"Irak'ın İstilası ve İşgali" başlıklı oturumda, El Cezire televizyonu sorumlusu Fadhil Al Bedrani "Toplu Cezalandırma" konusunu anlattı.
"Hiçbir medya mensubunun sokulmadığı Felluce'deki vahşet yaşandığında tek tanık bendim" diyen Al Bedrani, yaşananların hâlâ yeterince bilinmediğini, çünkü dünya medyasına yansıyamadığını söyledi.
"618 sivil öldürüldü, 260'ı çocuktu"
Fadhil Al Bedrani'nin anlatımıyla Felluce'de yaşananlar:
"Ben iki soykırıma şahit oldum. Birincisinde 618 sivil insan öldürüldü: çocuklar, yaşlılar, kadınlar vardı içlerinde. Zırhlı araçlardan, tanklardan ve hava saldırılarıyla öldürüldüler. Bir hastane görevlisinin verdiği bilgiye göre 260'ı çocuktu".
Resmi bilgilere göre Felluce'ye saldırının 8 Kasım 2004'te yapıldığını, ancak bunun doğru olmadığını vurgulayan Al Bedrani şunları anlattı:
"Gerçekte bu saldırı 1 Kasım 2004'te oldu. O gün Felluce halkına evlerinizde oturun demişlerdi. Kentin nüfusu 600 bindi, 150 bin kişi kaldı geriye. Evlerinden çıkmamaları söylenen halk oturdu. Ve havadan saldırı başladı. Ben sivilleri bizzat görüyordum. İnsanlar korku içinde sokaklara çıkıyor, ne yapacaklarını bilemeden çocuklarını önlerine katıp gidiyorlardı. Savaş uçakları evleri yıkıyordu.
Yaşlı insanlar, kadınlar, çocuklardan oluşan kalabalık bir grup gördüm. Ayaklarında ayakkabıları yoktu. Öylece çıkmışlardı evlerden. Biraz sonra gözlerimin önünde bu kalabalıktan üçü hariç hepsi öldürüldü. Sağ kalanların biri kadın ikisi çocuktu. O cesetler 25 gün enkaz altında kaldı. Bir aile daha gördüm, 11 kişilik. Onların da tamamı öldürüldü. Bir tek kadın kaldı ve evinin bahçesine gömüldü ailesinden 11 kişi. Şimdi kendisi de ölmek istiyor."
"Felluce ibret olsun istediler"
Amerikalıların, Felluce'yi askeri bölge olarak kabul ettiğini ve buna göre her yapılanı meşru gördüğünü söyleyen Al Bedrani görüşlerini ve tanıklıklarını şöyle sürdürdü:
"Amerikalılar, Amerikan gücünü reddeden herkese ibret olsun istediler. Orayı askeri bölge, herkesi de asker olarak gördüler. Bombalamadan kurtulan hiçbir ev yoktu neredeyse.
Şu anda Felluce'de evlerin yüzde 70'i yıkılmış durumda, kalanının da belki yarısı ayakta duruyordur. Elektrik, su kaynakları tamamen tahrip edildi. NBC'nin yayınladığı bir görüntüde bir asker yaralı bir sivile ateş ediyordu. Bunu bütün dünya gördü. Ama bu sadece biriydi. Diğerlerini gören olmadı dünyada. Şehrin tam ortasında bir eve baskın yaptılar, çok sayıda insan vardı.
Sağ kalan kötürüm bir yaşlı ve 15 yaşında bir çocuk anlattı bana. 'Baskın yapılınca askerler silahsız olduğumuzu görüp çıktılar ama biri giderken ortaya bir bomba bıraktı. Yarım saat sonra askerler geri geldi ve yaralı olanların kafalarına da kurşun sıkıp gittiler. Ben nasıl olduysa ölmedim. Ama hiç de normal bir durumda değilim, çünkü kafasına kurşun sıkılan yaralılardan biri kardeşimdi...' Bu, yaşadıklarımdan size aktardığım sadece bir tanesi".
Felluce'de sadece evlerin değil, hastanelerin, dispanserlerin, resmi binaların, her şeyin vurulduğunu söyleyen Al Bedrani, şu bilgileri verdi:
"Amerikan uçakları Felluce Hastanesi'ni bile vurdu. Başka bir mahallede bulunan ilaç deposunu da. Dört doktor öldürüldü burada. İslam Alimleri Cemiyeti'nin topladığı bilgilere göre öldürülenlerin sayısı binlere ulaşıyor.
500 sivil, bin 200 tutuklu, binlerce yaralıdan söz ediliyor. 7 bin yaralı, 4 binin üstünde ölü tespit edildi. Cesetler aylarca ortalıkta kaldı. Kimini hayvanlar yedi, kimi çürüdü. Ortalık inanılmaz bir kokuyla kaplıydı.
Yaşlı bir kadın vardı, benden ihtiyacı olan ilacı bulmam için haber yapmamı istedi. Ben de yaptığım haberlerle bu acısını anlatmaya çalıştım. Üç gün böyle geçti, dördüncü gün gittiğimde ölmüştü. Eğer canlı bir insana hitap etsen duyardı, fakat seni duyacak insan nerede dedim kendi kendime".
"Saldırılar devam ediyor"
ABD birliklerinin, Felluce'ye medyanın girmesine izin vermediğini söyleyen Al Bedrani, "Çünkü ABD ordusu suçunu, cinayetini işlerken bunu tanıksız yapmak istiyor. Bu nedenle şehir kuşatıldı ve bütün medya organlarının kameraları kapatıldı. Bir ben kalmıştım, şehrin içinde, bombaların arasında ve olayların tek şahidiydim. Biz konuştuğumuz manzarayı göremedik fotoğraflarda.
Çünkü Amerikan güçleri CNN, NBC, Fox News çekiyordu ama sadece ABD'nin istediği şeyleri. Orada herkes suç işlemişti sanki; çoluk çocuk herkes. O kadar çok ateşe tutuldu ki şehrin seması gece vakti, gündüz oldu."
Felluce Hastanesi'nin raporlarına dayanarak verdiği bilgilerde Al Bedrani, bir de hardal gazından söz etti. Kasım 2004'teki saldırılardan birinde bir aileden 15 kişinin öldürüldüğünü söyleyen Al Bedrani, "Hastane raporlarında yazdığına göre Amerikan uçakları hardal gazı sıkmıştı. Bu kokuyu çeken bir saat içinde ölür. Ve 15 kişi böyle öldü. Biz şu anda bu mahkeme salonundayken saldırılar da devam ediyor" dedi.
Halliday: "BM işbirlkçi oldu"
Irak Dünya Mahkemesi'nin ikinci gününde jüri karşısına çıkan tanıklardan biri de Birleşmiş Milletler eski genel sekreter yardımcısı Denis Halliday'di. Halliday Birleşmiş Milletlerin Irak savaşı ve işgali sırasındaki tavrı üzerine tanıklık yaptı.
Halliday Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına değinerek başladığı konuşmasında "1945'ten beri manipüle edilen Güvenlik Konseyi'nin güçlülerin çıkarları doğrultusunda hareket etmeye başladı" dedi.
Birleşmiş Milletler'in (BM) Irak'ı başarısızlığa uğratmak için Amerikan güdümlü yapılandırıldığını söyleyen Halliday "BM korkunç sonuçlara neden olan silahların yerleştirilmesine, uçuşa yasaklı bölgelerde yapılan yasadışı bombalamalara ses çıkartmadı, kendi şartlarını ihlal etti, insan hakları bildirgesinin maddelerini ihlal etti, çocukları koruyamadı" diye konuştu.
Irak istilasının BM şartının 42. maddesindeki yetki olmaksızın başlamasının uluslararası hukukun ihlali anlamına geldiğine değinen Halliday "Suçlamalar Bush ve Blair'e yöneltilmelidir. Bush ve Blair fiziksel ve zihinsel devlet terörizmini kullanmakla suçlanmalıdır" diye konuştu.
BM'nin devlet terörizmini tanıma konusunda hala ürkek davrandığını belirten Halliday "BM işbirlikçi ve boyun eğen oldu, Irak halkını korumak için hiçbir şey yapmadı, trajik bir biçimde bütün yaşananları sessizce izledi, genel sekreter de kendini tamamen bu işin dışında tuttu" dedi.
Savaş sırasında Irak'ta yaşananlara da değinen Halliday, Irak halkının sosyal bir kaosa sürüklendiğini ve söyledi. "İnsanlar evsiz kaldılar, siviller öldürüldü, yaralandı, toplu olarak cezalandırıldı. Sağlık, eğitim ve iş haklarından mahrum kaldılar. Ulusal kurumlar hala çok kötü durumda. Irak halkı işgalden kurtulunca ancak kendi yasalarını yeniden yazabilir duruma gelecekler."
1994-1998 yıllarında BM Genel Sekreter yardımcılığı yapan Halliday, 1 Eylül 1997'de BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından BM Irak Petrol karşılığı Gıda Programı Direktörü olarak atandı.
Eylül 1998'de, bu programın işlevsizliğini ve yürütülen ekonomik ambargoyu protesto ederek istifa etti ve BM'deki 34 yıllık kariyerine son verdi.
Sawadi: "Irak'ı büyük bir hapishane yapmak istiyorlar"
Irak Dünya Mahkemesi'nin dünkü oturumunda, Iraklı tutuklu ve savaş esirlerinin hakları için mücadele eden Amal Sawadi, "Tutuklamalar, gözaltılar ve hapishane koşulları" hakkında bilgi verdi.
Irak işgalinin uluslararası büyük bir komplo sonucunda gerçekleştiğini savunan Sawadi şöyle konuştu:
Iraklıların gözaltına alınma ve hapse atılma süreci hakkında bilgi veren Amal Sawadi şunları anlatı:
"Gayri hukuki ve gayri kanuni bir takım işlemler sonucunda hapse atılıyor Iraklılar. Sindirme politikası tutuklama sürecinden başlıyor. Önce bir helikopter evin üzerinde uçuyor, silahla donatılmış askerlerle dolu birkaç zırhlı geliyor.
Gecenin bir yarısında, herkesin uykuda olduğu sırada ansızın eve giriyorlar. Haliyle makul bir şekilde girilmiyor eve. Birtakım patlatıcılarla dış kapıyı, iç kapıyı yıkarak giriyorlar. Askerler içeri girip herkese silahlarını doğrultuyor. Erkeklerin ellerini bağlayıp kadın ve çocukları bir tarafa erkekleri başka tarafa koyuyor ve kadınları erkeklerinin gözü önünde aramaya başlıyorlar".
"Tutuklananların kaydı yok"
Amerikalı askerlerin bu baskınlar sonucunda bazen ailenin tamamı, bazen sadece erkekleri tutukladığını anlatan Sawadi, Irak'taki hapishanelerle ilgili araştırma yaptığı sırada öğrendiklerini şöyle anlattı:
"Evin içindeki her şeyi kırıyorlar, ateş ederek, patlatıcıyla, gözyaşartıcı bombayla... Çok kötü kokulu çuvalları Iraklı mahpusların başına geçirerek bir hayvan taşıma aracına koyup üst üste insanları yığarak götürüyorlar. Tabii Amerikalı işgalciler evlere girdiğinde değerli ziynet eşyasını, tapu gibi resmi belgeleri, araba ruhsatını, paraları çalıyorlar. Kadın mahpusları arzu ettikleri yerlere götürüyorlar.
Sonra soruşturma faslı başlıyor. Neyi sorguluyorlar, neyle itham ediyorlar? Bunları sorduğumuzda, ellerindeki maddi delilleri, avukatı var mı, savunabiliyor mu diye sorduğumuzda maalesef elimiz boş dönüyoruz. Tutuklu için hukuki bir belge düzenleniyor mu? Maalesef böyle bir şey yok."
"Kadınlar tecavüze uğruyor"
Irak'ta kadınların tecavüze uğradığını, fakat bunların dünya kamuoyuna duyurulmadığını söyleyen Sawadi, Amerikalılar'ın işkence konusunda uzmanlaşarak çalıştığını belirterek din adamlarının da özellikle çok kötü muamelelere maruz kaldığını anlattı:
"Çok önemli bir sorun yaşanıyor bugün Irak'ta. Din adamlarımız işgalcilere karşı durduğu için tutuklanıyor. Amerikalı askerlerin, bir cami imamını alıp ilk yaptıkları şey sarığını yere atmak, sakalından tutup itip kakmak, yerlerde sürüklemek.
Irak toplumunu psikolojik olarak çökertmek istiyorlar. Irak'ı büyük bir hapishane olarak düşünüyorlar. Birtakım cinsel sapıklıkları din adamlarına uygulamaya çalışıyor, üzerine işemeye kalkışıyor, çırılçıplak soyuyorlar. Irak toplumunun saygı duyduğu bir makamı bu şekilde aşağılıyorlar".
ABD'li asker Goodrich'in tanıklığı
Bağdatlı yazar ve ressam Haifa Zangana'nın yönettiği "Irak'ın İstilası ve İşgali" başlıklı bölümde Iraklı tanıklar vardı. Dünya medyasında görülemeyen, dolayısıyla Irak dışında olanların bilemediği gerçek olaylar anlatıldı. Bunlar fotoğraflarla, görüntülerle, sayılarla mahkemeye delil olarak sunuldu.
Sadece Iraklılar yoktu tanıklar arasında. Irak'ta neler olduğunu "içeriden" bilen ve bu yüzden artık orduda olmayan Amerikalı bir asker de vardı.
Büyükbabasına hayranlıkla bütün hayatı boyunca hava kuvvetlerine girmek isteyen çoğunluğu asker bir aileden Tim Goodrich'in konuşması, en az Iraklı tanıklar kadar çarpıcıydı.
Irak Savaşı başladığı sırada Suudi Arabistan'da görev yapan ve Bush hükümeti Irak'a saldıracağını söylediğinde bunun meşuiyetini sorgulamaya başlayan Goodrich, Amerika'ya döndüğünde savaş karşıtı gösterilere katılmaya başladı ve ordudan ayrıldı.
Mahkemenin dünkü oturumunda tanıklık eden Tim Goodrich kürsüye geldiğinde bütün salon ayaktaydı. Çünkü Goodrich'ten hemen önce konuşan Iraklı Eman Khammas'ın mahkemeye sunduğu fotoğraflar büyük ekranlara yansırken bir başka hareketlilik daha vardı.
Iraklı sivillerin maruz kaldığı vahşeti gösteren onlarca fotoğrafın yer aldığı bir film şeridi şeklindeki devasa pankart, salonu dolaşmaya başlamıştı. Onlarca katılımcının taşıdığı pankart, Irak'ta halen devam eden insanlık dışı uygulamaları kare kare gözler önüne seriyordu.
Ve oturumu yöneten Haifa Zangana, artık hayatta olmayan bu fotoğraflardaki çocuklar, kadınlar, yaşlılar, sivil erkekler için saygı duruşunda bulunmayı önerdi. İddia heyeti, tanıklar ve jüri üyelerinin dışında 500'den fazla katılımcının bulunduğu salon bir dakika sessizlik içinde saygı duruşunda bulundu.
Pankart mahkeme salonunu baştan başa dolaşıp Darphane-i Amire'nin sergi bölümündeki yerine giderken Haifa Zangana, "İşte Amerika'nın başını çektiği işgalin sonu olan yıkım. Her fotoğraf günlük olarak nelerin yaşandığını bize gösteriyor. Şu anda da Felluce halkı buna benzer şeyler yaşıyor" dedi.
"Irak'taki savaşta kural yok"
Goodrich, konuşmasına ABD'de askerlik eğitiminin nasıl verildiğini anlatarak başladı.
"ABD ordusunun yaptıklarından bahsetmek istiyorum. Lütfen benim genç görünüşüm sizi yanıltmasın. Ordudaki görevim beni erkenden olgunlaştırdı" diyen Goodrich, tanıklıklarını şöyle anlattı:
"Sizler, Ebu Garib'i biliyorsunuz, çünkü hakkında çok şey yazıldı. Ama yaşananlar bununla sınırlı değil, bilinmeyen çok şey var. Sadece bunun olduğunu zannetmek yeterli değil. Yapılan yanlışları anlamak için ordu içindeki eğitime bakmak lazım. Kimler katılıyor orduya buna bakmalıyız.
Amerikan toplumu ordulaşmış bir toplumdur, ordu yüceltilir, ordu bireyleri rol modelleri olarak görülür. Ben de büyükbabamdan itibaren orduya katılmaya karar verdim. Amerika'da 17 yaşından itibaren orduya katılabilir gençler. Kafeterya önlerinde bedelsiz ürünler verilerek gençler orduya çekilmeye çalışılır. Ve bu gençlerin yetenekleri test edilir. Azınlıklar ve düşük gelir grubuna mensup olanlar ordu için tercih sebebidir. Yoksul kesim daha çok katılır orduya.
"En önemli görev öldürmek"
Pek çok insan orduya katılmayı yurttaşlık bilincinin bir parçası sanır. Ordu eğitimi insanların moralini bozmaya ve sadece ordu kurallarına itaat eden insanlar olarak hayatlarını sürdürmelerine çalışır. İnsan vücutlarını gösteren hedefleri vurmanız istenir, böylece gerçek hayatta daha kolay vurursunuz. Hiçbir zaman barıştan bahsedilmez, çünkü o zaman hazırlıksız hissederiz. En önemli görev öldürmektir."
Orduda görev yaptığı sırada din, politika ve seksten söz etmenin yasak olduğunu söyleyen Tim Goodrich, "Ama zaman geçtikçe bunlar tabii ki konuşulur. Ben görev yaptığım süre boyunca duyduğum 'Bütün Ortadoğu'yu bombalamamız lazım' cümlesi için her seferinde bir dolar alsaydım bugün zengin olurdum" dedi.
Irak'ın bombalanmasının 19 Mart 2003'ten çok önce başladığını bildiren Goodrich, "Ben tanığım, çünkü Suudi Arabistan'da görevliydim" dedikten sonra şu bilgileri verdi:
"İtalyan bir gazeteci bunu iletmeye çalıştı ama bu haber hiçbir şekilde yerine ulaşmadı. Çok yanlış istihbaratlar yapıldı ve bu yüzden masum insanlar tutuklandı."
Konuşmasında, yaşadıklarından örnekler sıralayan Tim Goodrich'in verdiği örneklerden bazıları şöyle:
"Bir olay yaşandı ve bunun sonucunda dört tutuklu öldürüldü. Bunun fotoğrafı çekildi. Amerikan askeri ölü Iraklı'nın kafasına ateş ediyordu fotoğrafta. Bu bir kez yaşanmadı, Amerikan askerlerinin birçoğu yaptı bunu. Çünkü askerler ailelerinden uzakta kalmaya alışkın değiller. Sonunda umutsuzluklarının acısını Iraklılar'dan çıkarmaya çalışıyorlar. Bu süreçte verilen antidepresanlar da bu ruh halini değiştirmeye yaramıyor. Askerler, en kötü muamelelere maruz bıraktıkları tutuklulara 'Soran olursa siz sadece kamyondan düştünüz' diye tembih ediyor..."
Irak'ta yaşananların bütün insanlığı ilgilendirdiğini söyleyen Goodrich, zamanla Iraklı vatandaşların kendi ülkelerini savunma hakları olduğunu düşünmeye başladıklarını, Amerikan ordusu içindeki itirazların da yavaş yavaş arttığını söyleyerek, "Artık bunlar bireysel görüşler değil, gruplaşarak konuşuluyor" dedi.(ÇM/EA/EÜ)