Sabiha Sultan’dan ablası Ulviye Sultan’ın eşine, “Sevgili Eniştem İsmail Hakkı Bey’e ithaflı, Rukiye Sabiha imzalı bir fotoğraf. Tarih: 330 [1914/1915]. (Hanzade Özbaş Aile Albümü) s. 313
Latife Hanım, Halide Edib ve Mustafa Kemal Atatürk biyografilerinin yazarı İpek Çalışlar, “Sabiha / Hanedandan Bir Sultan”da, ömrünün 28 yılını sürgünde geçiren Sabiha Sultan’ın hayatını kaleme aldı.
İpek Çalışlar ile tarihi karakterlerle ilgili yazma sürecini ve neden Sabiha Sultan’ı yazmayı seçtiğini konuştuk.
Önemli biyografiler yazdınız: ‘Latife Hanım’, ‘Halide Edib’, ‘Atatürk’. Yazacağınız kişilere hangi refleks yönlendiriyor sizi?
Gazetecilik refleksi diyebilirim. Bende biyografi yazma fikrini doğuran 1980’li yıllardan bir Latife Hanım kitabı oldu. Çalıştığım gazetede işim son bulmuştu. Bir arkadaşımı ziyarete gitmiştim. Onun kitaplarına bakarken bir Latife Hanım kitabı gözüme çarptı. O güne kadar hiç ilgimi çekmeyen bu kadına dair neler yazılmış diye şöyle bir karıştırdım. Yaver Salih Bozok Atatürk ile Latife’nin evliliğinden söz ederken, Latife’nin tuhaf taleplerinden yakınıyordu. Olacak şey miydi? Latife, mebus olarak meclise girmek istiyordu. Mustafa Kemal’e de kadınların seçilmesine engel olan kanunları ne zaman değiştireceğini sorup duruyordu.
Ben de o günlerde bir Ka-Der isimli derneğe gidip geliyordum. Ka-Der (Kadın Adayları Destekleme Derneği), başta Meclis her alanda kadın temsilinin çoğalması için çalışıyordu. 2003 yılıydı. Latife’nin tam 90 yıl önce kadınlar için harekete geçtiğini görünce vay canına, dedim. Atatürk’ün yanına bir türlü yakıştıramadığımız Latife Hanım meğer hayatın püf noktasını pek çoğumuzdan önce görmüştü.
Latife Hanım’ı keşfetmeyi o an kendime görev kabul ettim. Eve döner dönmez, kütüphanemizdeki bütün Atatürk kitaplarını raflardan toplayıp masamın üzerine yığdım. Yani Latife Hanım kendi becerisiyle ilk kitabımın kahramanı oldu.
Ele aldığınız isimlerle tarihe bir katkı sunmayı mı yoksa dünyadan geçmiş önemli bir ismin adımlarını mı takip etmeyi önceliyorsunuz?
Böyle bir ajandam yoktu. Latife Hanım’ı incelemeye çok uygun bulmuştum. Diğer isimler zincirleme gitti. Atatürk’e dair bilgilerimin çok yüzeysel olduğunu keşfedince, harıl harıl çalışmaya başladım. Okuduklarımı sık sık arkadaşlarımla paylaşıyordum. Onların da çok ilgisini çekiyordu anlattıklarım. Yakın tarihimizi keşif yolculuğu olağanüstü keyifli başlamıştı. Halının altına süpürülmüş ne var ne yok hepsini gözden geçiriyordum. Cumhuriyet’in Pazar dergisini çıkarttığım yıllarda da gölgede kalmış kadınların üzerindeki örtüyü kaldırmaktan büyük haz duymuştum. Bunlardan biri de Halide Edib idi.
Biyografi yazarken muhakkak bilgiye, evraka, anlatıya, fotoğrafa ihtiyacınız oluyor. Latife Hanım da Atatürk nedeniyle kayıtlara geçmişti. Yakınları da hayattaydı. Yani tükenmeyecek kadar bol malzeme ile yüz yüzeydim.
Yeni biyografiniz ‘Sabiha’, okur karşısına çıktı. Sizi Sabiha Sultan hakkında yazmaya iten neydi?
Pek çok toplantıya davet ediliyorum kitaplarımla ilgili olarak. Üç kitabımda da aşağı yukarı aynı dönemin insanlarını anlattığım için dönemi iyi biliyorum. Bir gün kendi kendime dedim ki, “dönemi anlatırken sarayı çok ihmal etmişim”. Her kitabımda kadınlardan söz ediyorum ama saray kadınlarından bir şey yok. Üstelik Halide Edib’in babası bir saray görevlisi. Hatta eşlerinden biri de saraylı. Halide gece yarısı ağlayıp kıyameti koparttığı zamanlarda onu babasının yanına Yıldız Sarayına götürüyorlar. Latife’nin de babaannesi Minik Hanım yine saraylı bir Çerkes. Sabiha Sultan fikrini biraz da bu yüzden sevdim. Dönemi ve sarayı Sabiha Sultan’ın üzerinden anlattığımda önümde yepyeni bir kapı açılacaktı.
Dönemine göre çok farklı çizgide yürüyen bir kadın değil mi Sabiha Sultan? Eğitiminden duruşuna kadar çağdaşlarından hemen her yönde ayrışıyor. Bu geniş alanı ona sağlayan ne olmuştu?
Sabiha Sultan babasının tercihleri doğrultusunda çağdaş bir eğitim görmüş. Vahideddin kızlarına ders verecek hocaları bizzat seçmiş, beğenmediklerini değiştirmiş, gerektiğinde kendisi devreye girmiş. Müzik, Fransızca ve tarih eğitimi sağlam. Fransa’ya yerleştiklerinde Sabiha çok iyi Fransızca biliyor.
Yurt dışına ilk kez çıkıyor ama dünyanın hiç yabancısı değil. Görebildiğim kadarıyla Nice’e yerleştiklerinde, kararları veren, evi çekip çeviren o. Avrupa’da eğitim görmüş Ömer Faruk ise bana daha kırılgan ve çaresiz göründü. Sabiha Sultan’ın annesi de Abhazya’daki siyasi felaketler yüzünden ailesi tarafından Osmanlı sarayına gönderilmiş küçücükken. Yani Sabiha ile Ulviye’nin annesi Nazikeda sürgünde yaşamanın ustası olmuş bir kadın.
Sabiha Sultan padişah kızı olduğu için çevresindeki insanların da hep dertleriyle ilgilenmeyi onları da ayakta tutmayı kendisine görev bilmiş. Herkes için adeta can simidi olmuş.
Bu toprakların çok önemli kırılma anlarını Sabiha Sultan’ın gözünden izletiyorsunuz bize. İstanbul’un işgal yıllarından Millî Mücadele’ye… Şunu merak ediyorum: Sabiha Sultan bu günlerde sorumluluk almak istiyor mu ya da buna dair hamleleri oluyor mu?
Sabiha Sultan çocukluğundan beri hep sorumluluk sahibi bir kişilik. İstanbul işgal edildiğinde iktidarın babasının elinden sökülüp alınmasının en yakın tanığı. Ömer Faruk Ankara’ya gitmek için 1920 yılının Aralık ayında “Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine” ifadesiyle başlayan bir başvuru mektubu gönderiyor. Bu başvurusunda, Sabiha Sultan’ın da kendisi ile birlikte gelmek istediğini özellikle belirtiyor. Ancak Sabiha Sultan hamileliğinin son ayında bulunduğu için bir ay izin istiyorlar. Doğacak bebeğimizi kucağımıza alıp Ankara’ya gelmek istiyoruz diyorlar. Padişahın kızının işgal İstanbulundan kalkıp Ankara’ya gitmesinin herkes üzerinde iyi etki bırakacağını düşünüyorlar. Ben de bu mektuba dayanarak konuşuyorum.
Yeni kurulan Cumhuriyet peki?.. Sabiha Sultan’ın yaşadığı sürgünde Cumhuriyet’e dair neler söylediği hakkında bilgimiz var mı?
Maalesef bu konuda bir bilgim yok. Ancak devlet terbiyesi ile yetiştirilmiş bir sultandan söz ediyoruz. Ülkesinde işlerin yolunda gitmesi, kurulan düzenin istikrarlı olması, insanları memnun etmesi onun da her zaman dileği olmuş.
Sürgün demişken oradan devam edelim… Tüm hanedan için müthiş bir kırılma ve kopuş olarak değerlendirebiliriz bunu. Sabiha Sultan neler diyor bu zorluklarla ilgili?
Sabiha Sultan sofrada yediği patatesin neye benzediğini bilmiyor, hiç görmemiş çocukları olana kadar. Bir yardımcısı ona gösteriyor, bak bu patates diye. Her işine koşan yardımcılarla yaşamış. Üç kızını giydirmek için sürekli örgü örüyor. Çocuklar büyüdükçe söküyor ördüklerini, yeniden örüyor. Durmadan çorap yamıyor. Okula başlayan kızı Neslişah, babasının çorapları ile okula gidiyor.
Ömer Faruk muhafazakar bir kız babası. Kızlarını batılı hayat tarzı ile büyütmekten nefret ediyor. Her türlü acıyı, zorluğu yaşıyorlar sürgünde. Aralarında, parkta dilenci zannedilenler, evsiz barksız parasız kalanlar var. Genç sultanlardan biri mahallelerinde yaşayan ressam Matisse’e modellik ediyor. Sürgünün kısa süreceğini, milletin onları geri çağıracağını umut etmeye devam ediyorlar.
Sürgün yıllarını nasıl geçiriyorlar? Nasıl bir yaşayış karşılıyor onları saraylardan sonra?
Çok zor bir hayat onları bekliyor. Ömer Faruk’un Halife babasından gelen dışında bir geliri yok. Mesleği askerlik. Bir işe girip çalışması mümkün değil. Sabiha Sultan ise bir miktar para ile mücevherini yanında götürebilmiş. Bir gün tamamen parasız kalacaklarını göre göre yaşıyorlar. Avrupa günlerinde İkinci Dünya Savaşının hayaleti tepelerinde dolaşmaya başlayınca 1938 yılı sonbaharında Mısır’a göçüyorlar. Hanedanın çoğu ismi orada. Onlara destek olan dost bir çevre var. Kızları büyüyor ve kendilerine talip olan Mısırlı prensler ile evleniyorlar. Ancak, Mısır’da da kraliyet son buluyor. Hayatları yeniden altüst oluyor, kabus geri dönüyor yani. Çileleri bitmiyor. Bu kez kızlar eşleri nedeniyle sürgüne, hatta göz hapsine uğruyor.
Tekrar biyografi yazımına dönelim. Bu alanın en önemli kalemlerindensiniz. Nasıl bir çalışma yöntemi izliyorsunuz? Biyografi yazımı bizde çok gelişmemiş bir tür. Söyleyeceklerinizin çok değerli olduğunu düşünüyorum.
Teşekkür ederim. Ne kadar emek verirseniz o kadar iyi bir kitap çıkıyor ortaya. Malzemeyi toplamak işin en keyifli tarafı. Araştırma dönemi bana sonsuz huzur veriyor. En zor tarafı ise bir insanın hayatını kaynak göstererek yazmak. Araştırma belli bir doygunluğa ulaşınca yazmaya başlıyorum.
Yazdığım insanı derinlemesine anlamak için kendime vakit tanıyorum. Sadece yazılı kaynakları değil anlatıcıyı da, dönemi de, mekanları da çok önemsiyorum. Kaynaklarımı okurla muhakkak paylaşıyorum. Kitap ortaya çıkınca bir bakıma keyifle okunsun diye, yeniden yazıyorum… Yazdıklarımı sevmeye başlayınca tamam kıvama geldi diyorum.
Son olarak da Sabiha Sultan ile geçirdiğiniz bu çalışma sürecinin size neler kattığını öğrenmek isterim. Ne öğretti size Sabiha Sultan?
Her kitap beni de etkisi altına alıyor. Sabiha Sultan çok değişik bir karakter. Dibe vururken zarafetini hiç kaybetmemiş, bağırıp çağırdığını gören olmamış. Bu davranış biçimi günümüze çok yabancı. Bambaşka biri yani…
“Sabiha / Hanedandan Bir Sultan”, Yazar: İpek Çalışlar, Yapı Kredi Yayınları, Ekim 2023, 360 sf.
(APK/AS)