Bu buruk bekleyişle birlikte merak edilen, Harold Pinter'ın katılamayacağı bir Harold Pinter'lı edebiyat gecesi nasıl gerçekleştirileceğiydi.
Önce bazı tiyatro sanatçılarının yazarın bazı eserlerini Nobel vakfının tarihi balo salonunda okuyacağı spekülasyonları yapıldı fakat daha sonra yazar ile Londra'da bir stüdyoda bu özel gece için özel bir video program hazırlandığı dev projektörlerle gösterime sunulacağı kesinlik kazandı.
Salonu yüzlerce davetli doldurdu. Hiç kimse için o salonda Harold Pinter'ın fiziken varolmadığı önemli değil gibi görünüyorsa da herkes bir parça üzüntülü ve son derece ciddiydi. Harold Pinter hayranları yüzündeki mutlulukla birlikte hüznü okumamak imkansızdı. Yazar çağımızın en baş belası hastalıklarından birine yakalanmıştı ve Nobel in dışında en çok konuşulan konu bu lanet olası kanser hastalığıydı.
Salona girerken elimize Harold Pinter'ın tam 12 sayfalık "Sanat, Gerçekler ve Politika" başlıklı konuşması verilmişti. Meraklılar henüz gösterim başlamadan konuşmaya bir göz atmaya çalışırken kısa bir anons ile Harold Pinter'lı gecenin başladığı bildirildi.
Şimdiye kadar insanlık ve uygarlık için sömürgen iktidarlara karşı yapılmış önemli tarihi konuşmaların belki de en çarpıcısı olarak nitelendirilecek olağanüstü güzel bir konuşma dinlemeye başlandı.
Harold Pinter yüzü salondaki 3 dev ekrana yorgun, hasta ama olağanüstü dirençli ve güçlü yansımıştı. Bir koltukta oturuyor dizleri kareli küçük bir battaniye ile örtülmüş. Sesi hastalığının verdiği acıyla kırık ama güçlü.
İlk girişteki görüntüler ve sadece birkaç dakikalık ilk hitap geçtikten sonra o ana kadar orada olmadığı ya da sadece ekranda bir görüntüden ibaret olduğu bariz bir şekilde hissedilen yazarın keskin ses tonu, teatral hitap tarzı ile derinleşmiş ve en minik noktalamalarına kadar etkileyici konuşması, herkesi sarıyor.
Harold Pinter sanki bize ekrandan seslenmiyor. Karşımızda duruyor ve bizim gözlerimizin ta içine bakıyor. Salonda çıt yok! En ufak bir kımıldanış bir hareket yok! Bütün kafalar ekrana odaklanmış herkes nerdeyse soluğunu tutmuş onu dinliyor.
Konuşmanın çıkış noktası "Gerçekler"di. Yazar Pinter'a göre "Gerçek" ile "Gerçek Olmayan/ Yalan/ Sahte Olan" arasındaki sınırlar çok keskin değildi ama yurttaş Pinter'a göre "Doğru" ve "Yalan" arasındaki çizgiler çok derin açık ve netti. Yazarın ilk bölümdeki konuşması ABD'nin dünya üzerindeki egemen politikası ve özellikle Irak işgaline yoğunlaşmıştı.
Konuşma tıpkı yazarın oyunlarındaki gibi soru işaretleriyle dolu şüpheli bir başlangıç kara mizahi bir vurgulamayla dinleyiciyi yakaladı.
Bağdat'daki Ebu Garip hapishanesindeki işkencelere ilişkin eleştirisi unutulmayacak kadar keskin ve önemli bir cümleydi. Yazar alaycı bir tavırla; "Unutulmamalı ki işkence insanı çok çabuk sıkıyor. E tabii işkence yapmaya devam edebilmek için insanın şakalaşmaya ihtiyacı oluyor..."
Yazar konuşmaya devam ediyor. ABD'nin, Amerikalıların dünyaya bakışı daha doğrusu nasıl bakamayışı irdeliyor. Konuşma Amerikanın dünyayı El-Kaide'nin Irak'taki varlığına ilişkin yalanı ile nasıl dünyayı kandırmaya, terörize etmeye devam ettiğine işaret ediyor. Diktatörlere işaret ediyor. ABD'nin Nikaragua da Somoza'yı 40 yıl boyunca nasıl desteklediğini belirtirken gene bir cümle bir çok kişinin aklına takılı kalıyor: "Amerika ikinci dünya savaşından bu yana bütün sağ diktatörlükleri desteklediği dünyanın her köşesinde aşırı sağ diktatörlükleri kendi elleriyle kurdu"
Pinter, "Amerika ikinci dünya savaşından sonra kurduğu ve desteklediği ülkeleri derken şunları kastediyorum" diye devam ediyor ve saymaya başlıyor "Yunanistan, Uruguay, Brezilya, Paraguay, Haiti, Türkiye, Filipinler, Guatemala, El Salvador ve Şili tabii ki..."
Harold Pinter konuşmasını sürdürüyor. Özellikle Şili'yi anlatıyor ve sonra saydığı sağ askeri diktatörlüklerle birlikte Amerika'nın bütün dünyada aynı oyunu hiç utanmadan sahneye koymaktan vazgeçmediğini belirtiyor.
Yüz binlere varan ölümleri, iki kolu birden kopan ve ailesiz kalan Iraklı bir çocuğu, Guantanama Bay Hapishanesi'ndeki işkenceleri, Ortadoğu'yu, Uzakdoğu'yu, Latin Amerika'yı, savaşı ve gereksizliğini, açlığı, ölümü, nükleer santralleri, savaş planlarını, küçücük çocukları ve kadınları anlatıyor.
2 milyon insanın kadın ve çocukların hapishanelerde işkence altında yaşadığını vurguluyor ve Bush ve Blair'e keskin ve alaycı eleştirilerini yöneltmekten hiç kaçınmıyor: "Bush yönetime yeni geldiği günlerde çok aptaldı.Bir parça daha zekileşmiş görünüyor yalanlarını daha da sofistike sunmaya çalışıyor bize ama nafile..."
Yazar Harold Pinter ile yurttaş Harold Pinter bu hitap da sık sık yer değiştiriyor ama birbirini tamamlayarak.
Harold Pinter bir yazar ve entelektüel olarak ne kadar çok yalan ile doğru arasındaki çelişkili ilişkiyi vurguluyorsa vatandaş Harold Pinter o kadar yalan ve doğru arasındaki çizgiyi alabildiğine keskince ortaya koyuyor.
Konuşma da Pablo Neruda'nın "Espana en el corazon" şiiri ile sürüyor ve ardından insanlığın son 50 yılda geçirdiği ve her gün bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da zorla ortağı olduğu bir ölüm öldürme sürecinin gerçeklerini anlatıyor.
Konuşmanın sonunda da kendine ait "Ölüm" adını verdiği şiirini okuyor yazar Harold Pinter. Şiirin tamamı bir şairin duyarlılığıyla çevrilmeli. O yüzden okuyucular bağışlasın ben sadece bir iki satırını size aktarabileceğim bu yazıda.
Nerde bulundu bu ölü vücut
Kim buldu bu ölü vücudu
Bu ölü vücut nerede ölmüştü bulunduğunda
Nasıl bulundu bu ölü vücut
Harold Pinter, 10 Aralık gecesi Stockholm Belediye Binasının Mavi Salonu'ndaki Nobel davetine katılamayacak. Bu konuşması da orda bir daha dinlenmeyecek. Onun adına İsveç'in ileri gelen yazarlarından Per Westberg Nobel ödülünü teslim alacak. Stockholm'e bütün Nobel davetlileri ve ödül sahipleri geldi. Stockholm dondurucu bir soğuğun içinde sıcacık ama bir parça hüzünlü bir Nobel keyfi yaşıyor.
Yurttaş Harold Pinter insanın değerini ve vatandaşlık görevlerimizi bir kez daha bize hatırlattı konuşmasını bitirirken yazar Harold Pinter ise aramızda dolaşıyor burada. Bu soğuk, karanlık buz gibi esen rüzgarlara karşı hiç sönmeyen güçlü bir meşale gibi sımsıcak.(SN/KÖ)