Akropol'de Manolis Glezos'un en ünlü eylemi anısına konulmuş bir tabela vardır. 1941 yılının 30 Mayıs gecesi, daha henüz 18 yaşında bir delikanlıyken, Akropol'e hâkim kutsal kayaya arkadaşı Apostolos Santas'la birlikte tırmanmış ve Alman işgalcilerin diktiği Nazi bayrağını indirmişti. Ülke Hitler'in çizmeleri altında en karanlık günlerini yaşıyordu. Vahşi bir işgal Yunanistan'ı mahvetmişti. On binlerce insan açlıktan ölmüştü. Direniş acımasızca bastırılmaya çalışılıyordu. İki delikanlının gamalı haça karşı gerçekleştirdiği eylem, onlara ölüm cezasına mal olmuştu. Ama ihanet etmeyen bir Yunan polisi sayesinde kaçmayı başardılar.
Glezos, Direniş'in hizmetinde bir hayata başlıyordu. Daha sonra Almanlar tarafından yakalandı. Onu kardeşi ile birlikte idam etmeden önce ağır işkenceler uyguladılar. Glezos idamdan önce yine kaçmayı başardı. Tekrar yakalandı. Bu kez İtalyanlardı yakalayan. Onların elinden sıvışması daha kolay oldu. Ama Yunan işbirlikçilerin eline düştü. Direnci sayesinde yaşama tutunabildi. Tekrar kaçtı; "o duvar o duvarlarınız, vız gelir bize vız" dizeleri onun için yazılmıştı sanki.
1922 doğumlu Manolis Glezos'la konuşmak, çağdaş Yunan tarihi içinde bir yolculuk gibi. Onun ateşli siyasal kariyeri Alman işgalinin sona ermesiyle noktalanmadı. Bertolt Brecht'in bir şiirinde söz ettiği "olmazsa olmaz adam"dı o. Bütün yaşamı mücadeleydi. İç savaş sonrasının sağcı baskıcı döneminde 1950-60 arası bir komünist militan olarak mücadeleye etti. 67-74 arası Albaylar Cuntası'na karşı yürüttüğü kavga yaşamının 12 yılını cezaevinde geçirmesine yol açtı.
Yunanistan demokrasiye geçtiğinde Glezos da artık bir milletvekiliydi. Solun değişik partilerinden seçildi. Yunanistan'ın PASOK altındaki ilk sol hükümetinde yer aldı ama halka verilen sözlerin tutulmaması üzerine görevi bıraktı. Şehrinde belediye başkanı seçilmişti.
Nihayet, Syriza ile birlikte yeniden Atina siyaset sahnesinde boy gösterdi. Bu 90'lık genç devrimcinin gözündeki pırıltıyı ne bugüne kadar çektiği acılar, ne de hayal kırıklıkları yok edebilmiş. Glezos'un 90 yıllık yaşamı içinde katılmadığı bir tek eylem yok gibi. Kah spekülatif nedenlerle ormanların yakılmasına karşı çıkarken, kah Avrupa Birliği (AB) ve Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) kemer sıkma önlemlerini protesto ederken görüyoruz onu. Bu yaşında polisin gazına, copuna maruz kalmak da yolundan döndürmüyor onu.
"Halka baskı ve terör uygulandı"
Syriza'dan milletvekili seçildiniz. Partiniz neredeyse birinci çıkıyordu seçimden. Yaratılan onca umuda karşın, Syriza'nın seçim ipini birinci olarak göğüslemesine engel olan neydi?
Yine de tartışma götürmez, müthiş bir başarıya imza attık. 2009'da yüzde dört olan oyumuzu bu Haziran'da yüzde 27'ye çıkardık. Seçimi kazanamamızın birkaç nedeni olduğu söylenebilir. Birincisi, dışarıdan ülkeye olağanüstü bir baskı geldi. 75 yıldır bu ülke politikası içindeyim, ilk defa bu denli ağır bir dış baskı gördüm. Merkel, Juncker, Schauble, kısacası herkes birlik olup Yunanlara kime oy vermeleri gerektiğini söylediler. Bir terör ve korku baskısı uyguladılar halk üzerinde.
İkincisi, Atina'da çalışan pek çok insan, ikinci kez oy vermek için seçim bölgelerine gidecek parayı bulamadılar. Bu önemli ve bu etkiyi çok iyi biliyoruz.
Üçüncü neden de, Syriza'nın kendisiyle ilgili. Özellikle ekonomiyle ilgili parti içinde çok farklı sesler çıktı ve bu da verdiği sözleri yerine getirecek parayı bulamayacak bir parti görüntüsüne yol açtı. Bu yüzden, insanlar ikna edilemedi. Farklı seslerin olması büyük bir hata değil belki, ama medya bunun üzerinde tepinerek insanların kafasını karıştırma işini çok iyi yaptı. Syriza'yı bölünmüş ve ne yapacağını bilmeyen bir parti olarak resmettiler. Söz gelimi ben de, paranın yüzü olmaz; ha Euro olmuş ha drahmi demiştim...
"Önemli olan para sahiplerinin etkisinden kurtulmak"
Gerçekten de Syriza çoğu kez Yunanistan'ı Euro bölgesinden çıkarmayı istemekle suçlandı.
Yıllarca hapis yattım ben. Çok kötü cezaevleri vardı, görece iyi olanlar vardı. Bazılarında kahve içmemize izin verilir bazılarında verilmezdi. Ve birçok mahkum en iyi cezaevine gitmek istediğini söylerdi. Ben onlara daha iyi bir cezaevine değil, özgürlüğe gitmek istediğimi söylerdim. Artık paranın köleliğinden kurtulmak lazım. Para üretmenin, büyümenin aracı, ama aynı para kendisi olarak değersiz. Köpeğe verseniz yemez. Paranın ve zenginliğin kölesi olanlardan kendimizi ayırmamız lazım. Euro'muz, drahmimiz, liramız ya da dolarımız olması önemli değil; önemli olan kendimizi para sahiplerinin etkisinden kurtarmamız.
Bunu söyledikten sonra, politikamızın AB içinde olduğunu da vurgulamak gerek. Biz Avrupa, Amerika, Afrika ya da Asya ülkesi değiliz. Bazıları bize AB'den ayrılmayı, çünkü Avrupa Komisyonu'nun politikalarını benimsemediğimizi söylüyor. Ama o zaman Yunan hükümetinin politikalarını beğenmiyoruz diye de Yunanistan'ı terk etmemiz gerekmez mi? Şu da var tabii, Avrupa bir Yunan dünyasıdır.
Bu ne demek?
"Avrupa", Yunanca iki sözcüğün birleşmesinden oluşuyor. Geniş ve görüş anlamında iki sözcüğün birleşmesinden oluşuyor Avrupa sözcüğü. Avrupa geniş dünya görüşlü insanların bölgesi olmalı. Antik Yunan'da politik yaşama katılmayanlara apolitik denirdi ve bunlar vatandaşlık haklarını kaybederlerdi. Atina demokrasisinin temellerini atan Yunan yasa koyucu Solon, "polis'in, kentin yaşamına katılmayan onu terk etmeli" demişti.
Yeni koalisyon hükümeti iyi bir başlangıç yapamadı, uzun ömürlü olmayacağı değerlendirmeleri yapılıyor?
Yeni hükümetin ne kadar uzun ömürlü olacağı konusunda bir şey söylemek zor. Sanırım Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve IMF onları maaşlarda daha fazla kesinti yapma konusunda zorlamayacaktır. İnsanları sokaklardan uzak tutmak için, protestoları engellemek ve hükümeti iktidarda tutmak için destek olacaklardır. Ama bunu yaparken Yunan halkının gelecek 12-13 yılını da artan borçlar yüzünden ipotek altına almış olacaklar.
"Çok sert bir kavga yürüteceğiz"
Nasıl bir muhalefet çizgisi izlemeyi düşünüyorsunuz?
Biz çok sert bir kavga yürüteceğiz. Hem Meclis'te hem de Meclis dışında. Kurtarıcılara, pazara, borç vericilere ihtiyacımız yok. Solun görevi Yunanistan'ın hükümranlığını savunmak, onun için mücadele etmek. Ülke olarak kendimizi izole edeceğimizi söylemiyoruz. AB içinde olacağız. Burada AB'den ayrılmak isteyen sol partilere de şunu söylemek isterim; başka Avrupa ülkeleri ile birlikte tekellerin değil halkların Avrupası için mücadele edeceğiz.
80'lerde PASOK'taydınız, neden ayrıldınız PASOK'tan?
O zamanlar Birleşik Demokratik Sol'un (EDA) lideriydim. 1974'deki ilk demokratik seçimde diğer sol partilerle ittifak yaptık. 1981'de sol güçler arasındaki anlaşma bozuldu, bu yüzden biz de PASOK'la işbirliğine karar verdik. Anlaşabildiğimiz ve anlaşamadığımız noktalar vardı. Andreas Papandreu ile kısa dönemli hedeflerde anlaştık. Yunanistan'ın NATO'dan çıkması konusunda da anlaşmıştık. Ancak, Papandreou ile son konuşmamda partisinde NATO'dan çıkmayı savunan tek kişinin kendisi olduğunu söyledi. Bunun üzerine ben de işbirliğimizin bittiğini söyledim ve kendi kasabam Apiranthos'a döndüm.
"Syriza merkeze kaymaz"
PASOK da epey radikal bir parti olarak çıktı yola ama zamanla ılımlı hale geldi ve Avrupa sosyal demokrat partilerin çizgisini benimsedi. Şimdi, bazı analistler Syriza lideri Alexis Tsipras'ı 70'lerin ve 80'lerin Papandreou'su ile kıyaslıyorlar. Syriza da merkeze doğru bir kayma yaşar mı?
Hayır. Syriza ile birlikte Yunanistan'da yeni bir sol doğdu. Bugün parti ideolojik olarak farklı çizgileri içinde barındırıyor. Avrokomünistler, Troçkistler, Maoistler, anarşistler ve PASOK'tan gelenler var. Burada artık ortaklaşılan nokta şu: Bir zamanlar halkı yönlendirecek tek güç olmak için birbirleriyle mücadele eden bu gruplar, şimdi sorunlara çözüm bulmak için halkla birlikte yürümek istiyorlar. Bu iktidarı halka vermek isteyen bir sol.
Bu noktaya gelirken, Syriza'yı oluşturan partilerin birliğini korumak için çok tartışma yaşandı. Bunlar artık Syriza'nın iç tartışmalarıdır. Söz gelimi, seçim döneminde sokaklarda halkın katıldığı, önerilerde bulunduğu, fikirlerini ortaya koyduğu, böylece katkı sunduğu çok sayıda toplantı yapıldı. Seçim programımız yüzde 80 oranında bunlar üzerinden yazıldı. Artık köylerde ve mahallelerde toplanmak, büyük mitinglere ağırlık vermemek, böylece daha dinamik ve demokratik bir süreçte ilerlemekten yanayız.
Kendi kasabanızda belediye başkanı olarak zaten bir doğrudan demokrasi deneyimi gerçekleştirmiştiniz. O nasıl bir projeydi?
Naksos adasındaki 1.100 nüfuslu memleketim Apiranthos'da yerel seçimleri kazanıp belediye başkanı oldum. Başkanlığım döneminde beş müze, üç kütüphane, iki kolej ve bir meteoroloji istasyonu kurmayı başardım. Bu arada bir de yerel anayasa yaptık kendimiz için. O anayasa katılımcı sistemimizin temellerini oluşturuyordu. Kasabanın "vatandaşlar meclisi" oranın tüm meseleleri üzerinde yüzde yüz yetki sahibiydi. Bu deneyim, ne yazık ki, merkezi hükümetin yerel yönetimleri birleştirip birçok belediyeyi ortadan kaldırması yüzünden sona erdi. Şimdi, Naksos adasındaki insanların tümü sağcı Yeni Demokrasi'nin elindeki tek merkezi yönetim tarafından yönetiliyor.
"Bugün başka bir tahakküm var"
Bugünkü Yunanistan'ı İkinci Dünya Savaşı dönemindeki Alman işgaliyle kıyaslayanlar var. Siz arada benzerlikler görüyor musunuz?
Kesinlikle hayır. O zaman idamlar vardı, yakılan köyler vardı, açlıktan ölümler vardı ve bunlar bugün yok. Bugün bir başka tür tahakküm var ve bu müdahil olan tüm ülkeler tarafından kabul ediliyor. AB ve troyka yasal bir çerçevede hareket ediyorlar.
Eski bir partizan olarak neo-Nazi Altın Şafak partisinin Meclis'te 18 sandalye kazanması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu bir sorun tabii, ama tehdit değil. (DT/AS)
* Çeviren: Doğan Tılıç.
** Söyleşi, BirGün gazetesinin 22 Temmuz tarihli Pazar ekinden alınmıştır.