Rajastan kazığından sonra, ne de olsa olmaz ama hadi bakalım diyerek topladık paraları. Bu defa grubumuzdaki Alman arkadaşlar kararlıydı, işi son dakikaya, hele hele Sarbeshwar'a bırakmayacaklardı. Grubumuzdan sorumlu, her daim güler yüzlü, kendisine taktığım isimle özdeş "koşan doktora öğrencisi Sarbeshwar", 28 kişinin her bir işiyle uğraşmak zorunda olup bir ona bir buna yardım etmeye, ders notlarını ayarlamaya, konferanslar, değişiklikler vs. hakkında grubumuzu bilgilendirmeye ve her türlü angaryayı yüklenmeye adanmış bir şahsiyet.
Bu kadar işten sonra haliyle pek hevesli değildi bu kadar kişinin biletlerini almakla uğraşmakla. Fakat öyle alışmış ki Avrupalılarımız Sarbeshwar'ın her daim koşturmasına, bu gezi organizasyonunu da kendisinin sorumluluğu olduğundan ancak yeteri kadar inisiyatifi olmadığından "bizlerin" bir şeyler yapması gerektiğinden dem vurarak başladılar konuşmaya.
Sonunda bittabi, organizasyon yetenekleri ile ünlü Almanlardan geldi teklif. Parayı toplayıp gidip tren biletlerimizi alalım dediler. Peki dedik, Sarbeshwar pek mutlu oldu. Nasıl olmasın ki!
Avrupalı "ben bilirmicilik"
Gerçi işin sonunda bizim Almanlarımızın da pek öyle becerikli olmadığı, safi bir Avrupalı "ben bilirimcilik" içinde olduklarını tekrar ve tekrar gördük. Önce biletleri aldık, gidiyoruz, yaşasın diyerek e-mailler attılar, sonra ortaya çıktı ki, meğer yataklı vagonlar değil sandalyelerdeymiş biletler. Ayrıca tüm grup için bilet yokmuş, sıraya girmişmişiz, 7 kişiye bilet bulunmuşmuş. Neyse ki burası Hindistan, son gün, son dakikada herkese yataklı vagonlarda yer bulundu da, on iki saat sandalye üzerinde tünemedik.
Bu arada, Hindistan'ın en kötü trenine de binmedim demeyeceğim, bindim. Keşmirli arkadaşımız bu trenin çok uzun bir rotayı takip ederek, endüstri bölgelerinden geçip Jammu istikametine gittiğini, binip binilebilecek en kötü tren olduğunu söylemeseydi, yol boyunca bizlere eşlik eden bin bir çeşit fecaat kokunun ne olduğunu anlamayacaktık belki de.
Artı, trenimiz hamamböceklerine açmış bağrını, cirit atıyorlar ortalıkta. Meri, ışığı kapatırsak hamam böceklerinin yukarı tırmanacağını düşünerek epey süre uyuyamadı. Genellikle kafamı koyar koymaz uyuduğumdan farelere yetişemedim. Meğer onlar da varmış!
Korna dediğin...
Sabah saat dörtte vardık Punjab eyaletinin Pathankot kasabasına, buradan otobüse binecektik, üç buçuk saat yolumuz vardı dağlara doğru. Saat beşte gözümüzden hala uyku akarak bindik otobüse, ve fakat fazla sürmedi uykulu halimiz.
Otobüsümüzün klaksonu sanki yoldaki diğer araçları uyarmak için değil, bizleri yerimizden zıplatmak için yapılmıştı. Allah'ım o ne ses! İnsanın ciğerini delip geçen, kulak zarını titreten, tiz bir korna ki, her beş dakikada bir köküne kadar zöttürülüyor. Zaten tüm yol dağların içine doğru kıvrıla kıvrıla, sürekli virajlarla gittiğinden uyumak pek mümkün değil artık.
Yolun yarısında bir mola veriyoruz. Biraz otobüsten inip bacaklarımızı açalım, dışarıdaki mis gibi taze havayı soluyalım diyoruz, ne de olsa Delhi'nin boğucu sıcağından kurtulduğumuza seviniyoruz en çok. On dakika aradan sonra otobüse bindiğimizde yerlerimize Hintlilerin yerleştiğini görüyoruz şaşarak! Çoğu yaşlı köylüler, melun melun bakıyorlar...İtişe kakışa sığışıyoruz ne yapacağız...
Mcleod Ganj -Tibetlilerin Hindistan'daki merkezi
Ve bu şekilde vardık Dharamshala'ya. Tabi yine bir keleklik oldu ve aslında Dharamshala'da değil bütün işimizin Mcleod Ganj köyünde olduğunu, Dalai Lama'nın ve tüm Tibetlilerin o köyde yaşadığını, mülteci merkezinin, okulun, manastırların ve sair hepsinin yukarıdaki köyde olduğunu sonradan anladık ve tuttuk Mcleod Ganj'ın yolunu. Bu köy Himalayaların eteklerinde, ormanlar içine kondurulmuş sanki. Kolonyal zamanlarda Britanyalıların yazlık mekanıymış. 1960'lardan beri de Tibetlilerin yerleşim yeri.
1959'da Dalai Lama'nın Hindistan'a sığınmasıyla birlikte yaklaşık 85 bin Tibetli mülteci kendisini takip ederek, Hindistan'a, Bhutan'a ve Nepal'e gelip iltica talebinde bulunmuş. Hindistan hükümetinin Dalai Lama'yı kabul ederek kendisine Dharamsala'daki Mcleod Ganj köyünü tahsis etmesiyle Tibetliler ülkelerinden kaçıp Hindistan'a gelmeye başlamış. Şu anda Hindistan genelinde 130 bin Tibetli yaşıyor, ülkenin dört bir yanında cemaatleri, sağlık merkezleri bulunan Tibetlilerin Hindistan'a gelmelerinin birincil sebebi dini eğitim alma imkanlarının kendi ülkelerinde çok kısıtlı ve istedikleri şekilde olmaması.
Mülteci Kabul Birimi
Mcleod Ganj köyünde kaldığımız süre boyunca grubumuza Tibet Sürgün Hükümeti'nden bir görevli bize eşlik etti. İlk durağımız Mülteci Kabul Birimiydi.
Çin'in işgal ettiği Tibet'ten kaçmayı başaran Tibetliler ilk önce Nepal'e varıyor, oradaki Mülteci Kabul Birimi ilk işlemleri yapıp, Hindistan Elçiliğine iltica başvurusunda bulunuyor, başvuru kabul edildikten sonra mülteci Mcleod köyündeki birime getirilip, manastıra gitmek istiyorsa manastıra yerleştiriliyor, okul çağındaysa okula gönderiliyor, çalışmak istiyorsa uygun bir iş bulunması için çalışılıyor. Yetkililer yılda 2 bin ila 3 bin mültecinin Hindistan'a geldiğini söylüyor.
Tibetliler için dini eğitim çok önemli. 6 bin manastırın Çinliler tarafından yıkıldığı Tibet'te tamamen Budist bir eğitim alma olanakları bulunmadığından buraya geliyorlar. Anne babalar küçük yaştaki çocuklarını iltica edecek bir yetişkine teslim edip Mcleod Ganj'daki ilkokula gönderiyormuş. Tabi sınırları geçerken yakalanma, geri gönderilme, öldürülme gibi olasılıkları da göze alarak.
Dağ manzaralı ilkokul kütüphanesi
Bu okula gittiğimizde Tibetlilerin her şeyi ne kadar büyük bir ciddiyetle yaptığına tanık olduk. İlkokul çocukları için yaptıkları kütüphane bizim üniversitenin kütüphanesinden kırk kat daha iç açıcı ve daha iyi organize edilmişti. Mekan son derece iyi kullanılmış, neredeyse tüm toplu mekanlar, kütüphane, yemekhane, bahçe hepsi dağ manzarasına doğru konumlandırılmış. Her yerde temizliğin önemine dair levhalar var.
Bu okula gönderilen çocuklar belki on - on beş yıl boyunca anne babalarını görmüyorlar. Gruplardan sorumlu "grup anneleri" çocuklarla ilgileniyor. Bu arada tüm çocuklar kendi başlarının çaresine bakabilmek üzere yetiştiriliyorlar. Kız erkek, fark etmeden, çamaşırlarını yıkayıp, yataklarını düzeltip, yaşadıkları yerin temizliğinden sorumlu tutuluyorlar.
Eğitim sistemleri de çocuğun kendi kendine, kendi isteği doğrultusunda çalışması üzerine kurulu. Anasınıfına girdiğimizde çocukların bir kısmının önlerinde duran tahta plaketlerdeki İngilizce kelimeleri defterlerine yazmaya çalıştıklarını, bir kısmının boncuklarla oynadığını, bir başka kısmının grup halinde çalıştığına tanık olduk. Öğretmenler sadece danışmanlık yapıyorlardı. Dikkatimizi çeken başka bir şey de ellerindeki işi ne kadar büyük bir ciddiyetle yaptıklarıydı. Bir anda sınıfa dalan 20 kişilik grubumuzla fazla ilgili değillerdi, daha çok kendi işleriyle meşguldü hepsi.
Konuştuğumuz yetkili, Ladak'ta ve Hindistan'ın güneyinde de okulları olduğunu ve toplam 15 bin çocuğa hizmet verdiklerini söyledi. Hint okullarına paralel bir müfredat izlemelerine rağmen Hindu dili ya da herhangi bir yerel dil öğrenmiyorlar. Tibet dilinde okuma yazma ve İngilizce öğreniyorlar.
Düşmanımın düşmanı dostum mudur?
Ziyaret ettiğimiz Tibetlilerin tüm kurumlarının Batılı ülkelerinin bağışlarıyla kurulduğunu ve ayakta durduğunu anlıyoruz.
Örneğin okuldaki yetkili, her bir öğrencinin bir yıllık tüm masraflarını karşılayacak şekilde kaynak bulmaları gerektiğini bunu da genellikle Batıdaki sivil toplum kuruluşlarından ya da kişisel bağışlardan topladıklarını söyledi.
Aynı şekilde Mülteci Kabul Birimi de finansmanını Amerika Birleşik Devletleri'nden (ABD), Uluslar arası Kalkınma Ajansı'na (USAID) bağlı bir kurum sağlıyormuş. Herhalde bir kısım Batılı devlet için Tibetlilere finansman sağlamak "düşmanımın düşmanı dostumdur" mantığına dayanıyor.
Tibet Sürgün Hükümeti
Üçüncü durağımız Tibet Sürgün Hükümeti. Bu hükümetin görevi öncelikli olarak Tibet sorununu çözmek ve seslerini uluslararası platformlara taşımak. Bizlere bir sunum gerçekleştiren ve soru sormamıza olanak tanıyan Tibet Sürgün Hükümeti görevlilerinin, Çin ile aralarındaki soruna yaklaşımları gerçekten de müthiş bir hassasiyet içeriyordu.
Yetkililer faaliyette oldukları 40 yıl boyunca izledikleri şiddet karşıtı politikanın altını çizerek, sorunu Çin anayasası sınırları içinde çözmek için çaba sarf ettiklerini belirttiler üstüne basa basa. Dalai Lama'nın, Çin'e karşı şiddet içeren herhangi bir eylem yapılması halinde mücadeleden çekileceğini açıklamış olması Tibetliler üzerinde çok etkili olmuş. Buna karşılık Çin de son dönemde politik suçlardan hapis yatanları serbest bırakmış.
Görüşmeler ve karşılıklı diyalog çerçevesinde yürütülmeye çalışılan ikili ilişkilerde Dalai Lama bir orta yol bulunması ve sorunun barışçıl çözümü için özgür Tibet'ten vazgeçtiklerini, istediklerinin özerklik olduğunu açıklamasına rağmen henüz bu çağrıya olumlu bir yanıt gelmiş değil.
1965'den bu yana Tibet topraklarının yarısı Çin Halk Cumhuriyeti tarafından Tibet Otonom Bölgesi olarak ilan edilmiş. Ancak bu bölge Tibet'in 1949'a kadar bağımsız olarak varolduğu iki bin yıllık coğrafyanın tamamını kapsamıyor. Yetkililer Tibet'te "Özgür Tibet" diye afiş yapıştırmanın ya da Dalai Lama'nın resmini saklamanın halen suç olduğunu söylüyor.
Karşılıklı hassasiyet
Grubumuzda Çin'den birkaç arkadaşın da olduğunu fark eden yetkililer, konuşmalarının sonunda kendi davalarını dinledikleri için Çinli arkadaşlarımıza teşekkür ettiler. Arkadaşımız da bu kadar hassas politik bir üslup kullandıkları için hükümet yetkililerine teşekkür etti.
Sürgün Hükümeti yetkililerinin kullandıkları dilin bana da çok yabancı geldiğini fark ettim konuşmalar devam ederken. Haklıydım, benim geldiğim coğrafyada dil kana bulanmış bir örüntüydü çünkü. Militarizmin, ataerkinin kan kusan, hayatı değil ölümü yücelten, ağzını açtığı anda tüm halkını hedef gösterebilen, fişleyebilen, kendinden olmayanın adını küfür olarak kullanan, gak diyene bölücü guk diyene terörist damgası yapıştıran, Denktaş gibi, bir konuşmayı daha başlamadan bitirmeyi ve hatta konuşmadan kavga etmeyi başaran bir politikanın savunulduğu faşizan bir dilden sonra, "taviz vermeyi" resmi politikaları çerçevesinde sorunun çözümüne "katkıda bulunmak" adına gerçekleştiren bir hükümetin dili size de yabancı gelmedi mi?
Bu kadar yabancılıktan sonra şimdi de çok bildik bir şey aktarayım. Çin hükümeti planlı bir şekilde Tibetlilerin yaşadıkları yerlere Çinlileri yerleştirerek Tibet'in kendi halkını marjinalleştirme politikasını başarıyla sürdürüyormuş. Başkent Lhasa'da 1950'lerde çok az sayıda Çinli yaşarken, bugün her üç kişiden biri Çinli. Toplamda ise, 6 milyon Tibetlinin yaşadığı topraklarda bugün 7.5 milyon Çinli nüfus var. Bu filmi görmüştünüz değil mi? Söyledim size, o zaman devamını da tahmin edebilirsiniz...
Tibet askeri üs haline geliyor
Çin hükümeti Çinlilere bu bölgede yaşamaları ve iş kurmaları için sermaye desteği veriyor, özendirici uygulamalar getiriyor. Ayrıca Çin, Tibet'in bir askeri üs olması yolunda da ciddi çaba harcıyor. 17 gizli radar istasyonu, 14 askeri üs, 8 kıtalararası balistik misili de kapsayan 8 misil üssü hali hazırda bölgede faaliyet gösteriyor.
Ek olarak ekolojik dengeyi alt üst eden ormansızlaştırma politikası izleniyor. 1955'den bu yana Amdo eyaletinde 50 milyon ağaç kesilmiş, milyonlarca hektarlık ormanların yüzde 70'i yok edilmiş. Hadi kabul edin bunlar size hiç yabancı değil... (TS/BB)