“Kurtuluş’un ara sokaklarından Pera’ya doğru yaptığım ilk gece yürüyüşünü hiç unutmuyorum. Sadece gece yaşayanların görebileceği bir sürü farklı türden yaratık, dilin yetersiz tanımlamalarını aşan yüzlerce canavar sokaklarda cirit atıyor… Bazıları öyle iyi kamufle olmuş ki sadece göz göze geldiğimiz o saliselik anda tebessümünden alıkıyorum vaziyeti. Çünkü yalnızlık ve bu karanlık en önemli ortaklığımızdı. İnsanlar bizden korkuyorlardı.
“... Burası diyor, gezegenin en gözde vampir merkezi. Galaksinin dört bir yanından canlılar özgürce yaşayabildiği için buraya akın ediyor. Ancak herkesin gelebildiği bir semt değil. Şanslısın. Tatavla’mıza hoş geldin Kenan.”
1935 yılının Nisan ayında, İstanbul 3. Asliye Mahkemesi’nde görülen bir dava, basının ilgisini çekti. Benzer tehdit ya da şiddet davaları sıkça yaşansa da, tüm dikkatler davalı Kenan Çinili’ye yöneldi. Basın, onu “Erkek elbiseli kız”, “Erkek-Kız” ve “Bayan-Bay” gibi ifadelerle tanımladı. Bugünkü kavramlarla değerlendirildiğinde, Kenan Çinili trans bir erkekti. Çinili, o dönem gazetecilere verdiği bir demeçte, “Doğuşta kızım, fakat hissen erkeğim,” diyerek kimliğini ifade etti.
Kenan Çinili, resmî kayıtlara göre 1900’lerin başlarında Kurtuluş’ta ya da kadim adıyla Tatavla’da doğdu. 2025 yılına geldiğimizde ise yine Tatavla’dayız. Tatavla, tarih boyunca Rumlar, Ermeniler ve LGBTİ+’lar için sığınak olmuş bir semt. Arkadaşlarımı olası tehlikelerden görece koruyabildiği için Tatavla’nın bende bile özel bir yeri var.
LGBTİ+’ların kolektif hafızası
Bu kez bizi Tatavla’ya götüren, İrem Aydın’ın sanat yönetmenliğinde Seçil Epik ile yürütülen “Bulutların Üstünde: Yeraltı” performansı. Edebiyat ve tiyatronun kesişiminde yeni kuir dünyalar düşlemeye alan açan bu oyun-performans, “Kuir Fantezi ve Hikâye Anlatıcılığı Atölyesi”nin meyvesi. Atölye süreci boyunca üretilen metinler, tiyatro sahnesinde hayat buldu.
Jilet Sebahat, Bulut Sezer, Akış Ka, Seçil Epik ve Zeyno Erdost’un performanslarıyla sahnede olduğu performans, özellikle LGBTİ+’ların kolektif hafızasını yokluyor. İlginçtir ki, geçmişten alınan tüm referanslar bugün de geçerliliğini koruyor.
Bugün hem İstanbul hem de Türkiye genelinde LGBTİ+’lar, iktidarın ayrımcı politikaları yüzünden başka ülkelere “sığınmak” zorunda. Göç eden, hayatını kaybeden, tutuklanan tüm arkadaşlarımızı bize hatırlatan performans, bizi mekânların ve sınırların ötesinde fantastik bir yolculuğa çıkarıyor.
Oyundaki referanslar yalnızca Bulut Sezer’in canlandırdığı Kenan Çinili karakteriyle sınırlı değil. Orlando kitabı, Maçka Parkı, Tatavla’da bir ev, 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü, kuir bir dayanışma partisi ve kolluktan kaçış anları da anlatının önemli unsurları.
“Biz böcekler iyi biliriz asfaltın tadını”
Performans bu bağlamda, kuir kimliklerin varoluş mücadelesini spekülatif kurgu, fantastik öğeler ve şiirsel bir anlatıyla sahneye taşıyor. Geçmiş ile gelecek, yeraltı ile gökyüzü, gerçek ile hayal arasında oyunbozan bir yapı kurarak kuirlerin baskılar karşısındaki direnişini, kayboluş ve yeniden varoluş süreçleriyle ele alıyor. Bunu yaparken de farklı metaforlara başvuruyor. Örneğin LGBTİ+’ların birer vampir ya da böcek olması gibi. Ancak hikâye, usta bir şekilde kuirleri herhangi bir mekânda ya da zamanda sıkışmış figürler olarak ele almıyor; onları zamanda ve mekânda genişleyen birer varoluş biçimine dönüştürüyor.
Kuir kimliklerin tarih boyunca şeytanlaştırılması, dışlanması ve ölümsüz bir hafızaya sahip olmaları, performansta özellikle vampir metaforuyla iç içe geçiyor. Vampirleşen kuirler, baskılara ve dışlanmaya karşı koyarken, kendileri gibi olanlarla dayanışma içinde –bazen bir göz odada– varlığını sürdürüyor.
Performanstaki diğer karakterlerden Akış Ka, bizi böcekliğimizle; Seçil Epik ve Zeyno Erdost, başarısız aşık olma çabalarımızla; Jilet Sebahat ise öfkemizle barıştırmaya çalışıyor:
“Bulutlardan anıtlar dikiyoruz, bizi yok sayanlara inat. Denizlere günlükler yazıyoruz, tarihimizi silenlere inat. Biz böcekler iyi biliriz asfaltın tadını. Ezilsek toprağa karışır, filizlenir, ağaç oluruz. Zehirlensek panzehrimizdir, bir araya gelir kocaman oluruz. Gün gelir ayrı düşer, sonra tekrar kavuşuruz.”
Metin, kuir tarih ve hafızayı yalnızca geçmişin bir parçası olarak değil, geleceğe taşınan ve dönüşen bir miras olarak ele alıyor. Geçmişin baskıları ve bugünün mücadeleleri, şimdi bize yeni bir kapı açıyor. Performansın sonlarına doğru topluluğun birlikte var olma ve hayatta kalma stratejileri daha da belirginleşiyor ve bugünün deneyimleri ile ortaklaşıyor.
Haliyle Kenan’ın ve diğerlerinin hikâyesi yalnızca bir kişinin mücadelesi değil; bir topluluğun hafızası, direnişi ve yeniden doğuşu olarak sahnede yankılanıyor. Tatavla’dan Pera’ya bugünün mekânlarına uzanan bu anlatı, geçmişin ve geleceğin iç içe geçtiği kuir bir hafıza haritası çiziyor. (TY)