Başlarken…
Suriye’de bundan tam bir yıl önce, Esad ailesinin 53 yıllık hâkimiyeti ve Baas Partisi’nin 61 yıllık iktidarı sona erdi. Yeni Suriye ikinci yılına girerken, Türkiye’de yaşamaya devam eden ve ülkesine dönen Suriyeli kadınların deneyimlerine, beklentilerine ve karşılaştıkları zorluklara kulak veriyoruz.
Suriye’de 2011’de başlayan devrim süreci, yalnızca siyasi bir mücadele değil; aynı zamanda görünmez yasların, kaybolmuş hayatların ve suskun bırakılmış bir toplumun ağırlığını içinde taşıyan bir hafıza mücadelesine dönüştü. Aradan geçen yıllara rağmen, zorla kaybedilen binlerce insanın akıbeti hâlâ bilinmiyor; aileler belirsizliğin hem acısını hem de mücadelesini omuzlarında taşıyor.
Bu sessizliğin içinden, acıyı tekrar üretmek yerine onu görünür kılmayı seçenlerden biri Suriyeli sanatçı, iç mimar ve insan hakları aktivisti Rania Al Najdi. Kendi tutukluluk deneyimini, devrim sırasında kaybettiklerini ve yıllardır duyulmayan sesleri sanat aracılığıyla anlatmayı tercih eden Rania, Şam Ulusal Müzesi’nde üç gün süren etkileyici bir hafıza sergisi gerçekleştirdi: “Anılmayanlar… ama Unutulmayanlar İçin.”
Suriye basınında yer alan haberlere göre sergi, Ulusal Müze’nin merkezî salonunda, kayıp kişilerin hikâyelerini hem semboller hem de belgeler aracılığıyla görünür kılan bir hafıza mekânına dönüştürüldü. Tavanlardan asılı yüzlerce kuş, zorla kaybedilenlerin “askıda kalmış” hayatlarını ve özgürlüğün yok oluşunu temsil ederken; uzun kâğıt panolara yazılmış yaklaşık 2.500 ismin yer aldığı listeler, yıllardır karanlıkta bırakılan kayıpların kimliklerini toplumsal hafızaya geri çağırdı.
Rania Al Najdi’nin kişisel mücadelesinden, sanatla kurduğu ilişkiden, kayıpların aileleriyle arasında kurduğu güçlü bağdan ve bu sergiyi mümkün kılan süreçten yola çıkarak, onun hikâyesine ve sanatının taşıdığı anlamlara yakından bakıyoruz.
Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
İç mimarlık eğitimi aldım ve şu anda Türkiye’de bir şirkette çalışıyorum. Aynı zamanda Suriye devriminin ilk günlerinden bu yana insan hakları alanında aktifim. Bu süreçte iki kez rejim tarafından gözaltına alındım.
Türkiye’de ne zamandır yaşıyorsunuz?
Üç yıldır Türkiye’deyim.
Türkiye’ye gelme kararını nasıl aldınız? Burada yaşamak size nasıl hissettiriyor?
İkinci kez gözaltına alındıktan sonra Suriye’de kalmam artık mümkün değildi. Serbest bırakıldıktan hemen sonra Lübnan’a geçtim ve altı ay Beyrut’ta yaşadım; ancak ekonomik koşullar o kadar zorluydu ki orada kalmak sürdürülebilir değildi.
Türkiye’yi uzun zamandır seviyordum; hem yaşam tarzı hem de sunduğu imkânlar beni hep cezbetmişti. Bu yüzden öğrenci vizesine başvurdum ve kabul alınca Türkiye’ye taşındım.
Buradaki deneyimim oldukça olumlu oldu. Yaşam biçimini seviyorum ve insanlarla kurduğum ilişkiler bana gerçekten iyi geldi. Burada kendimi daha güvende ve daha özgür hissediyorum.
Sanatla ilişkiniz nasıl başladı? Sanat sizin için ne ifade ediyor?
Sonuçta sanat benim için bir iletişim yoludur. Bazen kelimelerle ifade edemediğimiz şeyleri, biriyle konuşurken dile getiremediğimiz duyguları sanat aracılığıyla aktarabiliriz. Sanat, düşüncelerimizi ve hislerimizi daha özgürce ifade etmemize imkân tanıyor.
Aynı zamanda sanat güzel bir şey; çünkü dilimiz farklı olsa bile sanat herkese ulaşabilir, dünyayla bağ kurabilir. Bu da benim için çok rahatlatıcı, hatta iyileştirici bir his.

Yaptığınız sanat türü sadece origamiden mi ibaret?
Aslında ben bir mühendisım; sanat ise benim için daha çok bir hobi. Çalıştığım sanat türlerinden biri origami. Çünkü origami basit ama güçlü bir anlatım yöntemi. Hem uygulanması kolay hem de bir fikri doğrudan iletebilme özelliğine sahip.
Ayrıca bu teknik, duyguları ve düşünceleri ifade etmem için bana yeni bir alan açıyor. Sergiden ya da videolardan söz etmeye başladığımızda, şunu söyleyebilirim: Bu fikirler aslında yeni değildi. Suriye’den çıkmadan önce de aklımda çalışıyor, yıllardır içimde taşıyordum.

Kuşları seçmenizin sebebi neydi?
Önceleri Türkiye’de atölyede çalışırken hikâyeleri aktarmak benim için oldukça zordu. Ama bu serginin doğal olarak Suriye’de yapılması gerektiğini biliyordum; çünkü konu ülkenin kendisiyle ve yaşananlarla doğrudan ilgiliydi.
Kuşları seçmemin sebebi de buydu. Onlar, barışın ruhunu ve kayıpların ‘ulaşamadığımız ama varlığını hissettiğimiz’ ruhlarını temsil ediyor. Çünkü kaybedilenlerin akıbetini bilmiyoruz; hayatları bizim için hep ‘askıda’ kaldı. Bu nedenle kuşlar, hem sembolik hem de duygusal bir anlatım aracı oldu
Zorla kaybedilenler uluslararası günü için bir çalışma yapmak istediniz mi?
Şimdi bugün kayıp kişilerin günü kısa bir süreliğine kesildi. Bugün yapmayı çok istediğim bir şey vardı. Mesela biz Türkiye’deyiz, diyelim ki adını hatırlamıyorum ama çok sarhoş, basit bir sarhoşluk. O zaman bir şey yaptım ve Türkiye örgütüne ve Arap örgütlerine gönderdim. Yani birinin bana yardım etmesini istiyordum, ister güvenlik onaylarıyla olsun ister finansmanla.
O zaman maalesef başaramadım yani ulaşabildiğim kadar ulaştım ki beni desteklesin ve bana yardımcı olsun ve aynı zamanda bana dediler ki sadece bir video yapalım yani sanki biri için bir şey yapıyormuşuz gibi.
Biri bana yardımcı olmadı, ister güvenlik izinleri olsun, ister finansal olarak. Maalesef izin alamadım. Zamanında yardım eden bir taraf bulamadım. Aynı zamanda bana yardım etmeyen biri bana ‘Sadece bir video yap’ dedi. Çünkü kuşlarla ilgili bağlantı sadece sembolik bir hikayeydi. Yani sembolik bir destekti dünya için. Video yaptığımız zaman dünyanın bir ay boyunca onunla ilgileneceğini söylediler.
Suriye’de kaybolan/kaybedilen kaç kişi var?
Maalesef sayı çok büyük, kimsenin beklediğinden büyük. Ve maalesef bizim elimizde resmi istatistikler yok. Yani bu benim çalıştığım şeylerden değil. Sergimde ben isimlerin cebimde olduğu şehitleri gösteriyordum, yani teslim alınan şehitler var. Aileleri onların kimliğini alıyor dünyada. Ve senin elinde dünya var.
Kayıpların hikâyesi yani bir kişi dünya içinde kaybolmuş, evinden çıkmış, nereden çıktığı bilinmiyor. O taraf bilinmiyor, yani kim tarafından alındığı bilinmiyor. Biz şu an sadece Esed rejimi hakkında konuşuyoruz. Yani Esed rejimi kayıpları.
“Sonuçta insan köklerine dönmek istiyor”
Suriye’ye yeniden dönmeyi düşünüyor musunuz?
Sonuçta, Suriye bizim ülkemiz. Bir gün mutlaka başaracağımıza ve geri döneceğimize inanıyorum. Ama bugün dönmeyi düşünmek bile kolay değil. Ekonomik koşullar hâlâ çok ağır, iş imkanları sınırlı. Burada yıllardır emek verdiğim bir hayat var; geri dönmek demek yeniden sıfırdan başlamak anlamına geliyor. Bu da insanın omuzuna kocaman bir yük koyuyor.
Ülkeden çıkalı üç yıl oldu. Bu süre içinde çok şey gördüm ve maalesef Suriye’de her şeyin ne kadar kötüleştiğini daha net anladım. Psikolojik olarak da zor; geri dönmeyi istemek başka, buna hazır hissetmek başka bir şey. Param yok, bir düzenim yok; döndüğümde neyle başlayacağım bilmiyorum. Ailem hâlâ orada ama onların da koşulları sınırlı.
Yine de, bütün bu zorluklara rağmen, elbette bir gün dönmeyi hayal ediyorum. Çünkü sonuçta orası bizim ülkemiz ve ne olursa olsun insan köklerine dönmek istiyor.
Sergiyi nasıl hazırladınız? Süreç nasıldı?
Serginin tamamını Şam’daki Ulusal Müze’de gerçekleştirdim. Mekân çok uygundu; şehrin merkezinde olduğu için herkes kolayca ulaşabiliyordu. Ayrıca burası bizim kültürel mirasımızın önemli bir parçasıydı, bu yüzden serginin böyle bir mekânda yapılması benim için çok anlamlıydı.
Zaman ise kritik bir konuydu. Sergiden yaklaşık üç ay önce benimle iletişime geçtiler ve hazırlık süreci için de bu üç aya ihtiyacım vardı. İlk başta fikrim daha küçüktü, halkla doğrudan bir etkileşim hayal etmiyordum. Ancak mekânı gördüğümde, sergiyle ilgili düşüncelerim genişledi ve proje büyüdü. Yaklaşık iki buçuk aylık yoğun bir çalışma sürecinden sonra sergi son hâlini aldı.
Sergiyi yaparken korktunuz mu?
Evet, başta elbette bir tedirginlik vardı. Sergi için ruhsat almam gerekiyordu ve bu tür çalışmalar hassas olduğu için güvenlik onayları şarttı. Konunun doğrudan rejimin toplumu nasıl yönettiğiyle ilgili olması da süreci daha dikkatli yürütmemi zorunlu kılıyordu.
Ancak şu an hükümette yer alan bazı kişiler, devrim döneminde bizimle aynı çizgide olan, birlikte mücadele ettiğimiz insanlardı. Bu nedenle beklediğimden fazla destek gördüm. Hatta Kültür Bakanlığı, müze salonunu bana tamamen ücretsiz tahsis etti. Açıkçası tüm aşamaların detaylarını hatırlamıyorum; ama izinleri aldıktan sonra süreç görece daha kolay ilerledi.
Elbette zorluklar ve korku vardı, çünkü çok hassas bir konuyu ele alıyordum. Fakat bu mesele dürüstçe ortaya konması gereken bir meseleydi ve bu düşünce bana güç verdi.
Ailelerle karşılaşmak size ne hissettirdi?
Beni çok etkiledi. Ailelerden biri gelip ‘Teşekkür ederim, bizi hatırladığınız için’ dediğinde, bu sözlerin ağırlığını hissediyorsunuz. Çünkü onlar, kaybettikleri insanların kim olduğunu, nasıl bir acı yaşadıklarını çok iyi biliyorlar. Bana teşekkür etmeleri, aslında ne kadar incinmiş olduklarını gösteriyordu.
Bu karşılaşmalar gerçekten çok sarsıcıydı, çok acı vericiydi. Onlar için en önemli mesele devrim ve Suriye davasıydı. Ben de karşılarında olabildiğince açık ve samimi olmaya çalıştım.
Arkadaşınız Leyla serginin çıkış noktası mıydı?
Leyla, kaybedilen ve uzun süredir hiçbir haber alamadığım çok yakın bir arkadaşımdı. Sergiyi yapma sebeplerimden biri — hatta en büyük sebeplerden biri — oydu. Çünkü Leyla benim için çok değerliydi; bana her zaman destek oldu, hep yanımdaydı. Hayatımda onun yerini doldurabilecek birini düşünmek bile imkânsız. Bu nedenle onun kaybı, bu serginin benim için çok güçlü bir motivasyonu oldu.
Ama sergiyi açtıktan sonra, annelerle, tutuklu yakınlarıyla, kayıp ve şehit aileleriyle karşılaştım. O zaman meselenin düşündüğümden çok daha büyük olduğunu anladım. Bu sadece Leyla için yaptığım bir şey değildi; yüzlerce, binlerce insanın acısını taşıyan bir hafızaydı. Bir kişiyi anmakla başladığımı sandığım şeyin aslında çok daha geniş bir yaraya dokunduğunu gördüm.
(EMK)








