Düş ile gerçek arasında gidip gelerek ısınan anlatısını, sık sık sokup çıkardığı denizde serinleten Faruk Duman, duru ve derin bir ilişki kuruyor dille. Ama aynı zamanda, gösterirken gizleyen bir şairinkine de benziyor Pirideki dili. Konuşmak tükenmekten farksızdır! diyen Dumanla, sesli okunduğunda lezzeti daha da artan romanı üzerine yazıştık:
Öykülerden sonra gelen ilk roman Piri. Dönüşü olmayan bir merhale mi bu değişiklik, yoksa öyküler de devam edecek mi?
Romana bir menzil demeli belki. Ya da bir han. Yazarın kendine hitabıyla başlayan bir yazı bu. Piri, yazarının kendini eğlendirmek için yazdığı bir yol romanı. İlk sözcük, eğlen, yazıya başlama emri bir bakıma. Bir pusula. Ama eski bu pusula da sonunda ölüm düşüncesine götürüyor yazarı. Böylece, bir yazının ömrü de bir insanın ömrü gibi ölüme dönüşen bir eğlence oluveriyor.
Her neyse, sonuç olarak ilk üç öykü kitabımın bağlamlarından uzaklaşmak istedim biraz. Yazı böyle bir biçim gerektirdiği için bir roman oldu. Yani şu: Yeni öykü dosyamı da tamamlamak üzereyim
Roman zamanını tarihi bir kesite oturtmanızda, doğuyu masallar diyarı klişesine mahkum eden oryantalist görüşün etkili olmadığı kanaatindeyim. Roman zamanını belirlerken kaygılarınız nelerdi?
Bu bence çok yerinde bir gözlem. Şimdi ben Piriye tarihsel roman demem, diyenlerin de sanırım içleri pek rahat etmeyecek. Benim oluşturduğum dil, her şeyden önce bana yazmayı kolaylaştıran bir dildir.
Elbette bununla kolay yazdığımı söylemiyorum ama, kendi yöntemlerini geliştirmiş bir yazarın, eline kalemi aldığında, başına neler geleceğini bilmesi gerekir diye düşünüyorum. Böylece zamanın seçimi, bir bakıma biçime uygun içeriğin de seçimi anlamına gelir. Yani burada verili yöntemlerin aksi yönde bir davranış söz konusu.
Romanın bir bölümünde, Hz. Yunusun hikayesinin anlatıldığı bölümde, eski zamanların hikayelerinin bize bütünüyle ulaşamayacağı söyleniyor. Bu yüzden biz tutup bu hikayeleri anlatmaya kalktığımızda eksikliklerle karşılaşırız. Eski zaman, eksiktir. Böylece durum tersine döner ve elinize kalemi aldığınızda, nelerle karşılaşacağınızı bilemezsiniz. Ve bu bilgisizlik artık sizin yönteminiz olur.
Bu anlamda eski zaman, (ki aynı şeyi bir başka yazar çağdaş zamanlara dayanarak da yapabilir elbette) benim oluşturmak istediğim anlatıya, kurmak istediğim cümlelerin ruhuna, seslerin ağırlığına ve duyguların belirlenmemişliğine uygun düşmüştür.
Okuru, adeta üzerine deniz suyu serpilmişçesine ferahlatan bir roman Piri. Anlatıyı sarmalayan deniz, insanı sarmalayan dilin alegorisi midir romanda?
Yazar, o serüveni, elde kalem yaşadığını anlatmalı mı? Galiba bu pek mümkün de değil. O zaman yazdıklarına tam anlamıyla hakim bir yazardan söz etmek gerekirdi ki, bu bence dile de aykırı, yazınsal süreçlere de.
Elbette, her okur gibi yazarın da metinle bir ilişkisi vardır ve bu ilişki eninde sonunda bireysel bir ilişkidir. Yani imgeler okurda nasıl okura has serüvenler yaşıyorsa yazarda da yazara has serüvenler yaşar. Bu anlamda muhtemelen Piri hakkında hiçbir okurla aynı görüşte olamayacağımı biliyorum.
Yine de sıkı okurun buna benzer çıkarımlarda bulunacağını biliyordum elbette: Denizi dilin alegorisi olarak görebiliriz. Dille ve geleneksel metinlerle kurduğum ilişki yazımı nasıl olsa buraya çıkaracaktı, bu dil adasına.
Piri, aslında anlatır göründüğü hiçbir şeyi anlatmayan bir roman, bununla modern yapıtlarla akrabalığı kurulabilir. Böylece Osmanlı paşası Yusufun gemisinin yalnızca bir gemi olarak görülmesi de o gemiyi dalgaların içinde yükseltip alçaltan dile haksızlık olur.
Ama başta da değindiğiniz gibi, oryantalist bir roman olsaydı bu, gemi yalnızca gemi olurdu. Piri de Piri Reis
Hissettiren, sezdiren bir dil kurmaya çalışmışsınız zaman zaman. Ve romanın bir yerinde Hikaye, kendini saklar diyorsunuz. Bu bağlamda, söz ve kuşkusuz şiir ile ilişkinizi tarif eder misiniz?
Ben şiir yazmadım hiç. Zaman zaman öykülerimdeki dilin şiir diline yakınlığı vurgulanır. Ama bunu öyküye bakışımla açıklarım ben. Öykülerimde sözü azaltmaya, kendi özgün cümlelerimin ardında koşmaya çalıştım. Yoğun, imge yüklü ama şiir olmayan, şiire uzak bir öykü dili kurmaya çabaladım. Bunun benim metinlerime epey katkısı oldu, bunu görebiliyorum.
Yine de hikayenin kendini saklamasının bu dille ilgisi olmadığını düşünüyorum. Metinde yaratılmış bilinçli boşluklar var ve genel olarak bir yazının bu boşluklarla beslendiğini düşünüyorum ben. Eksiği tamamlamayan okur, hazırcı okurdur. Eksikler oluşturmayan yazar da öyledir.
Bize asıl hikayeyi, saklanmış hikayeyi sezdiren dil. Günlük yaşamımızda da böyle değil midir? Bizi un ufak eden sistem, kendini bütünüyle ne zaman anlatmış? (EP/BB)
PİRİ
Kayıp Denizler Üzerine Bir Anımsama
Roman
FARUK DUMAN
Can Yayınları 2003
Faruk Dumanın öykü kitapları:
Seslerde Başka Sesler, Can Yayınları
Av Dönüşleri, Can Yayınları
Nar Kitabı, Can Yayınları