Darbe girişimi medya davasında tutuklu olarak üç kez ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılanan Ahmet Altan'ın savunması kitap olarak dağıtıldı.
Altan'ın 109 sayfalık savunması "Bir iddianamenin hukuk pornosu olarak portresi" başlıklı savunması özetle şöyle:
"İddianamede kanıt diye suçlamalar var"
Sayın Yargıç,
* İddianame olduğu ileri sürülen, zekâdan ve hukuktan yoksun, ağırlaştırılmış müebbet gibi heybetli bir cezayı taşımaya mecali yetmeyen bu cılız metin ciddi bir savunmayı asla hak etmiyor.
* Bu iddianameyi yazan savcının yalan söyleme ve saçmalama konusunda gösterdiği pervasızlık, bunun yargı sisteminde bir alışkanlık hâline geldiğini kanıtlıyor. Biz, darbeyi yönlendirdiği iddia edilen adamları tanıdığı iddia edilen adamları tanıyormuşuz. Önce şunu sorayım, birini “tanımak” nasıl bir suç kanıtı olarak kabul edilebilir? Bir suçluyu tanıyorsanız bu sizi suçlu yapar mı? Bir eylemden dolayı suçlanabilmeniz, o eylemden sorumlu tutulabilmeniz için bizzat o eylemi yapmış ya da o eyleme katılmış olmanız gerekmez mi?
* Bu iddianamede kanıt yerine sadece savcının suçlamaları var, onlar da yalan.
* Gezi olayları sırasında ben Taraf Gazetesi’nden çoktan ayrılmıştım. Eve kapanmış roman yazıyordum. Eğer Gezi olaylarının gelişimini benim yazılarımdan anlamaya kalkarsanız biraz zorlanırsınız. Çünkü Gezi öncesinde ben yazı yazmıyordum.
* Kızdığım, savcının benim “birisinin” talimatıyla AKP’yi eleştirdiğimi söylemesi. Ben ilk defa yargılanmıyorum. 300’e yakın davadan geçtim. Yazılarım nedeniyle yargılandım. O yazıları kimin emriyle yazmışım? Kim bana bunca davadan geçmeme yol açacak yazıları yazdırmış? Askerî vesayetle kimin emriyle mücadele etmişim? Benim AKP’yi eleştirmek için birisinin lafına mı ihtiyacım var? Son beş yıldır yanlış politikalarıyla koca ülkeyi çökertmiş bir partiyi eleştirmek için neden bir talimata gerek olsun?
* Başar Arslan’ın darbeyle ya da darbecilerle bir ilgisi olduğuna asla inanmıyorum. Somut kanıtlar ortaya konana kadar da inanmayacağım. Ayrıca, 2012 yılından sonra bir daha hiç görmediğim, karşılaşmadığım, konuşmadığım bir işadamının bir başka işadamı ile arasındaki iş ilişkisinden bana ne? İş ilişkilerinde yasa dışı bir uygulama varsa ticaret mahkemesine gidin.
"Savcı örgüt lehine söylem arıyorsa AKP'ye bakacak"
* Taraf Gazetesi, hiçbir dönemde Cemaat “lehine süreklilik arz eden” haberler yapmadı. Yapsaydı da suç olmazdı. Savcı “örgüt lehine süreklilik arz eden” yayınlara ve söylemlere bakmak istiyorsa AKP’ye bakacak. Cemaatin örgütlediği bir toplantıda Fethullah Gülen’e “muhabbetlerini” sunan Tayyip Erdoğan’a bakacak. Meclis kürsüsünden Gülen’i kendini parçalayarak savunan bugünkü Adalet Bakanı’na bakacak.
* Cemaati sürekli savunanlar onlar. Bu bir suçsa onlar neden tutuklu değil? Suç değilse bu boş laf bu iddianamede ne arıyor?
* Ekrem [ Ekrem Dumanlı, eski Zaman Genel Yayın Yönetmeni, sanık, yakalama emri var ] ile bir iki kere buluşup yemek yedik, bir kere de beraber Beşiktaş maçına gittik. Ekrem Dumanlı’yla telefonda konuştuğum için üç müebbeti hak ediyorsam Beşiktaş maçına gittiğim için herhalde elli kere falan müebbeti hak ediyorumdur.
"Tüm askeri terfilerin altında Erdoğan'ın imzası var"
* Balyoz darbe haberlerini ben yayımladım. O haberlerin yayımlanmasının tek sorumluluğu bana aittir. Bir gazete, 2010 yılında yayımladığı bir haberle 2016’ya kadar 6 yıllık süreçteki bütün askerî tasfiye, tayin, terfi işlemlerini yapacak bir güce sahip midir? O tayin ve terfilerin altında benim imzam var mı? Yok. Kimlerin imzası var peki? Bu “süreçte” görev yapmış genelkurmay başkanlarının, Yüksek Askerî Şûra üyesi generallerin, hükümet üyelerinin, başbakanların ve cumhurbaşkanlarının. Ve bu altı yıllık süreçte hiç değişmeyen tek bir imza var. Başbakan ve Cumhurbaşkanı olarak Tayyip Erdoğan’ın imzası.
"Başbakanın söylediği suç değilse ben de suçlu değilim"
* Savcı da Balyoz’a “kumpas” diyor ve benim bu haberi yayımlayarak “darbecilik” suçu işlediğimi ileri sürüyor. Önce “Balyoz” denilen olay neydi, ne zaman, ne şartlar altında yapılmıştı ona bakalım. Benim generallerin bu hazırlıkları yaptıklarına dair kanıtım, gerçekliği tartışmalı olan CD’ler değil. Bizzat kendileri tarafından kayda alınan konuşmalar.
* Üstelik bugünkü Başbakan da, Adalet Bakanı da, Yargıtay Başsavcısı da o haberlerin kumpas olmadığını düşünüyorlar. Bunu açıkça beyan ediyorlar. Balyoz seminerine “darbe hazırlığı” dediğim için beni darbecilikle suçlamaya kalkan savcı, başbakan, Adalet Bakanı, Yargıtay Başsavcısı için suç duyurusu yapmıyor. Benim söylediğim suçsa onların söylediği de suç. Onların söylediği suç değilse benim söylediğim de suç değil.
"Ergenekon da 15 Temmuz gibi sulandırıldı"
* Ergenekon soruşturmaları Taraf Gazetesi açılmadan çok önce başladı. Biz daha sonra o davanın haberlerini diğer gazetelerle birlikte verdik. Ergenekon’un varlığına kesinkes inanıyorum. Ergenekon dediğimiz devletin içine yerleşmiş suç çeteleri. Ne yazık ki bizim iddianameyi yazan savcının 15 Temmuz soruşturmasını sulandırıp ana mecrasından saptırması gibi birileri de Ergenekon soruşturmasını sulandırıp çarpıttı.
* Şimdi bir savcı düşünün ki üç yazıyla bir konuşmadan müebbetlik darbecilik suçu çıkartsın. Üstelik de evrensel hukuk, yazılarla konuşmalardan “suç çıkmaz” diye açıkça yazarken.
* Şimdi bu savcıya da acımıyor değilim. Ona yazarları hapse atmasını ve onları orada tutmasını söylemişler. O da bunu yapabilmek için bir imkânsızlığın peşine düşerek bizi 15 Temmuz darbesiyle ilişkilendirmeye uğraşmış.
* Anladığım kadarıyla kurduğu mantık silsilesi şöyle işliyor:
“Darbenin olacağını biliyordunuz, demek darbeciler size darbe olacağını söyledi, darbeciler bunu size söylediğine göre demek sizin darbecilerle doğrudan ilişkiniz var, doğrudan ilişkiniz olduğuna göre demek siz darbenin destekçisi ve parçasısınız.”
"Savcı öyle hissetmiş, o zaman yazarları hapse atalım"
* Peki, bu mantık silsilesinin dayandığı bir kanıt var mı? Hayır, tek bir kanıt bile yok. Peki, ne var Savcının “kanaati” var, “ben öyle hissettim” demeye getiriyor. Savcının hissiyatı bizim davada kanıt yerine geçiyor. Savcı öyle hissetmiş, o zaman yazarları hapse atalım.
* AKP’liler “dinbaz İttihatçılara” dönüştüler. Baskıyı artırdılar ve ülkeyi yönetemiyorlar. AKP iktidarında Türkiye her gün biraz daha çöküyor.
* Erdoğan’ın “bütün yargı bana bağlıdır” sözünü eleştiriyorum o konuşmada. Yargının bir adama bağlı olmasına bugün de sonuna kadar karşıyım. “Erdoğan’ın ben başkan oldum demesi suç, ki ileride birisi bunu hatırlayacak” diyorum. Savcının bu cümleyi neden büyük harflerle yazdığını hiç anlamadım. Erdoğan, “fiilî başkan” olduğunu söyledi. Bu söz, anayasanın dışına çıktığının itirafı. Elbette ki bir devlet, eğer gerçekten devletse, işlenen bir suçu unutmaz. Unutamaz. Suçu Erdoğan işliyor. Onun suç işlediğini söylediğim için ben yargılanıyorum. Buna da “adalet” deniyor.
* Bu arada savcı benim konuşmamda geçen her “Erdoğan” sözcüğünü de iddianamede büyük harflerle yazmış. Niye? Çünkü benim Erdoğan’ı eleştirdiğimi ve bunu yaptığım için hapsedilmem gerektiğini söylemek istiyor.
"Suçluların hukuku" iktidarda
* Ben suçlu olduğum için değil, “suçluların hukuku” iktidarda olduğu için hapisteyim. Bazen olur böyle şeyler. Hukuku savunduğun, haklı olduğun için hapse girersin. Suçu işleyen de savcı rolüne girebilir.
* İktidarın hırsızlık yaptığını düşünüyorum ve söylüyorum. Yasalarımıza göre bunu söylemek suç değildir. Darbecilik hiç değildir.
* Bizim savcının en tahammül edemediği laf galiba “hukuksuzlukların hesabı sorulacak” lafı. Nasıl bir hukuk adamıysa, hukukun hiçbir yolsuzluğun, hukuksuzluğun, suçun hesabını soramayacağı bir düzen istiyor. Bu savcının istediği düzende suç işleyenler değil, “suç işleyenlere hesap sorulacak” diyenler cezalandırılıyor. AKP, aradığı savcıyı bulmuş.
* Bir siyasi iktidarın gideceğini söylemek suç değildir. Sorunlu olan, ne olursa olsun iktidarın asla gitmeyeceğini söylemektir. İktidarlar gelir gider. Siyaset budur, demokrasi budur.
Bir savcı, “iktidarın gideceğini söylemek darbeciliktir” dediği anda yasaları çiğnemiş, iktidarın seçimle değişebileceği kuralını reddetmiş ve çok ciddi bir suç işlemiş olur ki bu savcı bu ciddi suçu işliyor.
"Bu iddianame, savcıya karşı suç kanıtı olarak kullanılacak"
* Bu iddianamenin, bu iddianameyi yazan savcıya karşı bir suç kanıtı olarak kullanıldığını ileride göreceksiniz.
* “AKP iktidardan gidecek” demek “darbe eylemi” ise Meclis’i bombalamak ne? “AKP iktidardan gidecek” sözü ile Meclis’i bombalama eylemi arasındaki farkları tümüyle ortadan kaldırıyor muyuz? “AKP gidecek” demek, Meclis’i bombalamak kadar ağır bir suç mu artık? Savcıya göre öyle. Şu siyasi iktidarın ülkeyi getirdiği hâle bakın.Kelimeleri bombalarla eşdeğer tutuyorlar.
* “Cizre’de insanların öldürüldüğünü” söylediğim için PKK lehine çalışmışım. Kaos ortamı oluşturmaya çalışmışım. Dezenformasyon yapmışım. Duyan da Cizre’de kimse öldürülmedi sanır. Cizre’de insanlar öldürülmedi mi? Yaşlı kadınlar, bebekler vurulmadı mı? Gerçek bu değil mi Savcının bizden talebi hep aynı: “Gerçekleri söylemeyin.” Tehdidi hep aynı: “Gerçekleri söylerseniz sizi hapse atarım.” Benim de savcıya cevabım şu: Senin hapishanen bana vız gelir, ben gerçekleri söylerim. Siz söylenmesinden korkacağınız işler yapmayın. Masum insanları öldürmeyin, yolsuzluk, hırsızlık, adaletsizlik yapmayın.
* Hüseyin Cahit’in ünlü sözünü biraz değiştirerek şunu da söyleyeyim: Böyle bir davanın iddianamesini yazan savcı olmaktansa, böyle bir davanın sanığı olmayı, hayatımın geri kalanını hapiste geçirmeyi daha onurlu bulurum.
"Savcıların yalan söyleme özgürlüğünden başka özgürlük kalmadı"
* Soruşturmalarınızın en küçük bir itibarı yok. Ne Türkiye’de ne dünyada. Soruşturmalarınızı itibarsızlaştırmak için kimseye de ihtiyacınız yok.İddianame diye yazdığınız yalanlarla bu işi bizzat kendiniz yapıyorsunuz zaten. İtibarsızsınız. “Fikir özgürlüğü yok” demek suçmuş. Fikir özgürlüğünün zerresi yok bu ülkede. Askerî vesayet günlerinden bile daha beter, daha rezilâne bir baskı düzeni var sadece.
* Savcıların yalan söyleme özgürlüğünden başka özgürlük kalmadı bu ülkede.
* Sırf fikirlerimizden ve eleştirilerimizden dolayı bizi hapse atıp yargılamak bu ülkenin ve bu ülkenin yargı sisteminin utancıdır. İnsanları nedensiz yere tutuklayan, yalan dolu iddianamelerle insanları yargılayan bugünkü adalet sistemine güvenim yok. O nedenle bir talebim de yok. Vereceğiniz kararın benimle bir ilgisi olmayacak.
* John Fowles, bir romanında “dünyadaki bütün yargıçlar verdikleri kararlarla yargılanır” der. Doğru bir söz. Bütün yargıçlar kendi kararlarıyla yargılanır. Siz de kendi kararlarınızla yargılanacaksınız. Nasıl yargılanmak istiyorsanız, hakkınızda nasıl hüküm verilmesini istiyorsanız, nasıl hatırlanmak istiyorsanız öyle karar verin. Hakkında hüküm verilecek olan sizsiniz çünkü… (EA)