Suriye'nin kuzeyinde güvenli bölge kurulmasına ilişkin Türkiye ve ABD arasında üç gün boyunca devam eden görüşmeler dün (7 Ağustos) tamamlandı.
Milli Savunma Bakanlığı'nın görüşmeler tamamlandıktan sonra yaptığı açıklamaya göre, üç konuda mutabakata varıldı:
* Türkiye’nin güvenlik endişelerini giderecek ilk aşamada alınacak tedbirlerin uygulanması.
* Güvenli Bölge tesisinin ABD'yle birlikte koordine ve yönetimi için "Türkiye’de Müşterek Harekât Merkezi"nin kurulması
* Güvenli bölgenin bir barış koridoru olması ve Suriyelilerin ülkelerine dönmeleri için her türlü tedbirin alınması.
Peki, toplantının sonunda yapılan açıklama ne anlama geliyor, şayet bugün sağlandığı ifade edilen mutabakat nihayete ermezse sonuçları ne olacak?
"ABD'nin kaygıları etkili oldu"
Sorularımızı, Kuzey İrlanda ve Türkiye’deki barış süreci üzerine makaleleri bulunan siyaset bilimci Dr. Zafer Yörük yanıtladı.
* Ankara'daki masa hangi zeminde kuruldu?
ABD’nin kaygıları etkili oldu. Türkiye’nin sınır hattına büyük yığınak yaptığı ortada.
Anlaşma hakkındaki açıklamalara bakıldığında, Rojava’ya saldırma tehdidinin bir süre daha askıya alındığı görülüyor.
* Şu ana kadar "güvenli bölge" deniliyordu, şu an "barış koridoru" olarak ifade ediliyor. Bu bir politika değişikliği mi, yoksa isim değişikliği mi?
İsim değişikliği ve sanırım ABD’nin ısrarı ile oldu. “Şii koridoru”, “terör koridoru”, “Kürt koridoru” gibi AKP yönetiminin ABD’ye sunduğu “tehdit” senaryolarına karşı üretilmiş bir terim olduğu izlenimi veriyor.
Şöyle: İran önderliğinde Şii etkisinin bölgede yayılması ve bunun coğrafi genişlemeye dönüşmesi, İran-Bağdat-Şam hattı üzerinden Akdeniz’e açılan bir Şii koridoru oluşmasına yol açıyor.
Bu koridor, Irak topraklarında Şengal, Suriye’de ise Rojava bölgelerinde tıkanabilir. Böylelikle de İran’ın kendi kontrolünde önemli bir enerji nakil hattına kavuşması önlenebilir.
AKP yönetimi sözcülerinin ABD ile görüşmelerde bu argümanı savunduğunu görüyoruz
Söyledikleri şu: "Şengal ve Rojava’da Kürt güçlerinin özellikle de PKK ve PYD’nin kontrolünü engellemek ABD’nin çıkarlarının bir gereğidir. Bunun yolu da koridorun Kuzey Irak kısımda en azından KDP’nin egemenliğini pekiştirmek, Rojava üzerinde de Türkiye kontrolüne göz yummaktır."
Tabii bu argüman Türkiye kamuoyuna ABD’ye sunulan bir hizmet teklifi olma gerçekliğinden çıkarılarak, tamamıyla “terörle mücadele” ambalajı içinde sunuluyor. Öyle olunca da “koridor” terimi, Kandil-Rojava bağlantısını kesmek olarak açımlanıyor. Pek de inandırıcı durmuyor.
Ama bütün taraflar -ki bunlara İran/Rusya ve Suriye de dahil- gayet iyi biliyor ki, Türkiye’nin nihai amacı Rojava’da ve Suriye’nin diğer bölgelerinde PYD önderliğindeki Kürt etkisini elimine etmektir. Fırat’ın batısında Cerablus, El Bab ve Afrin örneklerinde görüldüğü üzere bu proje coğrafi yayılmacılığı da kapsıyor. Suriye topraklarından fiilen ilhak edilen parçaların, iç savaşın son perdesinde Türkiye’nin pazarlık kozları olarak kullanılması umuluyor.
"Barış koridoru olduğuna kimse inanmayacak"
* Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar geçtiğimiz günlerde, "güvenli bölge"nin 30-40 km derinliğinde olması gerektiğini ve YPG'nin bölgeden tamamen çıkarılması gerektiğini söylemişti. ABD ise 15 km derinliğinde bir bölge önerisi sunmuştu. Türkiye'nin önerisi karşılık bulur mu?
Kilometre hesabı ne olursa olsun bunun bir “barış koridoru” olduğuna kimse inanmayacaktır. ABD, Türkiye’nin yüzeyde sunduğu terör tehdidi üzerinden bir pazarlık yürütmüş görünüyor.
Eğer, PYD güçlerinin Türkiye sınırları içine operasyon yapacağını düşünüyor, buna karşı bir tampon bölge talep ediyorsanız, ‘o zaman buyrun sınırın bir bölümüne savunma hattınızı kurun demiş’ oluyor. Bunu tabii çok gönüllü olarak değil ama Türkiye’nin sınırda yaptığı yığınağın bir çatışmaya yol açmasını engellemek adına zorunluluktan yaptığını görüyoruz.
"ABD izin vermiyor denemediği için..."
* Dünkü toplantının sonunda yapılan açıklamayı nasıl okumak gerekiyor?
Aslında şöyle bir durum olması kuvvetle ihtimal: Türkiye tarafının iki argümanı da ABD açısından satın alınabilir değil. Türkiye’nin ABD adına bölgede Şii koridorunu engelleyici bir işlev göreceği inandırıcı değil.
Bunun önemli bir nedeni İran/Rusya bloğu ile AKP yönetimi arasında savunma (S-400’ler) alanında ve Suriye üzerine (Astana süreci) son yıllarda gelişen ilişkiler. Bu durumda Türkiye’nin tamamen ABD çıkarları adına bu bloğun stratejik amaçları karşısında askeri hamleler yapmasını beklemek hayalcilik olurdu.
ABD bu argümanı satın almıyor. Öte yandan, PYD’nin Türkiye sınırları içine yönelik bir tehdit oluşturduğu yönünde de hiçbir veri yok. Bunun yanında, ABD yönetiminin bölgedeki IŞİD ve benzeri cihatçı çetelere karşı PYD güçleri üzerine yaptığı önemli bir askeri yatırım olduğunu da biliyoruz.
Koşullar böyle iken, Türkiye’nin Rojava’ya girmesini kabul etmediği ve böyle bir girişimi gerekirse silahlı çatışma ile engelleyeceği Pentagon tarafından açıkça ifade edilmiş olabilir.
Sonuçta, AKP yönetimi Rojava’ya girme sevdasını yine bağrına basmış oluyor. Ama görüntüyü kurtarmak için “ortak devriye”, “barış koridoru”, “sınıra yakın bölgelerde PYD mevzilerinin kaldırılması” gibi “ortak sonuçlar” kamuoyuna sunulmak durumunda.
Yani o kadar senenin şovenist ajitasyonu ile kışkırtılmış Türkiye kamuoyuna, "ABD izin vermiyor" denemediği için aslında ABD bizim isteklerimizi kabul etti; hatta bu operasyonu bizimle birlikte yapacak gibi mesajlarla yatıştırma çabaları gibi görünüyor.
“Türkiye'nin Suriye'de yayılmasını Rusya ve İran istemez”
Son olarak; şu an için mutabakat sağlandığı ifade edilse de rüzgar tersine döner ve uzlaşı sağlanamazsa; sonuçları ne olacak?
Az önce sözünü ettiğim tahmin doğruysa, AKP yönetimi ABD ile pazarlığı sürdürecek ama çok trajik bir gelişme olmadıkça, örneğin; ABD’nin İran’a işgal amaçlı saldırısı gibi, fazla bir şey değişeceğini zannetmiyorum.
Daha önce Trump’ın ilan ettiği ABD’nin Suriye’den çekilmesi kararında olduğu gibi olacaktır. O zaman da bunu bir diplomatik zafer olarak Türkiye kamuoyuna sunmuşlardı. Hiç de öyle olmadığı görüldü.
Ayrıca Türkiye’nin Suriye politikasının diğer boyutlarına da bakmak gerekiyor.
Birincisi, Suriye yönetimi, İran ve Rusya arasındaki ittifak açısından “Türkiye’nin Rojava’ya girmesi ne derece arzu edilir?” sorusunu sormak gerekiyor.
Yani arkasında bu bloğun onayı olsa idi o zaman belki ABD ile pazarlık gücü yüksek olabilirdi ama böyle olması için hiçbir neden yok.
Türkiye’nin Suriye toprağı içine daha çok yayılması bu bloğun da işine gelmiyor. Bu durumda derdini anlatabilecek bir Marko Paşa bile bulamıyor AKP yönetimi. Bütün yapabildiği elinde tekelleştirdiği medyayı kullanarak iç kamuoyunu manipüle etmekten ibaret.
İkincisi, Türkiye’nin cihatçı çetelerin hamisi olarak içine girdiği “vekalet savaşları” macerası. Bu hamilik konumu, şu anda ne bölgesel ne de küresel hiçbir güç tarafından hoş karşılanmıyor. Suudi Arabistan ve körfez emirlikleri, Selefi cihatçı grupların doğal hamiliği statüsü karşısında AKP’nin artan etkisini bir tehdit olarak algılıyor. Suriye-İran-Rusya bloğu açısından ise bu çeteler ve üzerindeki Türkiye-Katar desteği iç savaşın temel nedeni.
Türkiye’den beklenen bu etkisini artık barış yönünde kullanması ve cihatçı çeteleri ateşkes ve barışa ikna etmesinden ibaret. Bu koşullar altında Türkiye’nin bu kez Fırat’ın doğusunda yayılma hamlesinin aynı zamanda yeni bir cihatçı canlanma ve yeniden iç savaş-çatışma ihtimalini artıracağı değerlendirmesi yapılıyor. Böyle bir canlanma hiçbir tarafın işine gelmeyecektir.
Özetle, AKP’nin Fırat’ın doğusunda askeri macera arayışı geçici de olsa engellenmiş görünüyor. Bu Türkiye halkları da dahil olmak üzere bütün bölge halkları için en doğru olan durumdur. Tabii ki özellikle Rojava halkı için.
Zafer Yörük hakkında?Lisans eğilimini SOAS'la (Londra üniversitesi) iktisat ve siyaset bilim dallarında tamamladı. Daha sonra Essex üniversitesinde siyaset bilim bölümünde yüksek lisans ve doktorasını yaptı. Bu sırada SOAS'la öğretim görevlisi olarak çalışarak kuramsal dersler yanında Türkiye'nin siyasal yapısı ve Ortadoğu siyaseti üzerine dersler verdi. |
(RT/EKN)