Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden Prof. Dr. Şükrü Aslan'ın Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 24. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Sayın Başkan, Sayın Heyet
Avusturya Innsbruck Üniversitesinde misafir öğretim üyesi olarak görevli olmam sebebiyle bundan önceki iki duruşmaya katılamadım. 01.04.2019 tarihi itibarıyla görevim bitti, üniversiteme döndüm ve bugün buradayım; imzacıları arasında yer aldığım Barış Bildirisi nedeniyle yargılanıyorum.
Sanırım önce şunu söylemem gerekir ki ben, bir sosyal bilimciyim. Dahası sosyal bilimler içinde Sosyoloji alanından bir akademisyenim. Sosyoloji profesörüyüm.
Bunu söyleme sebebim şudur: Benim çalışma konularım genel olarak ülkemin sosyolojisi ile ve özel olarak da Türkiye’nin yakın toplumsal ve siyasal tarihiyle ilgilidir. Dolayısıyla ne söylersem söyleyeyim veya ne yazarsam yazayım muhakkak ülkemin sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel tarihi veya alanlarından birine değecektir.
Başka bir deyişle söyleyeceğim ve yazacağım her şey siyasal – toplumsal bazı yaklaşımlara yakın ya da uzak gelebilecektir. Bu durum, yaptığım işin tabii bir sonucudur.
Şunu da söyleme ihtiyacı hissediyorum ki ben, işimi ve mesleğimi seviyorum ve elden geldiğince toplumsal yarar üretmeyi esas alan çalışmalar yapmaya gayret ediyorum. “Toplumsal yarar”dan kastım en temelde toplumsal barış ve huzurdur.
Dolayısıyla kurduğum her cümlenin benim için anlamı da, amacı da budur. Bugün burada, sayın heyetinizin huzurunda bulunmama yol açan imzaladığım metnin anlamı da benim için sadece budur.
İzninizle burada maruz kaldığım suçlamanın hiç adil olmadığını somut ve açık bir şekilde ifade etmek istiyorum.
Her şeyden önce neyle suçlandığımı anlamak için savcı, sayın İsmet Bozkurt’un hazırladığı 15.05.2018 tarihli 14 sayfalık iddianameyi bir akademisyen titizliğiyle inceledim.
Defalarca okuduğum iddianameyi izninizle tasnif ederek anlatmak isterim. Belki bu şekilde iddianamenin mantığının durduğu hukuk dışı yeri tam olarak ifade edebilirim.
Toplam 14 sayfalık iddianamenin dört sayfalık bölümü suçlamaya konu “Barış Bildirisi”nin aktarılmasıyla ilgilidir. Dört sayfa Türkiye’nin terör ve şiddet ortamıyla ilgilidir.
İki sayfa, söz konusu bildirinin İngilizce metni ve Türkçe çevirisini içeriyor. İki sayfa, bu davada ceza vermenin uygun olacağını iddia eden uluslararası hukuktan örnekler içeriyor ve bir sayfası da aynı konuda AHİM örneklerini içeriyor.
İçtenlikle ifade etmek isterim ki okuduğumda bu iddianame ile benim aramda ne ilişki var sorusunu defalarca sordum kendime ve doğrudan yanıt olabilecek bir bağ bulamadım. 14 sayfalık iddianamenin sadece yarım sayfa bile tutmayan çok küçük bir kısmı benimle ilgilidir.
Orada “Şüpheli Şükrü Aslan 05.04.2016 tarihli ifadesinde özetle” diyerek bana ait olduğunu belirttiği şu ifade aktarılıyor:
“Şüpheli, 11.01.2016 tarihli sözkonusu metni ülkemizde barış içinde yaşama hakkının tesis edilmesi için imzaladım. Sözkonusu metin düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır ve suç oluşturmamaktadır. Tarafıma sorulan diğer sorular ise Anayasanın 25/2 maddesinde düzenlenen kimsenin düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanmayacağı yönündeki hükme açıkça aykırıdır. İsnat edilen suçlamayı kabul etmiyorum, şeklinde açıklamalarda bulunmuştur”. (s.4)
İlginçtir doğrudan benimle ilgili kısım sadece budur ve bu bilgi de tümüyle gerçek dışıdır. Elinizdeki dosyada yer aldığı gibi Emniyet Müdürlüğünde verdiğim ifadenin burada aktarılanla hiç ilgisi yoktur.
Benim Emniyet Müdürlüğünde verdiğim ifade tam olarak şöyledir:
“Ben bir akademisyen ve toplumbilimciyim. Türkiye’nin yakın toplumsal tarihi ve travmaları üzerine çalışmalar yapıyorum. Bu konuda yayınlanmış kitap ve makalelerim var. Türkiye toplumunun yakın tarihimizde şiddetten ne kadar çok çektiğini yaptığım araştırmalardan biliyorum. Bu nedenle şiddet söz konusu olduğunda hem kişisel hem de toplumsal olarak bunun ülkemizin gündeminden çıkması gerektiğini düşünüyorum. Şiddet ortamından rahatsızım ve şiddetin her türlüsüne karşıyım. Söz konusu bildiriyi de tamamen bu düşünceler çerçevesinde barışa bir çağrı olduğu için imzaladım.”
Açıkça göreceğiniz gibi sayın savcı benim Emniyet Müdürlüğünde verdiğim ifademi bile okumamış. Başka bir ifadeyi kopyalayıp yapıştırmış.
Sadece bu sebeple bile bu iddianame üzerine hukuki açıdan da, etik açıdan da, mesleki titizlik açısından da çok şey söylenebilir. Ben sadece bu tuhaf durumu dikkatinize ve takdirinize sunmakla yetiniyorum.
Bu kadar özensiz hazırlandığı açık olan iddianamede sayın savcının, bildiriye imza veren biri olarak beni de kapsayacak şekilde “akademisyen sıfatını taşıyan kişi”, “sözde akademisyen” gibi sıfatlarla tanımlaması, sadece bana değil, ülkenin akademisine de büyük haksızlıktır.
Sayın Başkan, Sayın Heyet
Ben Türkiye’nin yakın toplumsal tarihini ve dolayısıyla şiddet, toplumsal gerilim ve devlet politikalarını; bunların etki ve yansımalarını çalışan bir akademisyenim. Bu konularla ilgili uluslararası ve ulusal düzeyde yayınlanmış onlarca makalem ve kitaplarım var.
Türkiye’nin yoğun şekilde izlenen TV kanallarında çok sayıda programa davet edilmiş, fikirleri sorulmuş bir sosyoloğum. Düşüncelerim gayet açıktır ve ilgili herkes bunları okuyabilir veya dinleyebilir.
Şiddeti savunduğumu gösteren tek bir cümlem yoktur. Devlet politikalarını tartıştığım her konuda da temel amacım toplumsal barışa bir davet olmuştur.
Daha çok yakın tarihimizde türban taktıkları için üniversitelere devam etmeleri engellenen kız öğrencilerin hukukunu savunan bildiriye imza attığımda da, 1938 yılında Dersim’de gerçekleştirilen katliamı yazdığımda da devlet politikalarını eleştirdim.
Bu eleştirilerin yegane amacı toplumsal adalet ve barıştı; bunun tesis edilebilmesi ve bir daha bu nevi durumların yaşanmamasıydı.
Kısaca söylemek istediğim şudur: Bu bildiriyi imzaladım ve devlet politikasına eleştiri yaptım diye terör ve şiddete davetiye çıkarmışım gibi gösterilmem hiç adil değil, makul değil, hukuki değil.
Benim de imzaladığım bildirinin sözleri sert gelmiş olabilir. Bu bildiriyi okuyan politikacı, sanatçı, işçi, emekli, kadın, erkek vb. dilini aşırı bulabilir, aşırı bir tepki de gösterebilir. Hepsine saygı duyarım.
Herkes kendi bakış açısına, bulunduğu yere, konuma, geleneğine vb. göre farklı şeyler söyleyebilir. Ama adı üstünde, bu bir bildiridir ve fikirdir. Ben bu bildiriyle toplumsal huzuru ve barışı arzu ettiğimi ifade ettim. Benim için budur, daha fazlası değildir.
Bu ülke gerçekten şiddetten de, “fikir suçu” icat etmekten de çok çekti. Bunları ülkemizin gündeminden çıkaralım. Benim bütün arzum, niyetim, çabam budur.
Kaldı ki en başta vurguladığım gibi ben sosyolog bir akademisyenim. Türkiye’nin saygın bir üniversitesinde çalışıyorum. Üstelik çalışma konularım da yakın toplumsal siyasal tarihimizle doğrudan ilgili sosyolojik alanlar. Yani kaçınılamaz olarak siyasal, toplumsal ve kültürel alana dair sistem politikalarını tartışıyorum ve kaçınılamaz olarak bazı politika ve uygulamaları eleştiriyorum.
Ne yazık ki bu eleştiriler nedeniyle yargılanıyorum. Sormak isterim, sosyolog bir akademisyen olarak ben bile sisteme dair herhangi bir eleştiri yapamayacaksam, bu ülkede eleştiriyi başka kim yapabilir ki?
O zaman herkesin aynı şeyi söylediği bir ülke oluruz. Herkesin aynı şeyi söylediği bir ülkede gerçekte kimse bir şey söylemiyor demektir.
Sayın heyetinizin bu doğrultuda bir karar vereceği inancıyla, beraatimi talep ediyorum. (ŞA/TP)