Futbol, popüler bir ilginin -bir yanıyla yaşamın tüm alanlarına sirayet eden az buçuk mütecaviz bir- nesnesidir çoğunlukla çağımızda. Öyle ki Can Kozanoğlu, futbola olan olağandışı ilgisine karşın, kendini "Herkesin 'bi beş dakka' futbolsuz kalabilme hakkı var" demekten alamamıştır zamanında Milliyet’in Popüler Kültür ekinde.
Bütün bu yaygınlığına ve yayılmacılığına karşın "futbol tartışmaları"nın ortaya "bir şey" çıkardığını söylemek oldukça güç. Yine de konuyla ilgili gündelik ve popüler kaygılarla yazılmamış ya da akademik olsun yarı-akademik olsun çalışmalar olduğu da inkar edilemez. Akademik ya da popüler bizlerin futbol ile ilişkisi üzerine yapılan hemen hemen tüm çalışmalar iki metne gönderme yaparak başlarlar.
Bunlardan ilki Kaşgarlı Mahmûd’un "Dîvân-ı Lügâti’t-Türk"ündeki "tepük" maddesidir. Besim Atalay çevirisinde -bilmeyenler için belirtelim sözlükte açıklamalar Arapçadır- madde şu biçimde Türkçeye çevrilmiştir: "tepük: Kurşun eritilerek iğ ağırşağı şeklinde dökülür, üzerine keçi kılı veya başka bir şey sarılır, çocuklar bunu teperek oynarlar."
İkinci metni ise Avni Özgürel, 29 Haziran günü köşesinde andı. Özgürel, İsmail Hakkı Konyalı’nın Tarih Hazinesi dergisinde yazdığı bir makaleye göndermede bulunup "Hatay-name" adlı yazmaya dayanarak futbolun Anadolu, Hatay kökenli olduğu bilgisini paylaştı okurlarıyla. Özgürel’e göre "Hatay her dönemde Anadolu’nun diğer bölgelerinden farklı bir kültür dokusuna sahip olduğu için yazılarlara inanmamak elde değil. Malum, tarihte ilk karbon kâğıt kullanan, asırlar önce her evde çoğaltılmış takvimin bulunduğu yerdir Hatay..."
Öncelikle şunu belirterek başlamak isterim: Yazmanın bir de Süleymaniye nüshası olduğunu bilmiyordum, öğrenmiş oldum. Ama, evet aması var...
Hıtây, Çin...
Elbette temeli yanlış atınca kurulan dünya da az biraz tuhaf oluyor. Yaygın olarak gönderme yapılan bu ikinci metin aslında Seyyid Ali Ekber’in "Hıtây-nâme" olarak bilinen yapıtıdır, eserin adı "Hatây-nâme" olarak da yeni yazıya aktarılabilir. Buradaki Hıtây/Hatây kabaca Çin olarak çevirebilir bugünün Türkçesine ki kimi Türk dillerinde bu anlama gelir hâlâ.
Türkler ve spor konulu herhangi bir yayında karşımıza çıkacak alıntı şu biçimdedir: “Ve top oyunun Hıtây’da güzeller işidir. Ve dahi harâbâtîler çok oynar. Ve sığır kursağından top düzmüşler ve mahbub ve mahbubeler durdurmuşlar. Ve topu ayaklarıyla ururlar. Şöyle ki elini ol topa değdirmeye ve ol topu yere düşürmeye ve nazik ayak ucuyla dürde, saklarla ve usulsüz vurmak ve yere düşmek ve daireden taşra çıkmak vâki olmaz.”
Aslında Özgürel’in düştüğü "yanlış" yalnızca bir "yanlış anlama" sorunu gibi görünmüyor. Örtük olarak Anadolu’ya, bizim buralara dayandırma eğilimi ile malül bir yaklaşım bu. Zaman zaman gündeme gelen ama pek fazla kişinin de dert edinmediği bir yaklaşım.
"Beysbol da Anadolu'dan çıkma!"
2000’li yılların başında Amerikalıların beysbolunun de Anadolu’dan, Şırnak’tan gitme olduğu ileri sürülmüştü. Bölgenin "geleneksel" sporu "gohçek" rivayete göre bir Ermeni göçmen tarafından götürülmüş ve bugünkü biçimini almış Birleşik Devletler’de. Şırnak dini ve bilimsel metinlere göre Nuh tufanından sonra kurulan ilk yerleşim birimi olduğundan beysbol da gohçekten bugünkü haline dönüştürülmüşmüş. Niyet belliydi de karışık bir durum sözkonusuydu yine de: Oyunu götüren Ermeni, oynandığı yer Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı bir yer, memleket Türkiye. Ermeni diasporasının soykırım iddialarını gohçek ile zenginleştirmesini, Kürt ulusal hareketinin kendini gohçek ile cisimleştirmesini ya da açıklamayı yapanlardan biri kapı gibi tarih tezini de arkasına alan Gençlik ve Spor İl Müdürü olunca ata sporu olarak kayda geçmesini bekleyebiliriz.
Yanlış anımsamıyorsam 2001 yılında ortaya çıkmıştı bu hadise ilk, müdürlüğün noktasına virgülüne dokunmadığımız açıklaması anlaşılması güç ama oldukça manidardı: "Fakat Batı bir çok kültürü elimizden alıp sahiplendikleri bir çok oyun ve bilim değerlerimizde olduğu gibi, Mezopotamya kültürü içinde yer alan bu oyunun gerçek sahipleri bu bölgede yaşayan insanlardır. Oyunu A.B.D.’ye bir Ermeni vatandaşımızın götürüp onlara sevdirdikleri söylenmektedir. Tıpkı Hindistanlı kölelerin oynadıkları Bedminton oyununu İngiliz sarayında oynayıp buradan tüm dünyaya yayıldığı gibi."
Türklerin gittikleri yerlere götürdükleri tarım, madencilik, hayvan besleme gibi faaliyetler ya da yerli halkın yaşantılarına kazandırdıkları yenilikler hepimizce malum artık. Ama yetmez, uygarlığın her alanında olduğu gibi sporda da biz öncü olmalıyız, en olmadı bizim buralar olmalı nasıl olsa en yerli biz olduğumuz için. Bir değnek bir topumsu ile oyun oynayan kaç tane halk vardır ki şu dünyada.
"Herkesin ‘bi beş dakka’ futbolsuz kalabilme hakkı var"
2001 yılı bu bakımda bereketli bir yıldı. Tuncer Gülensoy da "Divan-ü Lügati’t Türk", "Hıtay-Name" ve "Tarih-i Timur" adlı eserleri kanıt göstererek futbolun Türklerin ata sporu olduğunu, -yine- İngilizlerin Hindistan’ı işgalinden sonra Avrupa’ya taşınıp yeni biçimler alarak dünyaya yayıldığını ileri sürmüştü. Gülensoy’un TDK yayınlarından çıkan Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü başlıklı çalışmasındaki üslubu düşünülecek olursa şaşılacak bir durum yok ortada. Memleket insanının futbolla yatıp futbolla kalkması doğalmış; tarihimizde, kanımızda var...
Nasıl başlamıştık: "Herkesin ‘bi beş dakka’ futbolsuz kalabilme hakkı var." Devam edelim: "Ve herkes futbolla ilgilenmek zorunda değil!" (BK/NZ)