Barış Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Tahmaz, 10–17 Aralık İnsan Hakları Haftası kapsamında barış hakkını değerlendirdi. Barışı, özgür yaşam hakkının özü ve tüm evrensel insan haklarının ortak paydası olarak tanımlayan Tahmaz, adalet, eşitlik, özgürlük ve dayanışmayı içeren bütünlüklü bir hak olduğunu vurguladı.
Bir insan hakkı olarak ‘barış hakkı’ deyince ne anlıyoruz?
Barış hakkı, sıkça ifade ettiğim gibi özgür yaşam hakkının ve hayatın özüdür. Evrensel temel insan haklarının tümünün ortak paydasıdır. Barışı en genel tanımıyla, şiddetin ve çatışmanın tüm biçimlerinin (açık, gizli, fiziksel, kültürel) yokluğu olarak tanımlamak mümkündür.
Ulusüstü ve uluslararası insan hakları ve barış örgütleri ile hukuk kurumları ve akademi barışı; negatif barış ve pozitif barış olarak tanımlar. Negatif barış, açık ve gizli fiziksel şiddetin olmamasıdır. Pozitif barış ise fiziksel, ekonomik, siyasal, kültürel ya da yapısal her tür şiddetin yokluğu ve şiddetsizliğe adaletin eşlik etmesidir.
Barışı, çatışmasızlık hâli ve uzlaşma kültürüyle; bireylerin, toplulukların ya da halkların karşılıklı olarak birbirlerini tanımasıyla birlikte düşünmek mümkün ve gereklidir. Barış; karşılıklı uyuma, eşitliğe, adalete, özgürlüğe ve elbette bütün bunlarla birlikte dayanışmaya işaret eder.
Bütün bunlar, iki büyük savaş sonrası kurulan ve savaşların yıkıcı sonuçlarını bertaraf etmek için oluşturulan Birleşmiş Milletler’in çeşitli dönemlerde aldığı çok sayıda karar ve sözleşmede kayıt altına alınmıştır.
Ancak son çeyrek yüzyıldır barış hakkı, bizzat bu hakkı kayıt altına alan devletler tarafından kağıt üzerinde bırakılan bir hak hâline getirilmiştir. Barış arayışları araçsallaştırılmış; insanlığın yarım yüzyıldır adeta iğneyle kuyu kazar gibi inşa ettiği insan hakları rejimi askıya alınmıştır. Dünyaya hukuksuzluk, savaşlar ve çatışmalar hükmeder olmuştur.
Bugün dünyada 50’den fazla ülkede fiziki şiddet ve açık çatışma hâli vardır. Bunların başında da içinde yer aldığımız Ortadoğu bölgesi gelmektedir. Filistin’de, Kobani’de, Suriye’de, Ukrayna’da, İran’da, Irak’ta, Lübnan’da ve 50 yıldır da ülkemizde çatışma ve savaş hâli sürmektedir. Dünyanın gözü önünde haydut devletler ve onların beslediği paramiliter güçler insanlığa en karanlık ve vahşi dönemlerini yaşatmaktadır.
"Zulm normalleşti"
Savunma bakanlıklarının adını adeta “savaş bakanlığı”na çevirecek kadar yüzsüzleştiler. Zulmün normalleştirildiği günümüz dünyasında barış istemek ve barış için mücadele etmek insanlara “radikal” gelmeye başladı. Barıştan yana olmak, iyi insan olmak günümüzde büyük ve radikal bir tercih olarak yaftalanıyor.
‘Barış’ tek başına çatışmasızlığı mı ifade eder? Sizce bu kavramın dünyada ve Türkiye toplumunda doğru algılanıyor mu?
Maalesef ülkemizde de dünyada da barış, çoğunlukla yalnızca açık ve fiziki şiddetin, savaşın sona ermesi olarak algılanmaktadır. Oysa barış, temel bir insan hakkı ve özgür yaşam hakkının özüdür. Ne yazık ki bu yönüyle yeterince anlaşılmamaktadır. Savaşın ve çatışmanın kök nedenleri yok sayılmakta, değersizleştirilmektedir.
Türkiye’de barış, geniş toplum kesimlerinin önemli bir bölümü tarafından Kürt silahlı güçlerinin ve Kürt haklarını savunanların elimine edilmesi, bastırılması olarak algılanmaktadır.
Bunun iki temel nedeni vardır: Birincisi, barış hakkı ve diğer insan hakları konusunda toplumsal kültürün yaygın olmaması ve toplumsal bilinç düzeyinin zayıflığıdır. İkincisi ise bu koşullarda siyasetin toplumu kolayca istediği kalıba sokabilmesidir. Sivil alanın ve hak mücadelesi geleneğinin zayıflığı da buna eklenmelidir. Elbette Kürt savaşının toplumda yarattığı büyük travma da önemli bir etkendir.
Barış hakkını bireysel ve toplumsal düzeyde nasıl değerlendirmek gerekir?
Barış, bireyler ve topluluklar, halklar açısından vazgeçilmez bir haktır. Bu temel hakkın nasıl, yani bireysel mi topluluk olarak mı kullanılacağına ancak hak sahipleri karar verebilir. Barış hakkının nasıl ve kim tarafından kullanılacağı bir kaygı ve korku kaynağı olmamalıdır.
Barış, bireysel ve toplumsal yardımlaşmayı, dayanışmayı ve karşılıklı duygudaşlığı gerektirir. Esasında barış, bireylerin ve toplumların bir iyi olma hâlidir. Barış bakış açısı, karşılıklı tanımaya, özgürlük ve eşitliğe dayanması nedeniyle başkasını “ötekileştirmez”, ayrımcılık üretmez. Farklılıklara saygıyı esas alır. Toplumsal sınıf, etnik kimlik ve dil, din, inanç, cinsiyet gibi kimlik ve farklılıklara saygı barışın temelini oluşturur.
Siz Türkiye’de ilerleyen yeni çözüm sürecini bu perspektiften nasıl görüyorsunuz? Umutlu musunuz?
Negatif barışın sağlanması bakımından bir yıldır silahların susması, karşılıklı olarak parmakların tetikten çekilmesi ve PKK’nin fesih kararıyla Kürt çatışmasının siyaset zeminine taşınması umut verici gelişmelerdir.
Ancak Kürt sorununun eşit yurttaşlık temelinde çözümüne hâlâ çok uzak olunması; sürecin Şam-Kobani ilişkilerine doğrudan endekslenmesi ve iktidar partisinin siyasal ajandası çerçevesinde barış arayışlarının araçsallaştırılması umutlarımı sınırlamaktadır.
Bu anlamda umutlu olmam için top Meclis’in ve iktidarın sahasında. Bir an önce, daha fazla oyalanmadan, silah bırakan ve örgütünü feshetme kararı alan PKK’lilere yönelik uluslararası hukuk ve deneyimler ışığında bir demokratik entegrasyon özel yasasının çıkarılması gerekmektedir. Anayasa’ya, yasalara ve AİHM kararlarına aykırı tutukluluklar ise derhal sonlandırılmalıdır.
Sürecin hukuku ve kuralları net biçimde tanımlanmadan, kişilerin keyfiyetine bırakılması açıkça söylemek gerekirse umutları törpülüyor.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin BM’de kabul edilişinin 77. yılında insanlık, insan hakları rejimini yeniden inşa etmek gibi büyük, onurlu ve geleceğimizi şekillendirecek bir mücadelenin zorunluluğuyla karşı karşıyadır.
İnsan hakları rejiminin yeniden inşası; başta barış hakkı mücadelesi olmak üzere, hak temelli örgütlerin iletişim çağına uygun yol ve yöntemlerle yeni bir enternasyonal hatta buluşması ve insanlığın kazanımlarını savunmasıyla mümkün olabilir. Bunun için de Kürt barışını toplumsallaştırabildiğimiz ölçüde yol alacağız; gerçekçi olup imkânsızı isteyeceğiz.
Bu vesileyle Barış Vakfı’nın kurucularından da olan Hüsnü Öndül’ü de saygıyla anmak isterim. Bir hafta sonra ölüm yıldönümü. Türkiye insan hakları mücadelesinin aklı ve eğiticisi denildiğinde ilk akla gelen isimlerden.
(AB)







