Allar, morlar, pembeler birbirine karışıyor. Su Yücel'in "Tılsım" sergisindeki tablolarda bezemeler o kadar canlı ki, her an hareketleneceklermiş gibi...
Ağaç kabuğuna, bahçedeki rüzgâra, akan suya, gözyaşına saklanmış, toprakta ayak izi bırakmış, geçmişte yaşayan, bir ayağı gelecekte, soframızda yeri olan sezgilerin peşinde, zamanla mekan arasında sekiyor Su Yücel.
"Tılsım" adlı sergisi için zihnini kuşatan imgeler arasında, sihirli ama rotasının kendi elinde olduğu bir yolculuğa çıkan ve nesnelerle tılsımlı bir koza oluşturduğunu anlatan Yücel; renkler, çizgiler, biçimler ve ışıklarla bir mekan kurmuş. Tılsımlı nesnelerden oluşan bu sihirli mekana dağı, denizi, güneşi, rüzgârı getirmiş, seslerini dinlemiş, hikâyelerine kulak vermiş.
Diptekini kazımak, arkadakini görmek için aylardır süren yolu ve yolculuğu sona eren Yücel, renklerle, çizgilerle döndüğü yolculuğunu, bu serüveni paylaştığı sergisini anlattı.
"Resimlerim kadar, onları yaptığım çalışma alanımı da paylaşıyorum"
Serginin teması olan "tılsım"dan başlayalım...
"Tılsım"dan çok, "anlar" dedim ben onlara. Metafizik anlamında değil aslında. Öyle anlar oluyor ki, rutin hayatınızın içinde yaşarken birden herşey değişiyor, bambaşka oluyor, dönüşüyor. Bu herşey olabilir; ummadığınız anda karşılaştığınız bir arkadaş, birden beliren bir bulut, gökyüzünün rengi ya da aniden bastıran yağmur... Bunların hepsini tılsım olarak düşünüyorum. Resim yaparken objeleri seçmek zorundayım, gerçeğin belli bir bölümü benim ilgi alanıma giriyor çünkü. O anları seçtim ve resimlere de bunları aktardım. Yaklaşık dört sene sürdü hazırlanmam. İnsanlar yüzyıllardır doğaya nasıl bakmışlar; onu kumaşlarına, tencerelerine, yastıklarına, muskalarına, nazarlıklarına, halılarına nasıl aktarmışlar... Hem estetik yönü, hem de taşıdığı anlam, sembol açısından. "Bütün bunlar nasıl aktarıldı?" sorusunun üzerine gittim. Bunu resme nasıl aktarabileceğimi düşündüm ve bu sergi çıktı ortaya.
Bezemelerin özelliği nedir?
Onları yaparken yemenilerden esinlendim. Kırka yakın bezeme var sergide. Özel kumaş üzerine yapılan baskılardan oluşuyor. Baskı kalıplarını oydum ve kumaş boyalarıyla boyadım.
Tablolarınızı atölyenizde sergiliyorsunuz. Atölye özel bir alan, onu kamusal alana çevirip başkalarıyla paylaşmak sizin için ne ifade ediyor?
Atölyeler 1950'li yıllarda insanların toplandığı bir yerdi, böyle bir gelenek vardı. İşin mutfağının görülmesi açısından bakıldığında da önemli. Atölyem İstanbul'un en kalabalık yeri olan Beyoğlu'nun merkezinde, çok kaotik bir yer. Resim yapabilmek için bütün bu kalabalığın içinden geçip kendinizi kapatmanız, sakinleşmeniz; iç huzurunuzu bulmanız gerekiyor. Boyalarım ve fırçalarımla burada bir alanım var. Sergiyi burada yapmamın sebebi de resimlerimi olduğu kadar, onları yaptığım yeri, işin mutfağını da paylaşmak. Bir ressam nasıl çalışıyor, neler yaşıyor... Bu, insanlara ilginç geliyor.
"Kadınların yaşamları renklerle sembollerde saklı"
Türkiye İnsan Hakları Vakfı gönüllüsüsünüz, Diyarbakır'da (Kadın Merkezi) KAMER işbirliğiyle kadınlarla resim çalışmalarınız oldu, Türk ve Yunanlı Kadınların Barış Girişimi kapsamında Karaburunlu kadınlarla birlikte çalıştınız. Bunlardan söz edebilir misiniz?
Winpeace adlı bir proje vardı, o projenin içinde bir çalışma yaptım. Karaburun'da Parlak, Sarpancık ve Küçük Bahçe köylerindeki kadınlarla birlikte köyün envanterini çıkardık. Onlar için her rengin, desenin bir öyküsü, anlamı var. Şalvarın üzerindeki renklerden başladık. Şalvar renkleri çarpıcı. Mesela Karaburun'da el değmemiş genç kızlar pembe, evli ve çocuklu kadınlar kırmızı, kendince yaşlı olduğunu düşünen kadınlarsa mor şalvar giyiyor. Hatta yaşlanmaya yüz tutmuş kadınlar için "kırmızısı sönmek" diye bir deyim bile var. Yani kırmızıdan mor şalvara geçme zamanı... Bu zamanlara kadınlar karar veriyor, aslında kadınların yaşamlarının dili renklerle sembollerde saklı.
Başka neler vardı?
Gelin süpürgesi... Gelinlerin baba evinden ayrılırken gelinlik giydirip de yanlarına aldıkları bir şey bu. Baba evine özlemi ve yeni evindeki bereketi simgeliyor. Aslında kadının kendi kendine yetebileceğinin sembolü. Şalvarlar, gelin süpürgeleri, keçi peynirleri, enginar tarlası, reçeller, mandalina bahçeleri, parfüm niyetine boyunlara asılan ipe dizilmiş kuru karanfiller, oduncu mendilleri... Bunların hepsini, hislerini resimle ortaya çıkardık. Sorgulamadan, sorular sorarak, ellerini boyalara daldırıp kağıtlara bastırarak başladık. Kağıda, boyaya, fırçaya dokundular, bir şeylere şekil verebileceklerini hissettiler, nesneden özneye dönüştüler. Bunlar toparlandı, sergiye dönüştü ve biz bu sergiyi Midilli'de açtık. Bu sene de Karaburun'da bu resimleri tekrar sergileyeceğiz.
"Ben köylü kadınlardan çok şey öğrendim, karşılıklı zenginleştik"
Bu çalışmaların serginize katkısı oldu mu?
Tabii, çok yardımı oldu. Bu çalışmaları "köylü kadınlara resim öğretmek" olarak görmüyorum zaten. Ben onlardan çok şey öğrendim, zenginleştim. Bu çok güzel bir paylaşımdı, karşılıklıydı. Karaburun'da, mandalina bahçesinde sergiledik, çaylar içildi, sohbetler edildi, şenlik gibiydi.
Diyarbakır'daki çalışmalarınız nasıl gerçekleşti?
Tesadüfen oldu aslında. Benim Datça'daki atölyeme Muşlu üç genç kız geldi, "Bize resim yapmayı öğretir misiniz?" dediler. Onlar bana duygularını anlattı, hislerini açığa çıkarmaya çalıştık ve bu iki ay kadar sürdü. İç dünyalarını resmetmeye uğraştık. Hepsinin içinde farklı şeyler vardı. Umutlar, hayaller... Başta hiç konuşmuyorlardı, sonradan açıldılar. Dille anlatamadıklarını resimle anlattılar. Fazla sormadan, karışmadan çalıştık. Sonradan bunu başka bir şeye dönüştürme, toparlama fikri oluştu bende. Resim, farklı bir iletişim kapısı açtı çünkü, KAMER'le birlikte çalıştık. Sonra Diyarbakır, Mardin Kızıltepe ve Batman'da devam etti. Bu çalışma yaklaşık 10 gün sürdü ve 17-60 yaş arasında 90 kadın katıldı, çok da hoşlarına gitti. Aslında bu bir belge niteliği taşıyor. Onların hayatı ayrı bir dünyanın başka tarafı gibi. Doğu'ya ilk olarak 4 yıl önce gittim. Kadınların bunca ezilmelerine rağmen, onlarda çok büyük bir güç ve kaynak olduğunu düşünüyorum. İstanbul'a kadar geldi aslında, buradan çok uzakta diye düşünmemek lazım.
KAMER'le olan bu çalışmanın sergisini geçen Kasım'da Diyarbakır Kültür Merkezi'nde açmıştık, bu sene de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde, Fransız Kültür Merkezi'nde açacağız, 20 Mart'a kadar sürecek. Kafamda gerçekleşmesini düşündüğüm başka çalışmalar da var, devamı gelecek.
"Kadın, kültür taşıyıcısıdır"
O kadınların hayatlarında neyi gördünüz?
Herşeyden önce parasızlık, yoksulluk var. Benim gözlediğim bir şey de şu, genç kızlık dönemlerinde çok ürkek ve sessizler, kendilerine güvenleri yok. Yaşlandıkça kendilerine güvenleri geliyor, doğayla daha bütünleşiyor ve isteklerini rahatça söylemeye başlıyorlar. Ama öncesinde hem çocuğa bakılacak, hem koca idare edilecek, daha kapanık bir dönem yaşıyorlar. Ben onları çocukluklarına, masallarına götürmeye çalıştım. Zorlamadan... Onlara hiçbir şey verilmemiş, birisi onlar için bir şey, güzel bir şey yapıyor. Resim, bir hediye ya da çocukluklarını vermek gibiydi, çok hoşlarına gitti. Yatak toplamak, yemek pişirmek, ütü yapmak, tarlaya gitmek, çocuğa bakmak... Bunlar onlar için rutinleşmiş, kimse bunlar için "eline sağlık" dememiş. Bu yaptıklarının önemli olduğunu resim yaparak fark ettiler. Kadın, kültür taşıyıcısıdır, mendilindeki, yazmasındaki oyasına işler; nakışında, şalvarının renginde anlatır. Onlar, resimle önemli olduklarını anladılar. Tereddüt yaşamadılar, iyi yapmak gibi bir hırsları yoktu, rahatladılar.
Babanızın şiirlerinden esinlenerek resimler yapmıştınız. Tekrar böyle bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?
Hayır, çünkü o çalışmayı babam yaşarken birlikte yaptık. Şiiri resimledik, bazen de resmi şiirledik, hepsini beraber seçtik. Onun kendi el yazısı vardı. Fikir alışverişi yapıyor, beğenmediklerimizi atıyor, sevdiklerimizi koyuyorduk. O zaman çok da güzel olmuştu ama, bir daha düşünmüyorum, onsuz olmaz çünkü. Kütüphaneye koyduk, çok da ilgi çekti. Çok güzel bir deneyimdi bizim için.
Babanız için düzenlenen Can Festivali'yle de uğraşıyorsunuz. Çalışmalar nasıl gidiyor?
Beşinci senemizi bitirdik. Küçük bir kütüphane yaptık, 30 metrekare, babamın var olan kitaplarını koyduk. Herşey kaybolabiliyor, biz geriye bir şeyler kalsın, korunsun istiyoruz. Güzel, Hasan, annem ve ben düşündük, bahçe içinde küçücük bir yer yapmak istedik. İmece usulüyle oldu hepsi. Çok insan katıldı, yardım etti. Kütüphaneyi festival boyunca açık tutabiliyoruz. Şiir üstüne bir şeyler yapmak istiyoruz. Şiir çok öksüz, bırakılmış bir şey. Şairler gelsin, araştırma yapmak isteyenler faydalansın, her sene bir şair üzerine konuşulsun... Gençler ve kadınlar da şiire merak saldı. Bir şair nasıl yaşamış, nerede oturmuş, nelerden etkilenmiş, neler okumuş, merak ediyorlar. (NS/YS)
*Su Yücel'in "Tılsım" adlı resim sergisi 5 Aralık Pazar gününe kadar Su Yücel Atölyesi, İstiklal Cad. Rumeli Han No: 88 Kat: 2 Beyoğlu adresinde görülebilir. Tel: 0212 249 63 61