Soykırımın 100. Yılında binlerce kişi Taksim’de öldürülenlerin yasını tuttu, yerinden edilenleri andı.
Anma Galatasaray Lisesi önünden Nor Zartong’un yürüyüşüyle başladı. Yürüyüş boyunca soykırımda öldürülenlerin, kaybedilenlerin, Hrant Dink ve Sevag Balıkçı’nın fotoğrafları taşındı.
Yürüyüşte “Soykırım Sizin Direniş Bizim”, “Boğos Baykar Azadutyun”, “Sevag’u Unutma Unutturma” ve “Hrant’ı Unutma Unutturma” sloganları atıldı, “Soykırım Sürüyor” pankartı açıldı.
Taksim Meydanı kapalı olduğu için anma İstiklal Caddesi’nin bitiminde Fransız Konsolosluğu’nun önünde gerçekleşti. Alana dilek ağacı kuruldu. Sessiz anma boyunca sloganlar atılmadı.
Watenpaugh: Çanları dinleyin, adalet istiyorlar, adalet istiyoruz
Saat 19.15’te başlayan anmada ilk olarak Ermeni Soykırımı 100. Yılı Anma Projesi’nden Heghnar Watenpaugh konuşma yaptı.
“Bundan tam 100 yıl önce büyük-büyükannem dağlara kaçmış olmasaydı, ben bugün burada bu konuşmayı yapıyor olmayacaktım” diyen Watenpaugh büyükanne ve büyükbabası Sarkis Zeitlan ile Varter Kojanian’ı andı.
Bugün burada, insanlık tarihinin en karanlık olaylarından biri olan Ermeni Soykırımının 100. yılını anmak üzere toplanmış bulunuyoruz. Bugün aynı zamanda, dünyanın dört bir yanındaki Ermenilerin, hayatta kalışımızı ve muazzam direnme gücümüzü kutladığı gündür. Bundan tam 100 yıl önce büyük-büyükannem dağlara kaçmış olmasaydı, ben bugün burada bu konuşmayı yapıyor olmayacaktım. Büyük büyükannem Akdeniz’e tepeden bakan Musa Dağı’nda Hıdırbey isminde bir köyde yaşıyormuş. Osmanlı ordusu kocasını zorla askere almış. Gidiş o gidiş. Hemen ardından devletin köyü boşaltma emri gelince, köylüler ne yapacaklarını bilmez halde toplanmışlar. Kimileri, geriye pek az insanın sağ kalacağı bir ölüm yolculuğuna çıkacaklarını bilmeden bu emre uymayı seçmiş. Fakat büyük büyükannem Varter, üç küçük çocuğu ve birkaç dikbaşlı köylüyle birlikte emre itaat etmeyerek dağa çıkmış. Musa Dağı Ermenileri, erzakları tükenip de oradan geçmekte olan müttefik bir muharebe gemisi tarafından mucize eseri kurtarılana dek tam kırk gün boyunca Osmanlı Ordusu’na karşı mücadele etmişler. Benim ataların ve hayatta kalan Ermeniler, Beyrut’tan Kaliforniya’ya kadar gittikleri her mülteci kampında, her kasabada kendi köylerini yeniden kurmuşlar. Her gittikleri yerde, gölgesinde bir araya gelip toplanabilecekleri dut ağaçları, nar ağaçları, üzüm bağları dikmişler. Ben de bugün bunun için buradayım: Öldürülenleri, direnenleri ve hayatta kalanları hürmetle anmak için. Bugün burada, sizlerin huzurunda büyük büyükanne ve babamın isimlerini, bütün engellere rağmen yaşattığımız güzel dilimizde, Ermenice telaffuz etmek istiyorum. Soykırımdan önce asırlar boyunca düşünmüş, yazmış, yaratmış ve yaşamış nice Ermeni’ye ev sahipliği yapmış; şimdi de çocuklarına dillerini ve geleneklerini öğretip aktarmaya devam eden küçük, fakat onurlu ve coşkulu bir Ermeni cemaatini barındıran bu muazzam şehrin ortasında durup onların isimlerini haykırmak istiyorum: Sarkis Zeitlan ve Varter Kojanian. Bu kutsal günde İstanbul’da bu konuşmayı yaparken geçmişin seslerini yüreğimde duyabiliyorum. Durup dikkatle dinlerseniz, geçmişin konuştuğunu duyabilirsiniz. Pazar sabahları çalan kilise çanlarını duyabilirsiniz, öyle… Bu güzel ülkenin dört bir yanında Ermeni kiliseleri var. Bazılarının sadece yıkıntıları kalmış, bazıları camiye, spor kulübüne veya ahıra dönüştürülmüş. Yine de asaletlerini koruyorlar. Güzellikleriyle herkesi büyülüyorlar. Ölmemiş, sağ kalmışlar. Onları müzeye koyamazsınız, onlar canlı. Kulak kesilirseniz, çok uzaklarından gelen çan seslerini de duyabilirsiniz. Eski krallarımızın başkenti Ani’deki Binbir Kilise’nin çanları çaldığında diğer kiliseler de karşılık verecektir: atalarımın küçük köy kilisesinden, Ahtamar’daki Kutsal Haç Kilisesi’ne ve Diyarbakır’da yenilenen Surp Giragos’a kadar bütün kiliseler. Ve Sason dağlarından, Muş ovalarına, Zeytun’daki çamların arasından, Der Zor’un kızgın kumlarına kadar dört bir yandan dedelerimizin ve ninelerimizin sesleri duyulacak. Duyuyorsunuz işte: Adalet istiyorlar. Adalet istiyoruz. Bugün burada, ceplerinde farklı ülkelere ait pasaportlarla dünyanın dört bir yanından inkara karşı durmak için gelmiş Ermenilerle birlikteyiz. Ben bugün buraya, çocuklarım Arda Zabel ve Aram David’i de getirdim, çünkü onların da atalarının toprağını kucaklamasını istiyorum. Onların, bu topraklardaki bütün halklar ve dünya üzerindeki tüm insanlar için onur, eşitlik ve adalet arayışında yan yana durarak birbirimize destek verebildiğimiz bir dünyada yaşamalarını istiyorum. Sevgili dostlar, gelin haydi sil baştan başlayalım, haydi büyük büyükannem gibi hep birlikte dağlarımıza tırmanalım. Haydi durup bizler için çalan çanları dinleyelim. Gelin haydi hep birlikte adalet için çalışalım. |
Tavitian: Hayk ayağı kesildi, peki yeniden yeşerecek mi?
Anmada Armenian General Benevolent Union (AGBU) Avrupoa Direktörü Nicolas Tavitian da konuşma yaptı.
Tavitian konuşmasında 100 yıl önce İstanbul’daki Ermeni cemaatinin önce gelen isimlerinin polis tarafından alınıp götürüldüğünü ama bir daha dönmediğini hatırlatarak ölüme gönderilenlerin sadece onlarla kalmadığını Osmanlı İmparatorluğunun halklarından birinin ortadan kalktığını söyledi.
Tavitian, İstanbullu büyükannesi Anahid’in şu anlatısını paylaştı:
“Bir ağacın gövdesini kökünden dikkatle keserseniz, yeni sağlıklı filizler ortaya çıkar ve böylece yaşlanmış ağaçları ve yıllanmış ormanları yenileyip canlandırabilirsiniz derler.
Hayk ağacı kesildi. Gelin hep birlikte bunun ilahi bir irade sonucu olduğunu ve böylece köklerinin güç kazanabileceğine inanalım. Bu kökler nerede, hangi uzak ülkede yeni filizler verecek? Yeni kökler salacaklar mı? Başka topraklarda serpilip çoğalacaklar mı? Dalları yeniden yaprakla dolacak mı? Bunları yaşadığı topraklar, bulunduğu çevre belirleyecek. Fakat ağaç doğduğu toprakların derinlerinde yatan kendi hakiki köklerinden uzakta yeniden doğabilir mi gerçekten?
Tanrı hala topraklarında sağ salim yaşayan filizleri korusun, onları yeşertip büyütsün, dalları çiçeklerle dolup taşsın ve çok uzun ömürlü yeni ormanlar yaratsın.”
100 yıl önce İstanbul’daki Ermeni cemaatinin önde gelen isimlerinden yüzlercesi polis tarafından alınıp götürüldü. “Rutin işlemler için” denildi. Fakat bir daha geri dönmediler. Garo, Raffi, Armen, Varoujan, Garabed, Dikran… O sene daha birçokları gönderilecekti ölüme. Aradan bir yıl geçmiş, ülkenin suretinde kökten bir değişim olmuştu. Osmanlı İmparatorluğu halklarından biri tamamen ortadan kaldırılmıştı. Bütün nüfusun altıda biri. Mezarları bile yoktu, kemikleri Anadolu’nun geçit vermez dağlarında ve Suriye çöllerinde başıboş kaldı. İsimleri kayıtlarından, varlıkları ise hafızalardan silindi. Sanki hiiç var olmamışlardı. Şans eseri veya yardımseverler sayesinde hayatta kalanlar oldu. Türkiye’de yaşamaya devam ettiler, yalan söylediler, isimlerini veya dinlerini değiştirip muazzam bir ketumluk içerisinde, ihtiyatla yaşamayı öğrendiler. Geriya kalanların büyük bir kısmı ülkeden kaçtı, bir daha da geri dönmedi. Erivan’a, Halep’e, Beyrut’a, Marsilya’ya, Paris’e, Atina’ya, Sofya’ya, Bükreş’e, Kahire’ye, Moskova’ya, Tiflis’e, New York’a, Sidney’e, Buenos Aires’e ve kendilerine yeni bir yaşam kuracakları daha başka birçok yere gidip yerleştiler. İşte bu insanlar Ermenilerin hikayesini dünyanın dört bir yanına taşıdı. Müzisyen Gomidas, şair Siamanto, hukukçu ve politikacı Krikor Zohrab, yazar Zabel Eseyan, Osmanlı Devleti’nin onurlu tebaaları, nice sayısız 24 Nisan mağdurunun yaşamıyla gözler önüne serilen bir hikayeydi bu. Sağ kalıp da kaçanlar hikayelerini de beraberlerinde götürdüler ve gittikleri yerde o hikayeyi sürdürdüler. Bugün de, nerede olurlarsa olsunlar, kendileriyle aynı memleketten olan, aynı topraklardan gelerlerle toplanıp 24 Nisan 1915’i, Ermeni soykırımını hep birlikte anıyorlar. Brüksel’de, Amsterdam’da, Tahran’da, Lyon’da, Viyana’da, Los Angeles’ta, Sao Paolo’da, Kinşasa’da, Londra’da. Fakat dünyanın dört bir yanında yapılmakta olan bu anmalar açısından bu şehrin çok özel bir yeri var. Her şey işte tam burada başladı, imparatorluk buradan yönetiliyordu, Talat o vahim emirleri işte burada verdi ve 24 Nisan mağdurlarının ölümlerine terk edilmesi de buradan emredildi. 90 yılı aşkın bir süre boyunca hatırlamanın yasak olduğu yer de yine burası. Doğaldır ki, bugün dünyanın dört bir yanından insanlarla birlikte yas tutuyoruz. Hayatlarının baharında dünyadan göç ettirilen ve gelecek nesillere aktarılabilecek her şey ellerinden alınan insanlar için yas tutuyoruz. Evet, medeniyet için de yas tutmalıyız. Türkiye’de binlerce yıl boyunca mimarlık, edebiyat, müzik alanlarında muazzam eserler veren bir kültüre sahip Ermeni medeniyeti için… İçerisindeki her bir geleneğin cevheriyle harmanlanmış, tüm halklarına kucak açarak onlar üzerinde yükselmiş olabilecek bir Türkiye ihtimali için de yas tutmalıyız. Korku yerine güven saçan bir Türk devleti ihtimali için. Sonra, yüz yıllık unutma ve bastırma için de yas tutmalıyız. Mağdurların hafızası bir yana, kendi halkının hafızasının dahi kaldıramayacağı şeyleri bastırmak zorunda olduğunu hisseden bir devlet; bastırmaya mahkum edilmiş bir devlet. Oysa ancak “Hakikat özgürleştirir sizi”. Fakat bir yandan da bir umut yeşeriyor bugün. Çünkü bir aradayız, yan yanayız, daha aydınlık bir geleceğe bakabiliriz istersek. Birkaç adım ötemde dilek ağacı duruyor. Bugün bizimle geleceğe bakmak için denizler aşıp gelmiş onca ziyaretçinin dileklerini taşıyor üstünde. O yüzden şimdi izninizle kendi umutlarımdan bahsetmek istiyorum. Her şeyden evvel, böylesi bir günde burada, yan yana duruyor olmamız, bizi bir araya getiren şeyin bizi ayıran şeyden daha güçlü olduğunu gösteriyor. Bugün Taksim meydanında, Türkiye’nin, Avrupa’nın ve hatta dünyanın dört bir köşesinden gelmiş insanlar, hep birlikte, bir kardeşlik duygusu içerisinde yan yana, omuz omuza oturuyor. Adaletin hakikatle başladığını ve medeniyetin de adaletten geçtiğini bildikleri için, sırf bunun için ta Ruanda’dan kalkıp aramıza katılmış insanlar var burada. Hep birlikte, medeniyetin bu şekilde yerle bir edilebildiği ve geride kalanların ve onların torunlarının susturulmaya çalışıldığı bir Türkiye’yi, bir Avrupa’yı, bir dünyayı kabul etmeyeceğimizi söylüyoruz. Hep birlikte hoşgörünün ve insanlık onurunun hakim olacağı ve hepsinden önemlisi de, ne kadar küçük olursa olsun, ne kadar dağılmış olursa olsun, geçmişte ne korkunç muamelelere uğratılmış olursa olsun, her kültürün kendi mesajını taşıyıp kendi sesini duyurabileceği bir Avrupa, bir Türkiye yaratmaya kararlıyız. Bir kültürün değerini yok etme, fethetme ve hükmetme becerisiyle değil, elinin değdiği her şeyi bir adım yukarıya taşıyıp daha da sağlam kılma becerisiyle ölçüldüğü bir dünya özlemi içerisindeyiz. İlk dileğim bu. Bir umudum, bir dileğim daha var. Fakat bu kelimelerim kifayetsiz kaldı. O yüzden başka birinden yardım istedim. Aradığım yardım büyükannemden geldi. Büyükannem İstanbul’da doğmuş. Adı Anahid’di. 1915’te 12 yaşındaydı. Yıllar sonra, o uğursuz 24 Nisan gününe dair hatıralarını yazdı. Yakınlarının nasıl alınıp götürüldüğünü anlattı. Şimdi ben, yazdığı hatıralarının sonunda yer alan şu satırları paylaşmak istiyorum sizlerle: “Bir ağacın gövdesini kökünden dikkatle keserseniz, yeni sağlıklı filizler ortaya çıkar ve böylece yaşlanmış ağaçları ve yıllanmış ormanları yenileyip canlandırabilirsiniz derler. Hayk ağacı kesildi. Gelin hep birlikte bunun ilahi bir irade sonucu olduğunu ve böylece köklerinin güç kazanabileceğine inanalım. Bu kökler nerede, hangi uzak ülkede yeni filizler verecek? Yeni kökler salacaklar mı? Başka topraklarda serpilip çoğalacaklar mı? Dalları yeniden yaprakla dolacak mı? Bunları yaşadığı topraklar, bulunduğu çevre belirleyecek. Fakat ağaç doğduğu toprakların derinlerinde yatan kendi hakiki köklerinden uzakta yeniden doğabilir mi gerçekten? Tanrı hala topraklarında sağ salim yaşayan filizleri korusun, onları yeşertip büyütsün, dalları çiçeklerle dolup taşsın ve çok uzun ömürlü yeni ormanlar yaratsın.” |
Kaya: Biz özür diledik, artık sıra devlette
Ermeni Soykırımı’nı Anma Platformu adına açıklamayı Nurcan Kaya okudu. Kaya “Soykırım yalnızca yüzbinlerce insanın öldürülmesi, tehcir edilmesi demek değildir; soykırım aynı zamanda, soykırımın gizlenmesi, reddedilmesi, inkar edilmesi, unutturulması için sistematik yalanlar üretilmesi demektir” dediği konuşmasında cumhuriyet tarihinin de soykırımın unutturulması için inşa edilmiş devlet merkezli yalanlar tarihi olduğunu ifade etti.
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Vatikan ve Avrupa Parlamentosu’nun açıklama ve kararlarıyla ilgili olarak yaptığı açıklamalar soykırımı unutturmaya ve inkar etmeye yönelik olarak pekiştirilen tarih bilincinin hala devletin temel görüşü olduğunu gösteriyor.
“100 yıl önce gerçekleşen Ermeni soykırımını anmak için çaba gösterirken, tam da bu nedenle, soykırımcı devlet geleneğiyle de aralıksız tartışmak zorundayız. Her soykırım kendi geleneğini yaratır, bizler de, soykırımın tanınması için mücadele edenler de uzun bir süredir, soykırımla yüzleşilmesinin bir gelenek haline gelmesi için çabalıyoruz.”
“Bizler özür diledik, özür diliyoruz” diyen Kaya “Şimdi sıra devlette” diye devam etti.
“Karşılıklı acılardan söz eden taziyeler değil, özür bekiyoruz. Özür dileyin. 100 yıl, yüzleşmek için bir fırsattır, yüzleşin.”
Anma konuşmaların ardından sona erdi. (EA)