Hani haksız da değildi şehir, özellikle de Dağkapı meydanı 1 Mayıs günü tümüyle polise kesmişti. Ama o gün 12 Mayıs günü Dağkapı meydanı surlarla çevrili şehrin gizem yüklü çocuklarını kucaklamıştı. Yerlerinde duramıyorlardı.
O gün, hatta hafta onlarındı. Şehrin en eski yerleşim bölgesi surların içinin Sur Belediyesi bu yıl 4. Çocuk şenliğini düzenliyordu.
Gökkuşağının tüm renklerini kucaklayarak "Gökkuşağında Buluşalım" belgisini kendilerine seçmişlerdi. Şehrin 60 dolayında kurumu bu şenlikte Sur Belediyesine destek olmuştu.
Tuzluğa doldurulan çocuklar
5 gün boyunca şehir çocuk etkinlikleri ile dolup taşacaktı. Belki de yılda bir kez dünyada ilk olduğu telaffuz edilen 23 Nisan çocuk bayramına gönderme kabilinden yerel alternatif bir bayramdı Diyarbakır'ın çocuk festivali.
Çocuk çoktur bizim şehrimizde! Bu nedenle birkaç yıl önce Sur içini beraber dolaştığımız ve kendisine rehberlik yaptığım Orhan Pamuk sokaklarda günün her saatinde onca çocuğu görünce; "Aman tanrım! Tanrı, sanki dünyanın bütün çocuklarını tuzluğa doldurup, sonra da ters çevirerek Diyarbakır'ın üzerine boşaltmış" sözünü boşuna söylememişti.
Müzik, dans, halk oyunları, bale, tiyatro, kukla, palyaçolar, sinema, defile, şehir turları, sergiler, standlar, paneller ve müzik, ritim, çamur, ebru ile kağıt atölyeleri. Ayrıca bir dolu konuk. İsveç, Kıbrıs ve Irak'tan çocuklar.
Şenlik aslında bir gün önce akşam verilen resepsiyonla başlamıştı. Surların Mardin Kapı'daki görkemli mekânı Keçi Burcu seçilmişti.
Kürtçe şarkılar duvara çarpıp dönüyor
11 sütunlu devasa burcun içi çocukça balonlarla süslenmişti. Resepsiyona katılan konuklar bile çocuklar kadar şen olmuşlardı.
Ertesi gün Dağkapı meydanında festival yürüyüşü başlamıştı. Surların kuzeye açılan binler yıllık diğer adıyla Harput Kapısından şehrin yüreğine doğru bir yürüyüştü bu gidiş. Kalabalık yürüdükçe çocuklaşıyor, çocuk sesleriyle, sokak aralarından katılımlarla şenleniyordu.
Hedef Kurşunlu Caminin önündeki alandı. Sanki Kurşunlu Camiye göze gelmeyelim diye kurşun döktürmeye gidiyorduk. İşte şimdi 5000 yıllık Virantepe-Hamadek bölümünün kapısı, surların içinde bir başka sur bölgesi İç kalenin 16 burçlu bir kapısında Saray Kapıdayız.
Kapının üzerinde 1526 yılından kalma Kanunî'nin Farsça yazılmış kitabesine bakıyorum: "Al-i Osmandan, faziletleri besleyen, cihanın efendisi, İskender rütbeli Süleyman Han zamanında bu kale bina edildi."
Sonra yürüyüşümüze devam. Sol yanımızda binlerce yıllık Diyarbekir Surları, sanki ondan güç alıyoruz.
Çocukların Kürtçe şarkıları sur duvarlarına çarpıp geri dönüyor. Yüz adım yürümeden hemen solumuzda tarihi Arbedaş çeşmesi, hemen üzerinde çeşmeye ait yine bir Kanunî Kitabesi, emirdir kitabe dönemin Diyarbekir Valisi Hüsrev paşaya: "Ey Hüsrev; senin eseri devletin olarak bulunmaz bir şekilde bu hayat suyu çeşmesi zahir oldu. Güzellikte suyun tadı şeker gibi tatlı olduğu için tarihi de tatlı çeşme suyu oldu (hicri, 932.miladi 1526)."
Kot Minarenin külahı
Neyi mi düşünüyorum, paylaşayım. Aslında hafiften mırıldanıyorum da Allah'tan yanımda yürüyen tiyatrocu arkadaşım Vural benden rol çalmıyor.
Mırıldandığım Diyarbekir türküsü Kanunî Sultan Süleyman'ın Arbedaş Kitabesine çarpıp geri dönüyor sanki: Arbedaş direkxana / Ortasi kumarxana / Bu iş bêle giderse / Sonumız timarxana.
Sonra yürüyoruz Kurşunlu Camiye az yolumuz kaldı. Ama sağda Kot Minare var. Aslında adı Nasuh Paşa Cami de!
Minaresi adına baskın çıkan kentin iki camisinden biri Kot Minare, diğeri de bilmeyenler için Dört Ayaklı Minare-Şeyh Mutahhar Cami.
1800'lü yıllarda şehirde bir isyan çıkar. İsyanı bastırmak için İç Kale surlarından top atılır.
Patlayan toplar halka ve yapılara epeyce zarar verir. O toplardan biri de 1600'lü yıllardan kalma Nasuh Paşa Camiinin minaresinin külahını uçurur.
Adı da ondan sonra Kot Minare olarak kalır. Şimdilerde minarenin külahı yapılmış olsa bile adı çıkmıştır bir kez kot'a değişmez artık. Tabi caminin içindeki dönemin valisi Zincirkıran türbesi de yerinde.
Çocuklar dünyanın döndüğünü öğrendi de
Çok kalmadı varacağımız meydana, adı gavur meydanı denilen her Pazar bilumum eski eşyaların pazarlandığı Pazar meydanında yürüyoruz.
Şöyle bir yüz adım sonra Kurşunlu ya da nam-ı diğer Fatih Paşa Camiinin önündeki meydandayız.
Tarih bilgimizi belleğimizle tazelediğimizde öğreniyoruz ki, camiyi yapan 1515 yılında Diyarbekir'e Vali olarak atanan Bıyıklı Mehmed Paşa.
Kendisi de Diyarbekirli olan Bıyıklı Mehmed Paşa, Yavuz Sultan Selim'in İdris-i Bitlisî'yi bölgeye ataması sonrasında Kürt beylerinin kendisine itaatlerinde kolaylaştırıcı olsun diye Bıyıklı Mehmet Paşayı özellikle seçer.
Şehri Şii Safevilerinden kurtardığından Fatih Paşa rütbesini alır. İşte caminin adı ve eklentileri de oradan gelir.
Caminin avlusunda Diyarbekir'in ikinci Valisi Özdemiroğlu Osman Paşa türbesi. Hemen bitişiğinde Şeyhoğulları konağı. Hatta Kurşunlu Caminin arkasında bir de hamam yaptırır Bıyıklı Mehmed Paşa.
Evliya Çelebinin "Tavanından bir damla ter damlamaz ve misk, amber kokar dediği" ve halk arasında "Kürtler Hamamı" olarak bilinen hamamdır, Bıyıklı Mehmed paşanın hamamı. Hemen bitişiğinde de Şeyhoğulları konağı.
Ve geldik mi Kurşunlu Caminin önüne! Sanırsın ki Nazım usta sesleniyor; Koşun kurşun eritmeye çağırıyorum, diyor. Bilmez ki, Nazım, Kurşunlu caminin kurşunları Diyarbekir sıcağında ve çocuk çığlıklarında erimiştir artık.
Ve şimdi söz zamanıdır, çocuğa çocuklara dair. İşte festivalin ev sahibi Sur belediye başkanı Abdullah Demirbaş ol nedenle diyor ki; "Biz çocuklara dünyanın döndüğünü öğrettik de, bu dönen dünyanın içinde ne oyunlar döndüğünü öğretemedik. Şimdi hatasıyla, sevabıyla o dönen deklerin, dolapların, oyunların öğrenilme/öğretilme vaktidir".
Sonra sözü alan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir adeta tamamlayarak; "Bize çocukken susun dev gelir sizi kapar derlerdi. Oysa çocuklara susmayın barışı dillendirin demek gerek," diyordu.
Ve binler yıllık surların içindeki Kurşunlu cami meydanına surlu şehrin sırdaş çocukları sırlarını ifşa ediyorlardı dosta düşmana, tiyatrocu Sait'in maestroluğunda hep bir ağızdan Barış diyorlardı Diyarbekirli ve tüm dünyalı çocuklar.
Sonrası artık onlarındı. Fazla söze gerek yoktu. Onlar eğlenecek, oynayacak şenlenecek biz büyükler yitmiş, yitirilmiş çocukluklarımızı şimdinin çocuk bağırışlarında arayacaktık. (ŞD/BA)