Genel kanının aksine, tahnit işiyle uğraşanlar sanatlarının ölümü değil, hayatı yücelttiğini ifade ediyorlar. Büyük itina ve sabırla faaliyetlerini sürdürürken, her defasında tabiatın muhtelif dışavurumlarının muhteşemliğine kendilerini kolaylıkla kaptıracak kadar obsesifler. Yalnız birer çevreci değil, birer heykeltıraş, aynı zamanda birer bilimci onlar.
Kendisi için geri dönüşümcü, hatta ileri dönüşümcü diyen bile var.
İncelik ve titizliği ön planda tutarak çalışmalarına sebatla devam ederken, ortaya çıkardıklarına mutlaka ruh katmaları gerektiğinin farkındalar; yalnız doldurdukları hayvanı yakından tanımak değil, yaşadığı çevreyi de bir bütün olarak algılayıp layıkıyla yansıtmak zorunda olduklarının bilinciyle.
İnsanın yeryüzüne verdiği zararların boyutları bir bir ortalığa saçılırken bilhassa nesli tükenmekte olan hayvanları korumaya yönelik zarif bir uyarı Stuffed (Doldurulmuş) adlı belgesel.
Geçtiğimiz Mart ayında SXSW festivalinde dünya prömiyerini gerçekleştiren görülesi belgesel, ihtimamla ortaya çıkarılmış zarif bir eser.
Birbirinden teferruatlı animasyonlarla desteklenmiş ABD, Kanada ortak yapımı 84 dakikalık film kadın yönetmen Erin Derham'ın estetik dünyasını layıkıyla yansıtıyor.
Ölümü değil hayatı yüceltiyoruz...
Modern tahnit sanatının babası sayılan Carl Akeley'den avcılık takıntısına rağmen ABD'de doğal koruma alanlarını ilk ilan eden Roosevelt'e varan geniş bir spektrumla karşı karşıyayız.
Ne de olsa filmde de ifade edildiği şekilde, insanın işine yaramayan, ekonomik değeri olmayan canlılar eninde sonunda yok olmaya mahkûmdur.
İnsanlık tarihindeki çeşitli hayvan katliamı örneklerinden, şapkasına doldurulmuş kuş takıştırma modasını başlatan İngiltere Kraliçesi Viktorya'ya, birbirinden enteresan detay filmde peşi sıra arzıendam ediyor.
Fakat belgeselde yakından takip ettiğimiz, çoğu genç yaşta ve kendine has tahnit sanatçısı büyük bir tevazu içinde, işlerine gayet meditatif bir tavırla eğiliyor. Kendisine bir hayvan katili olarak bakılan bir tanesi hayatında hiç bir canlıya kıymadığını ifade ediyor.
ABD'nin çeşitli coğrafyalarından, Hollanda'ya ve Güney Afrika'ya zevkli seyahatimizi sürdürürken, işlerinde gerçeğe mümkün olduğunca sadık kalanların yanında tahnit sanatının klasik sınırlarını hoyratça aşan yaklaşımlara da rastlıyoruz.
Doğal malzemeyi hayal dünyasını epeyce zorlayarak adeta mitolojik yaratıklar ortaya çıkarmak için kullanan da var, hayvanların en tabii görüntüsüne sentetik malzemeyle ulaşmaya çalışanı da. Ya eski tip, bej renginde telefon kablosundan imal edilmiş kocaman bir koyuna ne dersiniz?
Belgesel bizi doğal tarih müzelerinin, laboratuvarların, anatomik şemaların, kilden mamul türlü türlü maketlerin, birbirinden renkli tüylerin ve envaiçeşit hayvan kürkünün görüntüsüne doyuruyor.
Film seyirciyi Afrika'da dağ gorillerini koruma altına almak için bir zamanlar açılmış olan ilk tabiat parkından, eskiden erkeklerin tekelindeymiş gibi görünen bir meslekte başarılı olan günümüz kadınlarının dünyasına heyecanla sürüklüyor.
Önce hayvan aşkı
İşine şevkle sarıldığı belli olan belgeselci Derham kahramanlarıyla empati kuruyor, doğaya ne kadar dikkatli yaklaşmamız gerektiğini layıkıyla bir kez daha ifade ederken seyirciyi kesinlikle ikna ediyor.
Mesleklerine takıntılı biçimde bağlı olan filmin tahnit ustaları güzellliğe prim verdikleri kadar, doğa sevgilerinin yüceliğini de derinden hissettiriyorlar.
Hayvanat bahçelerinde acımasız muamele gören hayvanlarla kıyasladığımızda doldurulmuş hayvanların insan tarafından yüklenmiş misyonlarını çok daha etkin biçimde yerine getirdiğini söylemek yanlış olmaz.
Belgeselin müziklerinde imzası olan Ben Lovett'ın filmin ruhuna ve temposuna çok şey kazandırdığı rahatlıkla belirtilebilir. Samimi, duygusunu birebir yansıtan, bilgi aktarırken merak uyandıran, ayrıca ilham veren bir belgesel Stuffed.
Sinekkuşları, leoparlar, kangurular, armadillolar, gencecik bir zebranın ayağa ilk kalkış anını sabitleyen tahnit eseri derken, belgeselin sonunda tüm kahramanlarımız dünya taksidermi şampiyonasında buluşuyor.
Birbirlerinin işlerine hayranlıkla bakıyor, iltifat etmekten asla çekinmiyorlar; rakiplerinin başarılarından motive oluyor, kendilerini günbegün geliştirerek mesleklerinde ustalaşmaya doğru yol alıyorlar çünkü.
Sportmence girişilen yarış sırasında oluşan tanışıklıklar zamanla gayet verimli işbirliklerine de dönüşebiliyor. Fakat her halukarda bu törensel karşılaşmaların hayvan dünyasını ve genel anlamda tabiatı yücelten birer ayine dönüştüğü kesin.
Doğal dokulara doyasıya dokunmak, onlarla yakın temasta yaratıcılığı tetiklemek, tabii malzemelere hak ettikleri saygıyı göstererek ömürlerini uzatmak kahramanlarımızın da, seyircinin de asil duygularla dolup taşmasına neden oluyor.
Filmde ifade edildiği gibi, hayvanların insana ihtiyacı yok, ama insanların hayvanlara ihtiyacı var ne de olsa... (RL/PT)