19 Aralık Cezaevi operasyonunda, önce Edirne F Tipi Cezaevi'ne , üç ay sonra da Tekirdağ F Tipi'ne sevk edilen Selim Açan, 6 yıl 10 ay önce Alınteri Gazetesi Genel Yayın Koordinatörüyken, gazetenin diğer bürolarıyla yaptığı yazışmalar ile Özgürlük Dünyası dergisinde kendisiyle yapılan röportajdan sakladığı küpürlerin delil olarak gösterildiği davada, Türkiye İhtilalci Komünistler Birliği (TİKB) örgütü yöneticiliği iddiasıyla tutuklandı.
Çıkar çıkmaz beş yıldır görmediği, şu anda Kartal Cezaevinde ölüm orucunu sürdüren karısı Oya Açan'ı ziyaret eden Selim Açan, arkadaşlarının, " Bu tabutluklarda 2000 insan, her gün yeniden ölecek. Hepimizin bu tabutlardan çıkması için birilerinin ölmesi gerekiyorsa, o zaman ben öleyim" diye düşünerek ölüm orucunu sürdürdüğünü söylüyor.
"12 Mart ve 12 Eylül deneyimleri yetkinleştirildi"
Açan, F Tipi uygulamasının geçmiş uygulamaların bir "uzantısı" olduğunu düşünüyor:
"Ben 12 Mart'ta da, 12 Eylül'de de cezaevindeydim. F Tipi uygulaması, o günlerde başlayan, tutukluları yalnızlaştırma, kişiliksizleştirme, fiziksel ve ruhsal olarak çökertme politikasının yetkinleştirilmiş biçiminden başka bir şey değil.
"F tipi bir yıl uygulanırsa bu cezaevlerinden psikolojik dengesi bozulmuş çok sayıda insan çıkabilir."
Acilen hem devleti temsil edecek, hem de tutuklulara güven verecek, Barolar, Türk Tabipler Birliği, tutuklu yakınları ile Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği'nden (TMMOB)temsilcilerin bulunduğu bir komisyonun görüşmelere başlaması gerektiğini söyleyen Açan, "Çözüm öncelikle bu diyalogun başlamasında " diyor.
Ulaşabildiği herkese, ölüm orucundaki arkadaşlarının durumunu aktarmak için Açan,randevular alıyor ve oruçtakilerin psikolojilerini anlatıyor:
"İçerideki arkadaşlar, 'Bu tabutluklarda 2000 insan mahvoluyor. Bu politikayı püskürtmek için birilerinin ölmesi gerekiyorsa, bu ben olayım' diye düşünüyor. Hasta olan arkadaşlarımız bile ölüm orucuna yattı. Ne bizler, ne aileleri ve ne de avukatları, hasta olan arkadaşlarımızı ölüm orucunu bırakmaya ikna edebildik.
"Cezaevlerinde bir an önce tecrit uygulaması kaldırılmalı. Birlikte yemek yiyebilme, sohbet edebilme, televizyon seyredebilme, olanakları sağlanmalı.
" Uluslarası standartlara göre 15 kişiden az sayıda insanın bir arada yaşaması tecrittir. Tecrit koşulları bir an önce kaldırılmalı , uluslar arası standartlara uyulmalıdır.
"Haberleşme hakkı engellenmemeli. Yani'Köşe yazarına, başka cezaevine mektup gönderilemez' gibi yasaklar kaldırılmalı .
"Piyasada serbestçe satılan tüm yasal yayınlar , kitaplar cezaevine sokulmalı . Bugün olduğu gibi başında 'marksist' sözcüğünün bulunduğu her kitap çöpe atılmamalı.
"Aile ve avukatlarımıza aramalarda cinsel tacize varan aşağılama uygulamasına son verilmeli.
Cezaevleri baroların, mimar ve mühendis odalarının, kamuoyunun denetimine açılmalı .
"İçeride çok sayıda ölümcül hastalığı raporlarla sabit olan tutuklu var. Bu insanların serbest bırakılması ve tedavileri sağlanmalı."
Bakanın teklifi kabul edilmez
Ölüm orucundaki tutukluların asla Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün 'Siz ölüm orucunu bırakın, biz sonra düşünürüz' teklifini kabul etmeyeceğini belirten Açan, artık Bakanın sözlerinin tutuklulara güven vermediğini vurguluyor:
"Adalet Bakanı, operasyondan önce bütün dünyanın önünde 'Toplumsal mutabakat sağlanmadan F tiplerini açmayacağız' dedi, ama sözünü tutmadı. Onlarca insanı öldürüp, kalanları F tipi cezaevlerine tıktılar. Şu anda da cezaevinden çıkan tabutları sayıyor ve bekliyorlar" .
F Tipi'nde tutukluların bir biçimde iletişim kurduğunu belirten Açan, tek kişilik hücrelerde "iletişim kurmak" için buldukları yolları sıraladı:
Duvardan duvara iletişim
"Biz çoraplarımızdan, giysilerimizden parçaladığımız kumaşların içine yazdığımız mektupları yerleştirerek top haline getiriyorduk. Sonra duvardan duvara fırlatıyorduk. Giysisi ya da parası olmayan arkadaşlara da bu yolla giysi ve para gönderdik. Çoğu gidiyor, bir kısmı da damda takılıyordu. Daha sonra da yine giysilerimizi birbirine bağlayarak süpürgeler yaptık. Gardiyanlar, görüp toplamadığı sürece, damda takılanları da yaptığımız süpürgelerle toplayabiliyorduk.
"Cezaevi Nöbetçi Müdürü hücreme geldiğinde, 'Bizi tecrit etmek için her birimize birer İmralı Adası bulmak zorundasınız ' dedim. O da, 'Siz o denizin altından kablo döşer, konuşursunuz' dedi"
Açan, 19 Aralık 2000'de cezaevlerine düzenlenen operasyonu, sevk sırasında yaşadıklarını ve F tipinde ilk günlerini anlatıyor:
"Operasyonda gaz, sis, ses bombası dahil her türlü bombayı kullandılar. Karbonatlı sulara elimizdeki havluları batırarak nefes almaya çabaladık . Edirne'ye sevk sırasında, yol boyunca dayak yedik. Kaburgalarım kırılmıştı. Bazı arkadaşlar hem üzerlerindeki gazın, hem dayağın, hem de arkadan zincirlerle sıkılmış ellerinin verdiği rahatsızlık nedeniyle, bayıldılar . O halde bile Edirne girişinde saatlerce araçta bekletildik .
Girdiğimizde, önce kimlik tespiti yapıldı, sonra kolumuza giren birkaç asker, astsubay ve uzman çavuşlar tarafından zorla tıraş edilmeye götürüldük. İtiraz ettiğimizde kestikleri saçlarımızı ağzımıza doldurdular . Arkamızı çevirip makatlarımıza parmaklarını sokarak arama yapmaya kalkıştıklarında da yine itirazlarımıza dayakla karşılık verdiler. Bayıldığımı hatırlıyorum. Oradan fotoğraf çekmeye götürdüler, ardından bizi hücrelerimize atıp çıktılar.
"Kalp krizi de geçirsek dilekçe yazacağız"
Cezaevinde elektrik, su, her şey parayla. İdare kuyu suyu akıttığı için Tifoya yakalandım . Kanlı ishal ve kusmayla başladı. 28 Aralık günü Edirne F Tipi Cezaevi'nde mide kanaması geçirdim. Doktorlar tespit etti, ancak bir dilekçe yazmadan revire kaldırılamayacağım söylendi. Dilekçe yazdıktan saatler sonra, revire kaldırıldım. Yani orada kalp krizi de geçirseniz revire çıkmak için önce dilekçe yazacaksınız .
Bütün sistem hem bizi, hem de bizi denetlemek üstüne kurulmuş. Şunu hiç unutmuyorum. Beni tuvalette düşmüş olarak bulan bir gardiyan aynen şöyle dedi. 'Ayağa kalkmalısın. Üstünü aramak zorundayım. Çünkü kamera bizi izliyor'. Tüm koridorlarda kameralar aynı zamanda gardiyanları da denetliyor ve her şey kaydediliyor.
3 Mart'ta sevk edildiğim Tekirdağ F Tipi Cezaevi'nde üç kişilik hücrelerde, sayım yaparken ayağa kalkmamızı, sıraya dizilmemizi ve adımız okununca 'Burada efendim ' dememizi istediler. Reddettiğimizde kolumuzdan tutup üç saniye ayakta bekletip, sonra çuval gibi yere bırakıyorlardı.
Bir süre sonra şu tür anonslar yapmaya başladılar: 'Ortak alanlardan yararlanmak isteyenler hasmının olup olmadığını ve tahsil durumunu yazarak dilekçe versin. Dilekçeler Cezaevi Müdürü, doktor, psikolog tarafından değerlendirilecek, durumu uygun görülenler ortak mekanlardan yararlanacaktır'"(YV)