Anlaşılan hızlarını alamamış olmalılar ki, bu kez bir muhtıra yayınladılar ve Ne mutlu Türküm diyene! anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyetinin düşmanıdır ve öyle kalacaktır. demeye kadar vardırdılar.
Elbette burada düşman olarak kastedilenler kendilerini biliyorlar.
O sözü ilk kez ilkokula başladığımda her sabah bize okutturulan Türküm, doğruyum, çalışkanımla başlayıp varlığım Türk varlığına armağan olsunla biten bir ayinle birlikte öğrenmiştim.
Şahsen kendimi de hiçbir zaman o ifadelerle özdeşleştirip mutlu olmadım. Çevremde Türk olarak tanıdığım herkes mutsuz olabiliyordu ve bunu da hiçbir zaman Türklükle ilişkilendirmiyorlardı.
Bir yarışmada ödül alıp bununla övünebilirsiniz.
Bir bilimsel başarınızla övünebilirsiniz.
Hatta askeri alanda gösterdiğiniz bir başarıdan dolayı da övünebilirsiniz.
Ama tamamen sizin dışınızda ortaya çıkan ulusal kimliğiniz bir gurur nedeni olmayacağı gibi bir utanç nedeni de olamaz.
Eğer Türk olmak gerçekten bir gurur kaynağı olarak ifade edilmek isteniyorduysa
Bir Türk yazarının dünyanın en saygın edebiyat ödülüne layık bulunmasıyla övünmek yerine bunu bir ulusal hezimet gibi karşılamak nedendi acaba?
Orhan Pamuk, bırakın bir Türk olarak mutlu olmayı, doğup büyüdüğü ülkesinde güvenle yaşamak mutluluğuna bile sahip değildir.
Hrant Dinki öldürtenler, onu bir düşman olarak algıladılar ve bir çocuğun eline silah vererek ona bir vatandaşlık görevi yerine getirterek hep birlikte mutlu olmalarını sağladılar.
12 Eylül askeri dikta rejimi döneminde işkence gören, hapse atılan, ülkesinden kaçan veya bütün hayatları birer eziyete dönüşen aydınların ve gençlerin yaşadıklarını Türküm diyerek mutluluğa dönüştürmeleri beklenebilir mi?
Binlerce faili meçhul cinayetin yaşandığı, milyonlarca Kürt yurttaşın yerinden edilip açlık ve sefalete sürüklendiği bir yerde Ne mutlu Türküm diyene! demek mutsuzlukları önleyebiliyor mu?
Dünyanın hiçbir mutsuz insanının Keşke annem bir Türk olsaydı! diyerek Türk olmamaktan doğan mutsuzluğunun nedenini açıkladığına da tanık olmadık.
Bu sözü hiçbir zaman veciz bir söz olarak kendimi ifade edecek bir söz gibi düşünmedim. Daha çok bir tür ödev gibi algıladım; sonunda da bunun aslında ırkçı ve ayrımcı bir yaptırım olduğunu fark ettim.
Türkiyenin bütün dağlarına ve tepelerine, kışlalarına, resmi-özel daire ve bütün okullarına, kurslarına, dersliklerine ve Kıbrıs dâhil ulaşabildikleri her yere Ne mutlu Türküm diyene! yazdırdılar.
Ama bunu bir tür resmi görev tanımı olarak değerlendirdiler ve bir türlü mutlu olamadılar.
Bu ülkenin bütün yurttaşları Türk soyundan gelmek ve Türk anne babadan doğmak zorunda değildir.
Dünyayı sadece dost ve düşmanlardan ibaret gören bir anlayışa sahip olan Genelkurmay Başkanlığı aslında bütün yurttaşlarının güvenliklerinden sorumludur ve etnik aidiyetleri resmi kimlik tanımına uymadığı için bazı yurttaşlarını düşman ilan etmiştir.
Ama güvenli yaşamak için, bir tehdit olarak Ne mutlu Türküm diyene! şartı ileri sürülmektedir.
Şahsen kalkıp da bir aklanma duygusu ile kendimi aman ben düşman değilim demek zorunda hissetmiyorum. Ayrıca bütün bu yaşadıklarımızdan dolayı da, diğer normal ve sağduyu sahibi insanlar gibi ben de kendimi bu bağlamda mutlu hissettiğimi söylemiyorum.
Bizi düşman olarak algılıyorlarsa, zaten ne yapmayı tasarladıklarını da planlamışlardır.
Düşman olarak algılanan insanlar ya toplanıp bir esir kampına kapatılırlar, ya da yok edilerek zararsız hale getirilirler. (ÜF/BA)