Tarlabaşı, Balat-Fener-Ayvansaray, Sultanbeyli, Sulukule, Okmeydanı ve daha sayılabilecek pek çok bölge yıllar içinde kentsel dönüşümün hedefi olarak seçildi. Devlet dönüştürmeye değer veya uygun bulmadığı yerleri de çarkın işlemesi adına gökdelenleriyle ya da tek tip TOKİ binalarıyla “süsledi”.
Devletin kentsel dönüşüm için seçtiği bölgelerin ortak özelliği genelde barındırdığı nüfus üzerineydi. Kültürel kodları ve tarihsel arka planları hep aynı yere işaret ediyordu: Azınlıkta olanlar, seks işçileri, Kürtler…
Yaşam alanı sunulmayan ya da yaşam alanı kısıtlanan bu istihdam dışı nüfusun kaderi sermayenin elinde şekil alıp durdu. Zorla yerinden edilme hayatlarının rutin işleyişi içerisinde yerine aldı.
Örneğin, Beyoğlu’ndaki hizmet sektöründe kendine yer bulanlar Tarlabaşı’na göç etti ama zamanında kentten kaçan sermaye sahipleri kent merkezine tekrar göz dikince onlara da bölgeyi terk etmek düştü.
Devletin kentsel dönüşüm anlayışını ve bu anlayışın insanlar üzerinde bıraktığı izleri Tarlabaşı’ndaki dönüşümün şahidi olan Sosyal Hizmet Uzmanı Ceren Suntekin ve bakkal İbrahim Kaya anlattı.
Kaya: Evimizin olduğu yeri yeşil alan yapacaklardı İbrahim Kaya Tarlabaşı’ndaki çoğu insan gibi Mardinli. Beş kardeş İstanbul’da yaşıyorlar. Tarlabaşı’ndaki kentsel dönüşüm sürecinde kendisinin ve kardeşlerinden birinin yaşadığı üç katlı binayı 127 bin liraya satmışlar. Kendisi süreci şöyle anlatıyor: "Bize Kayaşehir'de yer vereceklerini söylediler. Yerimizden yurdumuzdan edilsek de orada beraber olalım diye beş tane daire istedik. Artanı kendi paramızla alacaktık. Ama vermediler. "Belediye şirket adına gelip vatandaşla konuşuyordu. Bize o zaman binalarımızın yerine yeşil alan yapacaklarını söylediler. Şimdi artık balkonlara saksılar mı koyacaklar bilmiyorum. "11 senedir burası harabe gibi. Fare istilasına uğruyor, kimse hak ettiğini alamıyor. Kentsel dönüşüm değil rantsal dönüşüm yapıldı aslında. Proje bittikten sonra belki bir kısım insana yarayacak ama burada oturan herkesi mağdur ettiler. İnsanların parasını vermiş olsalar bile mesela bir komşu dahi kolay kazanılmıyor, herkes ayrı yerlere dağıldı." |
"Tarlabaşılıların daha sağlıklı koşullarda yaşaması için yapılmadı"
Yürütmeyi durdurma kararına rağmen inşaat devam ediyor. Ne aşamada şu an?
İnşaatların yapımına devam ediliyor. Tarlabaşı 360'ın pazarlaması değişti. İlk görseller daha beyaz yakalı sınıfa yönelikti: Köpeğini gezdiren insanlar, motosikletli kadınlar... Şimdi çok daha farklılaştı.
Bunların hepsi bilinçli bir şekilde adım adım örüldü. Öyle bir izlenim verildi ki herkes 'İnşaat bitsin de Tarlabaşı temizlensin' diye bekliyor. Yani bir binanın ortaya çıkmasını buranın temizlenmesi olarak görüyorlar. Biz kaç defa uyuşturucu satıcılarıyla ilgili çalışma yapmak için kaymakamlığa gittik, polisle görüştük ama hiçbiri çözüm için adım atmadı. Bildiğimiz şeyin burada oyununu izliyoruz.
Tarlabaşı ve Dolapdere iç içe geçmiş iki bölge. Dolapdere’de dönüşüm yaşanıyor mu ya da yaşanacak mı?
Orada başka türde bir dönüşüm var. Binalarla ilgili değişimler yapılıyor ama o buradakinin bir parçası değil İstanbul'un genel inşaat halinin bir parçası.
Tarlabaşı'nın kendine has kültürel kodları var. Bu dönüşümle tek başına Tarlabaşı değil İstanbul ne kaybetti?
Birincisi zaten projenin başlangıcı, öyleymiş gibi gösterilse de tabandan, doğal ve kültürel mirasa yönelik olarak yapılmadı. Mimari olarak hatalı ve sorunluydu. Kültürel ve tarihsel mirası olan bir bölgenin korunmasına ya da daha sağlıklı bir yapıya dönüştürülmesi çalışması söz konusu olması. Tarlabaşı garajların, alışveriş merkezlerinin, otellerin olduğu bir bölge haline getirildi ama onlar bile yapıya uygun inşa edilmedi. Ön taraf sadece görsel olarak tutuldu ama bina içleri yapı olarak da korunmadı.
Değişikliğin yapıldığı sırada içerisinde sanat eseri gibi duvarlara sahip bir sürü binanın çatladığını, döküldüğünü, yıkıldığını gördük.
İkincisi çalışmanın amacı buradaki insanların yaşam kalitesini artırmaya yönelik değildi. Aksine bir soylulaştırma çabası, rant çalışması yapıldı. Bu bölgeyi politik süreçlerin sonucunda suçla ilişkilendirilen bir bölge haline getirdikten sonra, yine kendi yarattıklarından kurtulmak için halka 'Bu binalar yapılırsa Tarlabaşı temizlenir' gibi sebepler sundular. Ancak buradaki insanların daha sağlıklı, hijyenik mahalle koşullarında yaşayabilmesi ya da yeşil alan, park gibi alanların yaratılması, engelliler için sokak düzenlemesi gibi çalışmalar hiçbir zaman proje kapsamında yer almadı.
"İnsanlar üzerindeki etkisi zarar verici ve yıpratıcı oldu"
İstihdam dışı nüfus yoğunluğu Tarlabaşı’nda çok fazlaydı ve bu insanlar çoğunlukla hizmet sektöründe çalışıyordu. Nereye gidiyorlar, yaşamlarına nasıl devam ediyorlar?
Başlangıcı zaten zorbalıkla ve usule aykırı bir şekilde insanlar haksızlıklarla evlerinden çıkarılarak yapıldı. Bazı mal sahiplerine gitmeleri için yer gösterildi ama değeriyle aynı hakta mala sahip olmadı insanlar.
Burası sirkülasyonun çok fazla olduğu bir bölge. Birazcık birikimi olup da buradan çıkmak isteyen insanlar Okmeydanı, Kurtuluş, Dolapdere gibi yakın çevrelere ya da kendilerini kültürel olarak yakın hissettikleri ve akrabalarının olduğu Kanarya Mahallesi, Zeytinburnu gibi bölgelere gittiler.
Ancak tabi burada yaşayanların çoğu yaşamlarını Beyoğlu'nda sürdüren zanaatkarlar, satıcılar veya kafelerde çalışan insanlardı. Dolayısıyla geçimlerini burada sağlıyorlardı ve gidemedikleri için yan sokaklara taşındılar.
Tarlabaşı projesinin ortaya çıktığı tarih Beyoğlu’nun kültürel yapısının değişmeye başladığı döneme denk düşüyor. Kentsel dönüşüm hikayesi, Beyoğlu'ndaki genel değişimden ayrı değerlendirilebilir mi?
Beyoğlu, tarihi, turistik ve kültürel bir bölge olması açısından İstanbul'a en çok ziyaret edilen yerlerden biriydi. Hem belediyenin hem hükümetin politik stratejileriyle buradaki popülasyonu değiştirmek esas hedefti.
Beyoğlu'ndaki süreç Avrupalı turistlere dönük hedeflerle başlasa da daha sonra Arap turistlere yönelik bir yapıya evrildi. Tarlabaşı süreci de paralel ilerledi.
Tarihsel yapıya ya da kültüre yönelik korumalar yok. Daha fazla harcama ya da tüketim odaklı dönüşüm uygulandı. Dolayısıyla Beyoğlu’nun 1950'li yıllardan beri getirdiği tanımlamalarının yerini başka tanımlamalar aldı. Bunların hepsi süreç içinde yapılan politik tercihlerin sonuçları.
Fakat bilimsel olmayan, iklime, fiziksel ve coğrafi yapıya uygun olmayan tasarımlar ya da düzenlemeler meydandaki su birikintileri, su baskınları gibi olumsuzlukların artmasına neden oldu. Tamam, kendilerine göre bir mimari değişim hedeflemiş olabilirler ama oraya dümdüz binaları yerleştirmeyle başarılabilecek bir şey değil bu. Başarılı kanallarla çalıştıklarına inanmıyorum ve eksiklik var.
Dolayısıyla insanlar üzerinde daha yıpratıcı ve zarar verici etkileri oldu. İş yerleri kapanıyor, ticaret yapamıyorlar...
"Tarlabaşı'na özel politikalar uygulandığının farkındalar"
Yaklaşık yedi yıldır Tarlabaşı inşaat halinde. Bölgede nasıl sonuçları oldu?
Yıkım aşamasında böceklenmeler oldu, fareler çıktı. Sonuçta toprak kazılıyor ve belki de doğru önlemler alınmıyor. Yıkımın gerçekleştiği bölgenin çevresindeki binalarda halk sağlığını tehdit eden koşullar ortaya çıktı. Yedi senedir süren inşaat ve sürekli toz duman hali nedeniyle kronik bronşit ve genel anlamda solunum yolları hastalıkları ciddi oranda arttı.
Ayrıca bölge çok fazla insansız kaldı. Elektrik vs. hizmetlerden yoksun bırakılınca merdiven altı işlerin de arttığı bir yer haline geldi. Buradaki insanların güvenliği de böylece tehlike altına atıldı.
Çevreye bu kadar zarar vererek böyle bir inşaat halini yıllarca Nişantaşı'nda sürdürebilirler miydi diye düşünmek gerekiyor aslında.
İnsanlar çocuklarını okula götürmek, eve ekmek götürmek gibi çok ciddi temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk yaşıyorlar. Ama işi yönetenler çok farklı şeyler konuşuyor.
Yürütmeyi durdurma kararına Tarlabaşı halkının tepkisi nasıl oldu?
İnsanlar inanılmaz bir öğrenilmiş çaresizliğe sahipler. Genele bir şeyin değişmeyeceği düşüncesi hakim. Tarlabaşılı insanların neden mücadele etmediği soruluyor çoğu zaman. Fakat çok yukarıdan sorular bunlar. Sürekli olarak yerinden edilmek neredeyse gündelik hayatlarının parçası olmuş bir gruptan söz ediyoruz.
Beyoğlu'ndaki işçiler, garsonlar, mağazalarda çalışanlar… Hepsi Tarlabaşı'nın insanları ve işlerine en yakın bu yerde kendileri çok kötü koşullarda yaşamaya mecbur kalıyor.
Zaten Tarlabaşı'na özel politikaların uygulandığının farkındalar. Bunların da Kürt, yoksul, seks işçisi ya da Afrikalı vesaire gibi ayrımcılıklara uğrayan gruplar oldukları için başlarına geldiğinin de farkındalar. Haklarını arama konusunda düzgün bir sistem ilerlemediği ve sosyal adalet perspektifiyle çalışan bir devlet sistemimiz olmadığı için, bu bölgedeki insanlar sadece birbirleriyle dayanışarak burada var olabiliyorlar. (TP)
6 İHANET PROJESİ YAZI DİZİSİ
1- İstanbul'a İhanet Eden 6 Proje
2- 3. Köprünün Sekiz Yıllık Hikayesi
3- Başar Toros: 3. Köprü İçin Dökülen Betonu Kaldırırsak Orman Kendini Yeniler
4- 3. Havalimanının Sekiz Yıllık Hikayesi
5- Cerit: İstanbul’un Kuzeyine Havalimanı Bahaneli Ticari Alan Yapılıyor
6- 3. Havalimanı Çevresinde Denizde Ağlara Balık Değil Moloz Takılıyor
7- Galataport Projesinin 15 Yıllık Tarihi
8- Gümüş: Şehir Kapitalizmle Değil Kapitalizm Dışı Mekanizmalarla Gelişir
9- Kabataş Martı Projesinin 12 Yıllık Hikayesi
10- Baysal-Uzunçarşılı: Hedef Muhafazakar Kentler İnşa Ederek Yeni Bir İstanbul Yaratmak
11- Tarlabaşı'ndaki Kentsel Dönüşümün 12 Yıllık Hikayesi
12- Suntekin: Tarlabaşı’ndaki İnsanlar Sadece Birbirleriyle Dayanışarak Var Olabiliyorlar
13- Göğü ve Yargıyı Delen Gökdelen Projeleri
14- Kahraman: İstanbul Planlama Disiplininden Nasibini Almamış Bir Şehir