıt dışına çıkıldı. İleriki günlerde bunların konuşulacağı söylendi. Bizde saklıdır. Bunun dışında son olarak milletvekili maaşlarını konuştuk. Belki bir gün, bizim de bir “Mujıca”mız olur hasetlik duygularıyla.
“CHP, Kafası Karışık Bir Parti Değil”
Özellikle siz CHP pratiğinin dışında tutuluyorsunuz. Örneğin twitter arama butonuna Sezgin Tanrıkulu yazdım ve bizzat CHP seçmeni tarafından, partinin içine sızan gizli PKK’li olduğunuz yorumlarına rastladım. Harici, kimi HDP seçmeni ise “keşke HDP’li olsa” tadında şeyler yazıyor. Bunun sizle alakalı olmadığını düşünüyorum. İnsanlardaki bu uç yorumlara bakarak, partinin net olmadığı konuların fazlaca olduğu ya da kafasının karışık olduğu sonucuna varabilir miyiz? Misal MHP neyse o. Keza AKP’de. Ama CHP?
Önce şunu söyleyeyim. Ben beş yıl önce, 2010’un Aralık ayında, Kemal Bey’in davetiyle CHP’ye katıldım. O tarihten bu yana yaklaşık dört buçuk yıldır Genel Başkan Yardımcısıyım. Dört yıl milletvekilliği yaptım. Üç kere de Seçimli Kurultay’da, çarşaf listeden seçilmiş bir parti meclis üyesiyim.
CHP’ye insan hakları savunuculuğu ortamından geldim ve yani Kürt kimlikli birisiyim. Bütün bu kimliklerin çatıştığı bir ortamda CHP’ye katıldım ve ben her sözümü de CHP’ye katılmadan önce de, şimdi de açık açık söylüyorum. Düşüncelerimi cesurca paylaşan birisiyim.
Baro Başkanlığındayken de, İnsan hakları savunucusu kimliğimle derneklerde, vakıflarda çalışırken de bu böyleydi. Bu CHP’de değişmedi. Yani benim bugün siyaset yaptığım zamanki sözlerimle, siyaset yapmadan önceki sözlerim arasında hiç kimse bir tezatlık bulamaz. Bir karşıtlık bulamaz.
Yani, “Sen Baro Başkanı’yken şunu söylüyordun, Diyarbakır’da şunları söylüyordun, Ankara’ya gittiğinde şunu söyledin, farklı bir yerdesin” diyemez.
CHP çatısı altında düşüncelerim, kimliğim, insan hakları savunuculuğu konusundaki hassasiyetimde bir farklılık olmadı. Bu söylem belki bazı CHP’lilerin alışkın olmadığı bir dil ve söylemdi.
HDP’lilerde de “Nasıl Kürt kimlikli bir insan CHP’de siyaset yapar ya da nasıl olur da insan hakları savunuculuğu kimliğine sahip biri CHP’de siyaset yapabilir” gibi bir karşıtlık yarattı. Ben şimdi bunu yıktım. Bu tip yorumlarla 2011’den bu yana çok mücadeleler ettim ve şimdi bana göre 2011’le bugünü karşılaştırdığımda bu fikir farklılığı en aza inmiş durumda.
Ama sonuçta, CHP’ye kimse haksızlık yapmasın. Partinin kafası karışık değil. Şöyle kafası karışık değil: Mesela dün biz, seçim bildirgemizi açıkladık. Yani hem insan hakları, hem hukukun üstünlüğü, özgürlük, adalet ve Kürt meselesi konusunda da -bana göre- kendi içinde tutarlı, hem yöntem hem içerik sunduk. Yani bu bazılarına eksik gelebilir ama en azından yanlış değil. Dolayısıyla aslında kafası karışık olanlar, CHP’nin yeni geliştirmeye çalıştığı bu çizgiden (kapsayıcı, özgürlükçü sosyal demokrat havasından) rahatsız olanlardır. Onların o kafasının karışıklığı bence yavaş yavaş azalıyor.
“Eleştirilere Karşı Mücadele Ediyorum”
CHP fikriyatının, Türkiye’deki kimi meselelere yaklaşımı ezberlerimize yerleşmiş. Bundan yola çıkarak, parti içinde eleştiri alıyor olabileceğiniz yüksek ihtimal. Öyle mi?
Var tabi ama CHP, özgürlükçü bir partidir. Demokratik çerçevede herkes kendi görüşünü ortaya koyar.
Genel Başkan dahil hiç kimse eleştirilemez değil. Herkes de eleştirilebiliyor. Bazen bu eleştiriler ağır da olabiliyor ama benim karşı çıktığım konu şudur: Partinin kurulları ve kuralları içerisinde eleştiri olması lazım.
Bazen, bu eleştiriler, hem bu kurumlar içerisinde hem de kurallar çerçevesinde yapılmıyor. Ağır eleştiri dozunu da aşan, hakaret sayılabilecek sözler sarf ediliyor. Ben hayatımda hiç kimseye karşı dava açmadım. En son birisine karşı dava açtım.
Kimdi? (İsmi, Sezgin Bey’in isteği üzerine buraya aktarmıyoruz.)
Hayatımda hiç kimseyi savcılığa şikayet etmedim. Mücadele ettim. Bunlarla da mücadele ediyorum sonuç itibariyle ama bizim partimiz diğer siyasi partilerden farklı olarak parti içi tartışmaya, çoğulculuğa, parti içi demokrasiye açık bir partidir.
Dolayısıyla eleştiriler olur ama biraz önce altını çizdiğim gibi bu eleştirilerde önemli olan kurallar çerçevesinde olmasıdır.
Alevi seçmenin CHP tercihini biliyoruz. Aynı coğrafyada yaşayan Kürtler de var. HDP’nin “Türkiyelileşme” projesi oldu ve tabiri caizse bu tuttu da. CHP’nin Kürt seçmeni kazanma gibi bir derdi sizce niye hiç olmadı? Kürtler, CHP’ye niye oy atmıyorlar?
“Atmıyorlardı” diyelim.
Peki. Tamam.
Bu seçimde ne olacağını bilemiyoruz.
‘CHP, Kürt Yurttaşlarla Barışmıştır’
Şöyle devam edeyim. Ekmeleddin İhsanoğlu’yla dindar kesime uzanma girişimi oldu CHP’nin. Bildiğim yıllar içerisinde Kürt seçmeni/ yurttaşı kazanma derdi olan bir bilinç değişikliği olmadı.
Bunu birçok röportajda söyledim. Bir kez daha söyleyeyim. CHP, 90’lı yılların ilk yarısından itibaren geliştirdiği söylemle ve aldığı kararlarla kendisini Kürt olarak tanımlayan yurttaşlardan, seçmenlerden uzak bir politika izlemiştir.
Dolayısıyla bu uzaklık aynı zamanda sandıktan da uzaklığı doğurdu. Yani sonuçta çok ağır sorunların, travmaların, insan hakları ihlallerinin yaşandığı bir ortamda Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının en ağır sorunlarına yabancı kalıyorsanız, sessiz kalıyorsanız o seçmen de gider siyasal tercihini başka bir siyasi partiden yana kullanır.
2010’a kadar politika tarzı buydu. Yani bir siyasi parti olarak insanların en zor dönemlerinde yanında durmuyorsanız, o yurttaşlar sizden yana bir siyasi tercih kullanmazlar.
Ama 2010’dan itibaren Kemal Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkan olmasıyla beraber, bu politikalar değişiyor. Değişim belki beklendiği gibi hızlı olmayabilir ama sonuçta biz bir kitle partisiyiz. Tabanımızı da yani bize oy veren seçmenimizi de dönüştürerek, onları ikna ederek bir yere varmak durumundayız. Bunu büyük ölçüde başardığımızı düşünüyorum. Bakın bunu idealistçe söylüyorum. Dün açıkladığımız seçim bildirgesi, 2011’de hazırladığımız seçim bildirgesi ve 2014’deki yerel seçimlerdeki seçim bildirgemiz gerçekten de Türkiye’nin Kürt meselesini adıyla tarif eden, bu meselenin güvenlik politikalarıyla çözülmeyeceğini üstüne basa basa söyleyen ve Kürt meselesinin iki ana ekseni olduğunu ifade eden bildirgeler. (Birisi demokrasi, özgürlük alanı, diğeri ise silahsızlanma, çatışmanın son bulması ve terör eylemlerinin sonlanması.)
Bu iki ayrı eksenin birbirinin karşısında değil, aynı zamanda yürümesi gerektiği şeklinde bir çerçeve çizen bir yaklaşım ortaya koydu CHP. Bu yaklaşım, aşağı yukarı Kürt sivil toplum örgütlerinin ve Kürtlerin talepleriyle yöntem olarak örtüşüyor.
Öncesinden farklı olarak, CHP, Kürtler için meşru bir siyasi aktör haline gelmiştir. Aynı zamanda dosttur. Zor zamanlarında dayanışma gösteren bir siyasi parti konumuna gelmiştir.
Onların sorunlarına kulak kapatan, dinlemeyen, göz yuman değil sorunlarına açık, dinleyen ve dayanışma içerisinde olma arzusu içerisinde olan bir siyasal partiye dönüşmüştür. İçinde bulunduğumuz siyasi konjonktür, çeşitli nedenlerle belki bunu oya dönüştürmüyor ama CHP, gerçek anlamda bir sosyal demokrat parti olma yolunda hızla dönüşüyor.
CHP, sonuçta bugün kendisini Kürt olarak tarif eden, tanımlayan yurttaşlarımızla da barışmıştır. Bu barışmanın yeterli ölçüde oya dönüşüp, dönüşmediğini göreceğiz.
“PKK, Türkiye’de silahsız hale gelebilir”
PKK’yi nasıl görüyorsunuz. “PKK, silah bıraksın” diyenlerden misiniz?
Bundan iki yıl önce, Radikal Gazetesi, daha dijital ortama geçmeden, Radikal İki’de yazdığım bir makalede bu konuyla ilgili fikirlerimi açıklamıştım.
PKK artık Türkiyeli bir örgüt değil sadece. Ortadoğulu bir örgüttür. Kürtlerin yaşadığı bütün coğrafyalarda örgütlü bir siyasal yapıdır.
Dolayısıyla PKK’nin silah bırakması bana göre bu koşullarda mümkün değildir. Bunu bir yargı olarak değil, gerçekçi, objektif bir tespit olarak söylüyorum.
PKK ancak şunu yapabilir: Türkiye’de silah kullanmayacağını, şiddet kullanmayacağını, terör yöntemlerine başvurmayacağını ilan edebilir, bunun kararını alabilir. Bunu yapabilir. Gerçekçi olan budur yani.
Türkiye’deki siyasal hedeflerine, hiç bir biçimde silahla, şiddetle, çatışmayla ve terör yöntemleriyle ulaşmayacağını bir kongre kararıyla açıklar. Sonuçta Irak’ta, Rojava’da, İran’da örgütlüdür, kendi silahlı güçleri var ama Türkiye’yi silahlı çatışma ortamına sevk eden bir silahlı örgüt olmaktan çıkması gerekir. Yani Türkiye bakımından silahlı yöntem kullanmayacağını deklare etmesi gerekir. Yani “Ben artık Türkiye’de siyasal hedeflerim için silah kullanmıyorum, şiddete başvurmayacağım, çatışma ortamı içerisinde olmayacağım” der.
“Kürt meselesine yaklaşımda yıllardır olan kısır döngü”
Çözüm süreci denilen şey sizce nasıl olmalıydı? Örgütün ilk taleplerinden birisi Öcalan’ın özgürlüğü. Bu özgürlük hangi aşamada konuşulabilir?
O konu siyaseten Türkiye’nin Kürt meselesini zorlaştıran bir şeydir. Öcalan’ın kendisi de bu meseleyi kendisi açısından konuşmamaktadır. Dolayısıyla bu tartışmaya girmeyi ben doğru bulmuyorum.
Az önce ifade ettim. Kürt meselesinin iki ayrı ekseni vardır. Bugüne kadar hükümetler meseleye şöyle bakmışlardır: İşte “silah bırakın, adım atalım.”
Örgüt de demiştir ki “adım at, silah bırakalım.” Yani bu iki görüş hep çatışmıştır ve bir kısır döngü içerisine girmiştir.
Kürt meselesinin demokrasi, eşit yurttaşlık, özgürlük, adalet, geçmişle hesaplaşma, yüzleşme, travmayla baş etme gibi bir alana ihtiyacı vardır.
İkinci alan ise bunla eş zamanlı yürüyecek olan çatışmanın sonlanmasıdır. Bu hangi yöntemle olur? Biz bir yöntem öngördük ve bugün bunun ne kadar doğru olduğu hem HDP tarafından, hem Cumhurbaşkanı tarafından ifade edilmektedir.
Bu da şudur: Mecliste, diğer ülkelerdeki örneklerde olduğu gibi bir yasa çıkarılması ve bu yasa üzerinden mümkün olan en büyük mutabakatla çalışmayı öngören bir komisyon oluşturulması. Bunun kanun teklifini de verdik. Bu komisyonda, siyasi parti milletvekilleri olacak. Bu komisyona bağlı bir Ortak Akıl Heyeti dediğimiz, her siyasi partinin üçer kişi önerdiği, 12 kişilik bir komisyon olacak. Bu komisyon da sivil toplum örgütleri ve toplumun çeşitli kesimlerinden görüş alacak ve bağlı bulunduğu komisyona ve dolayısıyla parlamentoya bir çözüm yöntemi önerecek. Yine eş zamanlı olarak parlamentoda, geçmişte yaşananlar için gerçekleri araştırma komisyonu kurulacak.
Bu da Türkiye’nin Kürt meselesinin ve insan hakları alanında yaşadığı travmaları sonlandırıcı adımlar atmasını sağlayacak bir kamusal mekanizme olarak çalışacak. Yani üç ayaklı bir yöntem ve buna paralel olarak da parlamentoda atılacak demokratikleşme adımları çözümün çerçevesini oluşturacak.
“Siyasi partiler güçlerini birleştirmeli”
CHP’nin sol bir parti olup olmadığına emin değilim. Öyle farz ederek soruyorum. Türkiye’de “sol” denilen taraflar niçin yan yana duramıyor? Kürt hareketine “kuyruk olma” endişesi lügata niçin girmiş olabilir? Bu söylediğim CHP için çok geçerli olmayabilir ama böyle bir endişe ya da kompleks var.
Biz zaten siyasi bir partiyiz. Yani sonuçta bu CHP için söylenebilecek en son düşünce ve sözdür ama Türkiye solu bakımından diğer siyasi çizgiler, akımlar, hareketler, ilişkiler bakımından böyle bir iddia var, böyle bir tartışma var.
Bu tartışmanın gerçek tarafı da var. Olmayan tarafı da var. Yani sonuçta güçlü olan, ayakta olan, kitleselleşen bir Kürt hareketi var ve onun bir siyasal partisi de var. Üstelik güçlü de bir parti.
Bu bağlamda, birlikte hareket etme, Türkiye’nin siyasal şartlarında zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Doğrusunu isterseniz, buna “kuyruk olma” denmesini doğru bulmuyorum. Sonuçta, Türkiye’deki siyasi partiler bir dayanışma içerisinde olabilirler, güçlerini birleştirebilirler. Tabii ki bu her zaman daha güçlü olanın çatısı altında oluyor. Yani, daha az güçlü olanın yanında olmuyor. Buna “kuyruk olma” demeyi doğru bulmuyorum.
“Terör eylemleri, AKP’ye yarıyor”
AKP-PKK işbirliği diye bir şeye inanıyor musunuz?
Bakın, 7 Haziran’dan sonra bir tablo ortaya çıktı. Bu tablonun birinci derecede sorumlusu AKP’dir ve Recep Tayyip Erdoğan’dır. 7 Haziran’da, elde edemedikleri bir iktidar var. Tek başına iktidar olamadılar. Anayasayı değiştirecek çoğunluğu elde edemediler ve 7 Haziran öncesinden başlayarak meydanlarda, farklı bir dil kullanmaya çalıştı AKP ile Erdoğan.
7 Haziran’dan sonra ise süren bir süreç sona erdirildi ve ölümler başladı. Suruç’ta 32 gencimiz yaşamını yitirdi. Ceylanpınar’da gerçekten de insanın vicdanının hiç bir biçimde kabul etmediği ölümler oldu. Bugün itibariyle 200’den fazla yurttaşımızın yaşamını yitirdiği, kanlı bir tablo ortaya çıktı. Bu kanlı tabloyu isteyen Erdoğan.
Bunun amacına hizmet edebilecek bir siyasal tutum, silahlı çatışma yöntemi olmaması lazımdı. Maalesef PKK bunu da yapıyor. Dolayısıyla, AKP’nin, Erdoğan’ın istediğine eylemleriye ortak olmuş oluyor.
Terör eylemlerinin kime yaradığına bakarsanız böyle bir düşünceye varabilirsiniz ama bu işte oturulmuş, pazarlık edilmiş, karşılıklı karar alınmış bir işbirliği değil ama sonuçta AKP’nin işine yarayan bir durum var. Bunun da görülmesi gerekli.
Emanet oy meselesindeki düşünceniz nedir? HDP’ye kayan oylar CHP’den bıkmış, ümidini kesmiş bir kesime ait olabilir mi? “Emanet oy” adı konuldu ama öyle de olmayabilir.
Şimdi o adı biz koymadık bizzat HDP’liler koydu. İlk demeci onlar verdiler.
“CHP’den, HDP’ye kayan oylar stratejik oylardı”
Öyle miydi? Menşei onlara ait diyorsunuz.
Evet, menşei onlara ait. HDP’li siyasetçilere ait. Bakın arşivlere, demeçlere. İlk onlardan çıkmıştır. CHP seçmeni, bütün seçmen tabanlar içerisinde en bilinçli seçmendir. En kararlı seçmendir. Stratejik oy kullanmışlardır.
HDP’nin barajı geçmeyeceği ortamda, AKP’nin tek başına iktidar olacağını görmüşlerdir ve dolayısıyla stratejik oy kullanmışlardır ama bu ortam içerisinde CHP’den giden stratejik oylara ihtiyaç olmadan da HDP barajı aşıyor.
Bütün istatistikler, kamuoyu yoklamaları bunu gösteriyor. Halen de kamuoyu yoklamalarına göre AKP’den oy almaya devam ettiği gözüküyor. Dolayısıyla artık bu stratejik oylara gerek kalmamıştır.
O yüzden ben, geçmişte CHP’ye oy vermiş ama dediğim nedenle 7 Haziran’da HDP’ye oy vermiş seçmenin önemli bir kısmının tekrar kendi partilerine, AKP karşısında güçlü bir seçenek olması açısından döneceklerini tahmin ediyorum.
“AKP, biat kültürüyle büyüyen bir siyasal yapı”
Meclis ortamındaki gözlemlerinize istinaden soruyorum. Türkiye’de olan biten her şey Erdoğan’la mı ilgili sizce? Yani bir kişi kontrolden çıktı ve durdurulamıyor. Yoksa ona benzeyen vekillerin de artık işin içine dahil olduğu bir ekonomik kariyer zinciri mi oluştu? (HES şirketlerinden tutun da inşaat sektörüne kadar rant alanları da dahil buna) Bu bozulursa, yargı mekanizmasıyla karşılaşırlarsa ne olur tahmininiz? Birilerinin çıkıp, “Biz aslında yapılanlara karşıydık” türünde açıklamalar yapacağını düşünüyor musunuz? Açıkçası şöyle sorayım. Şu an, ilerde pişman olmayacak istikrarda kaç kişi yönetiyor ülkeyi?
Tabii ki Erdoğan, AKP’nin kurucusu ve halen fiili genel başkanı. 13 yıl iktidar olmuş bir parti. Tabii ki tek başına değil. Değiştirmek, dönüştürmek vaadiyle, eski devleti devraldı. Belki başlangıçta böyle bir algı da yarattı ama sonra eski devletin yeni sahibi oldu.
Dolayısıyla bütün bu ortamı yaratan ve bugünlere getiren Erdoğan’la beraber eski devlet zihniyetidir. Bir zihniyet devamlılığı var. O zihniyetin araçları bürokraside var, devletin kurumlarında var, parlamentoda var, her yerde var. O zihniyet tasfiye olmadı yani. Yeni sahibi değişti.
Son üç dört yılda büyük bir yozlaşma oldu. Özellikle rüşvet, yolsuzluk üzerine. İnanılmaz ilişki ağlarına hepimiz tanıklık ettik. Yargı bağımsızlığı diye bir şey kalmadı. Yardı denen bir kurum kalmadı Türkiye’de.
Buna bağlı olarak hükümetle özdeş ve ona bağımlı olan güvenlik güçlerinin olduğu da ortaya çıktı. Bunun yarattığı bir şey var: Hukuk devletinin giderek zayıfladığı, demokrasinin kurallarıyla işlemediği bir ülke var şuan ortada.
Bunun sorumlusu tabii ki de Erdoğan’dır, AKP’dir. Yargılanır, yargılanmaz…
Geçmişten bugüne baktığımız zaman, insanlığa karşı işlenmiş suçlar hiç bir zaman cezasız kalmamıştır. Er ya da geç bu olmuştur. Başta bu hükümetin insanlığa karşı işlediği suçlar olmak üzere mutlaka ama mutlaka bir yargı mekanizması işleyecektir. Bu belki bugün değil, yarın değil ama mutlaka olacaktır.
Aralarında bugünleri farklı konuşanlar olacaktır. Bütün milletvekillerini tenzih ederek söylüyorum ama AKP sonuçta biat kültürü ile gelişen, büyüyen bir siyasal yapıdır. Bir de milletvekilliği orada CHP gibi değil. Hepsi atanmış milletvekili. CHP’deki milletvekillerinin yüzde 85’i seçimle gelmiştir. Dolayısıyla özgüveni daha yüksek, örgütsel bağı daha güçlüdür. Doğal olarak atayan insana daha fazla bağımlı olursunuz.
“CHP içinde başka bir oluşum ortaya çıkmaz”
CHP içinde bir başka oluşum, parti ortaya çıkabilir mi? Melda Onur, sizin pratiklerinize bakarak bunu soruyorum. Bu bir dönem konuşuldu. En azından duyduğumu söyleyeyim. Uydurmasyon bir dedikodu da olabilir. İçten içe umut edilen bu olduğu için belki de. Böyle bir şey olabilir mi?
Hayır. CHP, iktidara aday olan bir siyasi partidir. Çağdaş anlamda özgürlükçü bir sosyal demokrat partidir. Sosyalist Enternasyonalist üyesidir. Dolayısıyla CHP içerisinden böyle bir yapının çıkmasını ben olanaklı görmüyorum.
“Milletvekili maaşları eleştirisi haklıdır”
Son olarak Sezgin Bey, samimiyetinize güvenerek soruyorum. Sizin milletvekili maaşlarına yönelik yorumunuzu duymak isteriz. Bunca hak, adalet davalarının peşinde, soru önergelerinin takibinde iken bazen çelişkiye düşmüyor musunuz? Yakın zamanda Türkiye’ye geleceği söylenen eski Uruguay Devlet Başkanı Jose Mujıca’nın alışılmışın dışında siyaset yapması örneği de varken. Söylemesi kolay, 15.000 TL bir milletvekili maaşı. Yani çok fazla değil mi?
Türkiye kadar ekonomik eşitsizliğin çok fazla olduğu, milyonlarca insanın işsiz yaşamak zorunda bırakıldığı, asgari ücretin 1000 Lira olduğu, taşeron işçiliğin işte nerdeyse esas işçilik haline dönüştüğü, binlerce üniversite mezunu ataması yapılmayan meslek sahibi insanların olduğu bir ortamda milletvekilleri maaşlarına tepki duyulmasını ben doğru buluyorum.
Haklı bir eleştiridir. Milletvekilleri sadece kendileri için maaşları yükseltiyorlar ama toplumun diğer kesimleri için herhangi bir şey yapmıyorlar. Bu çok doğru karşılayacağımız bir eleştiri. Ancak bu eleştiri asıl meseleyle uğraşmamız gerektiğini de bir tarafa itiyor. Sonuçta başka asıl meseleler var mücadele etmemiz gereken.
Ama işte o mücadeleler sürerken siz maaşları almaya devam ediyorsunuz. O meseleler de bitmeyecekmiş gibi duruyor.
Ben kendi açımdan söylemiyorum. 550 milletvekili maaşından vazgeçerse, Türkiye’deki diğer sorunlar çözülecek mi?
“Maaşlar olmasa, milletvekilliği zengin mesleği olurdu”
Halkın gönlünü almış olacaksınız.
Yani bazı şeyler çözülecekse, biz şimdi bütün maaşımızı bağışlamaya hazırız, bütün CHP milletvekilleri olarak.
Bir de şu var. Bu para, maaş olmasa, bu meslek sadece zenginlerin yapabileceği bir şeye dönüşür.
Ekonomik gücü olmayanlar bu mesleği yapamaz. Seyahat halindesiniz sürekli. Maaşın yüksekliği, azlığı tartışması bir yana. Milletvekilliğinin sadece parası olan, ekonomik gücü yerinde olanların yapabileceği bir iş olmaktan da çıkması gerekiyor.
Bunun için milletvekilliği maaşlarını denetleyen siyasi etik, siyasi ahlak yasası çıkması lazım.
Aynı zamanda, adaylık sürecindeki eşitsizlikleri de giderilebilecek bir yasa olmalı bu. Seyahat ediyorsunuz, seçmenleriniz geliyor, yardıma ihtiyacı olan insanlar oluyor. Yani milletvekili olduktan sonra giderleriniz artıyor.
Bunları gerekçe olsun diye söylemiyorum. Bütün bunların bir siyasi ahlak çerçevesi içinde ele alınması, toplumda bu eleştirileri karşılayacak başka bir şeffaf yapının ortaya çıkması lazım. (FG/EKN)
* Fotoğraf: Eda Narin / JİNHA