Tabu'yu hepimiz biliriz: Kartlarda yazılı isim veya kavramları "tabu" kelimeleri kullanmadan anlatma oyunu. Aylin Kuryel ve Emrah Irzık 2008 yapımı kısa filmleri "Tabu"da bu oyunu İstanbul'daki üniversite gençliğine oynatıp kameraya almışlar, ama bir farkla: Anlatılması gerekenler bu sefer Türkiye'nin tabuları.
Türkiye gündeminin hem o zamanki sıcak meseleleri hem de kronik sorunları masaya yatırılmış: Türban, vicdani ret, Kürt sorunu, Ermeni soykırımı, travestilik, klitoris, mastürbasyon, eşcinsellik, ateizm, feminizm işlenen konuların bazıları. Filmde sadece öğrencilerin bu oyunu nasıl oynadığı gösteriliyor; ne bir anlatıcı var ne de yorum. Çünkü oynayanlar tarafından kullanılan her bir kelime belli söylemlerin uzantıları olduğu için bir başka tartışmanın ateşleyicisi zaten.
Sonuçlar yer yer izleyenin kanını donduracak cinsten. Sözgelimi "travesti" kelimesi çoğunlukla "fahişelik", "ibnelik" ve Bülent Ersoy örneği özelinde transseksüellik üzerinden anlatılmış. "Feminizm", "erkek düşmanlığı"yla özdeşleştirilirken "ateist" sözcüğü bir öğrenci tarafından "satanist var ya, oradan saymaya başla" diye anlatılıyor.
Cinselliğe de değinilmiş: "Mastürbasyon"un genellikle erkekler tarafından yapıldığı görüşü yaygınken ve özellikle erkek öğrenciler bunu gülerek ve şakalaşarak anlatırken, iş "klitoris"i anlatmaya gelince kadın-erkek herkes utanıyor, sıkılıyor, kızarıyor. Çünkü içlerinden birinin söylediği gibi, "ayıp o ya".
Söz "kanayan yaramız" Kürt sorununa geldiğindeyse film tam anlamıyla kopuyor. Buna sebep beklendiği üzere tariflerde kullanılan kelimelerin çoğunlukla "PKK, terörizm ve (Güney)Doğu" olması değil elbette. Kopmaya sebep olan, öğrencilerden birinin şu cümlesi: "Biz Türk'üz ya, bir de öküzler vardır, hıyarlar..."
***
Kaptan Cook, Polinezya'yı keşfettikten sonra "tabu" sözcüğünü beraberinde getiriyor İngiltere'ye ve bunu basitçe "yasak" olarak çeviriyor. Kelimenin popüler kullanımı hâlâ Kaptan Cook çevirisi üzerinden, kökleşmiş yasak anlamında olsa da, Polinezya yerlilerinden alınan ve antropolojik bir terim haline gelen "tabu"nun özgün anlamı, bugün hâlâ antropologlar tarafından korunmakta. Buna göre, en basit ifadeyle "tabu", hem "yasak" hem de "kutsal" anlamında bir sözcük. Yerine göre anlamının bu ikisinden birine kaydığı varsayılsa da aslında "kutsal" ve "yasak" birbirine sandığımızdan daha yakın.
Örneğin, evrenselliğe en yakın olduğu kabul edilen tabulardan biri (özellikle modern hayatta) kanibalizm, yani yamyamlık. Antropologlar yamyamlığın sanıldığı gibi yalnızca yiyecek bir şey bulunamayan durumlarda zorunluluktan doğmadığını, bu eylemin dinsel, kültürel, mistik, büyüsel ve daha pek çok sebebi olduğunu defalarca gösterdiler.
Bir diğer insanı yiyen insan bunu belli bir amaca ulaşmak için yapar: güç, hız ya da saygınlık kazanmak için mesela. Ancak bu sadece "cadı"lar gibi, ne yaptığını bilen ve belli bir toplumsal statüye sahip kişiler tarafından yapılabilir. Evet, tabu yıkmak cesaret ister, çünkü ehil olmayan kişileri alçaltır ve kirletir, işin ehilleri ise zaten buna göre bir yer edinmişlerdir. Ensest ve çıplaklığı da içeren (yine yamyamlık gibi evrensel olmaya yakın) tabular, her ne kadar çıkış noktası unutulmuş olsa da, birer amaca hizmet ederler. Her toplumun tabuları vardır ve bu tabular sırf tabu oldukları için yıkılmak zorunda değildirler.
***
Eşcinsellerin yerden yere vurulduğu ama Zeki Müren denince akan suların durduğu, ateizmin en büyük ahlaksızlık sayıldığı ama Aziz Nesin'e rakı sofralarında Allah'tan rahmet dilendiği, Ermeni azınlığın görmezden gelindiği ama Hrant Dink cinayetini protesto için on binlerce insanın sokaklara döküldüğü bir ülkede yaşıyoruz.
Suçluluk duya duya, kendimizden utana utana, saklanarak yapıyoruz pek çok şeyi. Ödül ve ceza öyle iç içe geçmiş ki, Türkiye'nin bazı meseleleri hakikaten tabulaşmış yıllar boyu. Bu -doğal olarak- çelişkili durum bazen bizi birbirimize ve hatta kendimize düşman ediyor. Günümüzde bu toplumsal rahatsızlığın arttığının en güzel göstergelerinden biri 29 Ekim kutlamaları sırasında pastadan Atatürk maketinin çıkması oldu. Bu olayın sorumluları ya Atatürk sevgisinden kendilerini kaybettiler ya da onun hatırasına en büyük saygısızlığı yapmak istediler, bilemeyiz. Ama bu olayın tek başına nasıl vuku bulduğundan ziyade, işlerin nasıl bu raddeye geldiğinin önemi var.
Bir süredir öğrenim sebebiyle yurtdışında yaşıyorum ve yılda iki defa Türkiye'ye geliyorum. Uzun süre Türkiye'deki olayların, toplumun ve gündemin dışında kaldıktan sonra geri dönmek, bir önceki gelişimle sonuncusu arasında nelerin değiştiğini çok daha iyi görmemi sağlıyor.
Şu sıralar beni gittikçe daha fazla endişelendiren ise ülkemdeki kamplaşmalar: Kemalistler ve İslamcılar, Cumhuriyetçiler ve "İkinci" cumhuriyetçiler, dinciler ve laikler, "teröristler" ve "vatanseverler", Kürtler ve Türkler, vb. Bu grupların kendilerine ve birbirlerine verdikleri isimler bir yana, tartışmalar git gide daha da sevimsizleşiyor ve seviyesizleşiyor. İşin ilginci, taraflar tabu yıktıklarını iddia ederken mütemadiyen yeni tabular yaratıyor veya var olan tabulara tüy dikiyorlar. Gündem herkesi taraf tutmaya çağırıyor: "Bizden misin onlardan mı?"
Bazı Afrika geleneklerinde birinin başına kötü bir şey geldiği zaman o kişinin en yakınları bundan sorumlu tutulur. Türkiye'deki nazar inancına az çok benzeyen bu inanca göre en yakınları dışında bir insanın ölümüne sebep olacak başka biri ya da şey düşünülemez.
Son birkaç yıldır Kongo'da bazı gençler ölen arkadaşlarının naaşlarını kaçırıp cenaze törenini kendileri düzenliyorlar. Çünkü bir genç öldüğü zaman o gencin arkadaşları bundan aileyi sorumlu tutuyor. Ölünün yakınları ise korkudan bir süre ortadan kayboluyor. Aile engelini aşmakla da de kalmıyor iş. Her mahallenin bir çetesi var ve hayatının bir kısmını bir mahallede, kalanını diğer bir mahallede geçirmiş gencin hangi tarafa ait olduğu bile tartışma konusu ediliyor.
Biz de aynısını yapmıyor muyuz? Görünen sebepleri görmezden gelip yoktan sebep yaratmıyor muyuz pek çok sorunumuz için? "Bitaraf olan bertaraf olur" derler. Peki ya yanlış tarafta olmak? (ÖÜ/TK)
* Özgün Ünver, Leuven Katolik Üniversitesi, Sosyal ve Kültürel Antropoloji, yüksek lisans öğrencisi.