Manik depresif, aşırı tutkulu ve intihar bağımlısı bir kadın yazar-şair. Ondaki intihar tutkusu "ölmek bir sanattır" sözüyle hep kendini açığa vurur. Her intihar denemesi onun için bir eğlence, garip bir karmakoma halidir. Ve bu denemelerden önce, telefonun yanında mutlaka doktorun telefonunu bırakır. Kendisi için ölüm garip ve tehlikeli bir oyun arkadaşıdır.
Ölü Ozanlar Derneği filminde, Neil Perry'nin intihar etmeden önce elinde gördüğümüz kitap da Sylvia Plath'ın bir kitabıdır mesela. İntiharı sadece kendisi için değil, tutkulu olan ve eğilimli herkes için fetişleştiren biridir Plath.
Hal böyle olunca, Hollywood bu baltalanmamış cangıla elbette eninde sonunda girecekti ve nihayetinde Sylvia ile girdi de.
Açıkça söylemek gerekirse, konu Sylvia Plath olunca ve başrolde Gywneth Paltrow'un olduğunu duyunca insan ister istemez olumsuz bir önyargıya kapılıyor. Tabii bunun tam tersini düşünenler de olabilir. Çekimler sırasında intihar sahnesinde göz makyajını beğenmediği için bu sahneyi tekrar tekrar çektiren Paltrow, Plath'ın ruhunu daha başından kavrayamamış olduğunu açıkça belli etmiş zaten. Bayan Paltrow, "Plath'ı oynuyorum" diye gizemli ve entelektüel kadın kürkü giymiş üzerine ama maalesef bu kıyafet üzerinde çok eğreti durmuş.
Bu filmdeki Paltrow için "seksi" ve "erotik" yorumları yapılmış. Evet seksi ve erotik Paltrow orada ama sormak lazım: "Sylvia Plath nerede?". Evlenme, aldatılma, çocuk doğurma, boşanma durumlarını görüyoruz da bizim şiirlerini okuduğumuz ve bir edebiyat kültü saydığımız Plath nerede? Görünmüyor pek.
Ne gariptir ki ben bu yazıyı yazarken radyoda Coldplay'in solisti Chris Martin şarkısını söylemeye başladı. "Bay Martin belki de Hollywood karınıza bu rol yüzünden bir Oscar verebilir ama lütfen bu sizi kandırmasın." Şarkısını söylemeye devam ediyor Bay Martin. Acaba karısı hakkında olumsuz şeyler yazdığım için bana kafa mı tutuyor ne? Ama geç kaldı. Zaten ben de radyo frekansını değiştirdim..
Film insanın aklına ister istemez The Hours'u getiriyor. Hollywood bir liste yapmış sanki. Malzeme olarak önce Virginia Woolf'u kullanmışlardı ki bu filme göre bence çok başarılı bir yapımdı. Şimdi ise Plath ile uğraşma vakti gelmiş. Ellerinde depresif ve intihara yatkın bir kadın edebiyatçı daha var mı bilemiyoruz. Listede kim var acaba?
Bu arada değinmeden geçmek haksızlık olacağı için belirtelim. Yine bir şair olan ve edebi bir karakter olarak bu filmle perdeye yansıtılan Ted Hughes'u da unutmamak gerek. Ancak şu da bir gerçek ki, film için kibirli Paltrow ne kadar tartışılabilcek bir seçimse, Ted Hughes rolünü oynayan Daniel Craig o kadar doğru bir seçim olmuş. Duruşu ve ses tonuyla şair Hughes'i son derece başarılı canlandıran Craig filmi izlenebilir kılan yegane faktör belki de.
Film, Sylvia Plath'ın ölümüne kadar geçen süreçte, Ted Hughes ile olan ilişkisini eksenine oturtmuş. Bu ikilinin başına aslında herkesin hayalini kurduğu bir durum geliyor. Yani birbirlerinin kaderi olduklarını düşündükleri insanla karşılaşıyorlar. Daha sonra ise, bu iki insanın birbirlerini yok etme potansiyeline sahip olduklarını görüyoruz.
Başka bir çok konuyu es geçse de, bu noktada vurgulanan ironinin başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Gerçi bu hikayenin sonunun nasıl biteceğini de bilmek bu tür biyografik filmler için handikaptır. O yüzden ele alınan karakter malzemenin hazırlığı açısından ne kadar avantaj sağlıyorsa, efsane olmuş bir ismin gerçek hikayesinden yola çıkılarak yapılan bir film olduğu için sonunun belli olması açısından bir dezavantaj yaratıyor.
O yüzden yapımcılar bu filmde mümkün olduğunca Ted Hughes ya da Sylvia Plath isimlerini farklı yanlarından ele alıp ilginç kılmaya çalışmışlar. Ancak, örneğin birbirlerini yok etme potansiyelleri kendilerini birbirleri için çekici hale getirip filmi ilginç kılıyor olsa bile, onları var eden edebi kimlikleri sönük kalınca bir eksiklik hissetmeniz de kaçınılmaz oluyor.
Bu tarz filmler elbette bir belgesel formatında olmamalı. Ancak film, Plath ve Hughes'ın ilişkisinden ve bu iki karakterin gerçekliğinden bir parça farklı anlam yakalasa da ve bundan hikaye üretecek kadar zengin görünse de bizi fazlası ile tatmin etmiyor. Zaten bu iki edebi şahsiyetin ilişkisi oldukça hassas bir konu. O yüzdendir ki Plath'ın kızı Feida Plath bir şiir yazarak bu filmi protesto etmiş. Annesinin popüler sinemaya kurban edildiğini düşünen Feida Plath'a hak vermemek elde değil.