İstiklal Caddesi’nin düzenli ve sürekli olarak devam eden dönüşümüne ayak uydurmayan Osman Ekici “Durum iyi değil abla, görüyorsun” diyerek karşılıyor yanına gelen bir kadını.
“Aile dostu” diye tanıttığı Özlem Hanım’ın altı aydır her gün kendisine yemek getirdiğini söylüyor.
Bazen İstiklal Caddesi’nde bazen Firuzağa’da, balık pazarında ve Taksim’in daha birçok yerinde yürürken birçoğumuz sırtındaki yükler ve yanındaki köpeklerle rastlıyoruz Ekici’ye.
Cihangir’in Akyol Mahallesi’nin girişinde köşede eskiciden bozma küçük bir pazarı da var. Buraya serdiği kartonların üzerinde çoğu zaman çöplerden topladığı rengarenk çiçekler, reklam afişleri, dergiler, eskimiş kilimler satıyor.
Kendisini ziyarete gelenleri burada beslediği sarman ve tekir sokak kedileriyle karşılıyor. Köpeklerinin yazın buldukları serin yerlerde yattığını, acıkınca yanına geldiklerini anlatıyor.
Ekici, çoğu zaman sokakta olsa da evsiz değil. Eşiyle beraber Cihangir’de aldıkları evde artık tek başına yaşıyor. Söylediğine göre hayvan sevgisi yüzünden terk edilmiş.
“Eşim hayvanı gördüğü zaman ben seninle olamam, dedi. Sekiz sene önce beni terk etti. Daha yeni evlenmişiz, bir hafta olmuş. Taksim’e çıkmışız gezmeye. Köpek gördük bir tane, yeni doğum yapmış. Bebeklerini sevdim diye kıyamet kopardı.”
“Dağda çoban olurum senin canını yakmam”
Ekici, 1943’de Dersim’de doğmuş. “Şimdi böyle göründüğüme bakma. O zaman güçlüydüm iki defa askerlik yaptım” diyor. İlk askerliği dört yıl sürmüş ama “devlet büyükleri, karakolda kalması için uzatmak istemişler”:
“Karakola uzatmalı koyuyorlardı o zaman. Devletin büyükleri beni oraya yerleştireceklerdi. Erzurum’da karakolda girdim içeriye, emniyetteki büyükler konuşuyordu. Baktım orada suçluyu da suçsuzu da dövüyorlar, vicdanım kabul etmedi. Ben dağda çoban olurum, senin canını yakmam vicdanım kabul etmez. Ana caddeden otobüse bindim kaçtım.”
Ekici o zamanlar köyden bir kadını seviyor ama o askerdeyken kadını ailesi başka biriyle evlendiriyor. Anadolu’da o zaman “başlık parasının” olduğunu, zaten istese de ailesinin kızlarını kendisiyle evlendirmeyeceğini, o yüzden İstanbul’a geldiğini yüzünde üzgün olmayan kabullenilmiş bir çaresizlikle anlatıyor.
Çalışıp para biriktirmek için geldiği İstanbul’da karakoldan gelip “Askere geleceksin” diyerek tekrar götürüyorlar Ekici’yi. Dört ay sonra yine İstanbul’a dönüyor ve bugünkü mücadelesi başlıyor. İstanbul’u geldiği günden beri sevmediğini, Anadolu’daki gibi iyi insanların burada olmadığını anlatıyor.
“Bomonti’de tekstil fabrikasında çalışmaya başladım. Yedi-sekiz yıl sonra açıktan emekli oldum. Para biriktireyim kimseye yük olmayayım diye kaldım, yoksa sevmedim burayı. Niyeti kötü insanlar var.”
Bu cümleden sonra dalgınlaşıp çocukluğuna gidiyor Ekici, daha buruk bir şekilde devam ediyor:
“Babamla amcalarımla Erzincan’a yaylaya giderdik. Yediğin, içtiğin, her şey belli. Bir kere çay içer, iki kere yemek yersin. Ama şurada yatsan seni keserler, kimse de bilmez.”
“Hayvanlara kast edersen dünyayı yıkarsın”
Ekici’yi tanıyan herkes onu hayvanlara olan düşkünlüğüyle biliyor. Ancak hayvan sevgisi sadece kedilere ve köpeklere değil. Küçüklüğünde keklik, güvercin, tavşan ve ördek de bakmış. Hayvanlara olan düşkünlüğü ona bir nevi aile yadigarı.
Tarlabaşı’nda, Kazancı Yokuşu’nda, Gümüşsuyu’nda sürekli dolaşıp sokaklara mama ve su bırakıyor Ekici. Hayvanların insanlar gibi hain olmadığını onlardan bir zarar gelmeyeceğini konuşmasında hep tekrar ediyor.
“3 yaşından beri hayvanlara çok meraklıyım. Anadolu’da yerimiz müsaitti. Babam da amcam da çok severdi, hepsi hayvan dostuydu. Ama artık hiçbiri yok hepsi öldü. Hayvan Allah ve peygamber dostudur. Onlar da Allah’ın kuludur. İnsan var ki can bağışlar, insan da var ki canını almaya uğraşır. Hayvanlardan zarar gelmez insanlardan korkmak lazım.
“İnsanları sıraladığım zaman küçük büyük, devletten olsun halktan olsun bir karıncanın canını yakmak Allah’a kast etmektir. Hayvanlara kast edersen dünyayı yıkarsın.”
“Kimin malı kime helal ki”
Ekici, emekli parasının üç kızına gittiğini, hayvanlara bakması için çalışması gerektiğini söylüyor. Eskicilik işini hem kendi karnını hem de sokak hayvanlarının karnını doyurmak için yapıyor.
Bir yıl öncesine kadar bir arkadaşıyla farklı yerlerde sergiler açıp halı satıyormuş. Akşamları eve götürdüğü halıları için komşusu belediyeye “Evi çöp eve çevirdi” diye şikayet edince, evi basan belediye bütün halılarına el koymuş.
“Hırsızdan daha hırsızlar. Halılarımı alıp kendileri kullandılar. Sanma ki iyi insanlardır. Helal malı götürüp ona çöp diyorlar. Can yakmak fakirin parasını almak kolay değil. Bana gücün yeter ama senin için iyi olmaz. Kimin malı kime helal ki. Haram parayla devleti besliyorlar. Mecbur kaldım ben de bunları satıyorum. Hayvanlara bakmam lazım.” (TP/ÇT)
* Fotoğraflar: Tansu Pişkin