Türkiye'ye gelen Müslümanlar, geniş ölçüde Türklüğün hâkim olduğu bir toplumsal ve psikolojik çevre buldular. Bu ise kendileri için yepyeni bir şeydi. Kendilerine biçilen bu yeni kimliğe uyum göstermeleri oldukça sorunlu oldu. 1934 'teki soyadı kanunuyla birlikte mübadillerin edindikleri soyadları bu zorlu süreci yansıtmaktadır. Mübadil ailelerinin soyadları yerlilere mesaj iletme amacı taşımaktaydı: Sizin kadar Türk'üz, sizin gibi buralıyız, sizin kadar Türklüğe bağlıyız ve en önemlisi, iyi, onurlu, değerli vs. insanlarız.
Müslüman toplumların çoğunda olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu'nda da bireyin kimliklendirilmesi eşmerkezli birkaç daire şeklinde yapılır. "Millet" sistemi gereğince, kişi önce bir dini gruba aittir. Bu aidiyet, 19. yüzyılın başlarından itibaren etnik ve mezhepsel bir nitelik kazanma eğilimi gösterir. Dolayısıyla birey, bir grubun dışında toplumsal ve hukuki varlığa sahip olamaz.
Osmanlı toplumu, kolektif kimliklendirmeye dayalı bir toplumdur. Fakat bireyi mezhepsel bir şebekeye yerleştirmek onu kimliklendirmeye yetmez (1). Ailevi, mesleki, ideolojik ve/veya coğrafi bir dizi şebeke iç içe geçmiştir. Dolayısıyla, Osmanlı İmparatorluğu'nda bireyin sadece kendi ismi ve babasının ismi ile kimliklendirildiğini söylemek yanlış olur. ışık Tamdoğan'ın çok başarılı biçimde ispat ettiği gibi, 17. yüzyılda aşağıdaki şebekelerin bütünü Osmanlı vatandaşının kimliklendirilmesinde devreye giriyordu: (2)
Battal (lakap) Mehmet (isim) Ağa (toplumsal mevki), Serturanlı (coğrafi aidiyet) / Deli (lakap) Hüseyin (baba adı) Ağa (toplumsal mevki) oğlu (ailevi aidiyet) Ahmed (oğlun adı) Ağa (toplumsal mevki), vs.
Cumhuriyet Türkiye'si kendisini geleneksel Osmanlı toplumundan kopmuş ilan etmesine rağmen, bireylerin bu şekilde kimliklendirilmesi Türk toplumunda varlığını inkâr edilemez biçimde sürdürmüştür ve bireylerin adlandırılması sosyal, ailevi, coğrafi, mesleki ve hatta dini aidiyeti hesaba katmaktadır.
Bu makalede özel bir toplumsal tarih ve kendine has bir kadere mahkûm olmuş bir grupla ilgileneceğiz: 1923 ila 1930 yılları arasında kıta Yunanistan'ını ya da Ege adalarını terk eden ve Türkiye'nin hemen bütün batı, kuzey ve güney bölgelerinde iskân edilen Müslüman/Türk mübadilleri. Bu incelemenin özelliği, hem hukuki hem de toplumsal sonuçları beraberinde getiren iki olayın kesişim noktasında yer almasından kaynaklanmaktadır: Söz konusu olan, 1923 mecburi mübadelesi ve 1934 tarihli Soyadı Kanunu'dur. Bu makalenin ilk iki bölümü, bu iki olgunun sunumuna ayrılacaktır. Ardından, birden çok soyadı numunesi esas alınarak, soyadı seçimi mekanizmalarını ve mübadillerin durumunun özgün yanlarını göstermek gerekecek.
1923 Müslüman mübadillerine ilişkin temel ve netameli meselelerden biri, dinsel (Müslüman) aidiyete dayalı kolektif bir kimliğin, bu insan toplulukları için ancak 1923'ten sonra inşa edilen milli bir kimliğe dönüşümüdür. Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı Devleti'nin yerine geçtiği anda Anadolu'da bulunan diğer Müslüman ahalinin de aynı kimlik dönüşümünü yaşadığı da doğrudur, ama bu dönüşüm aynı hızla ve aynı şekilde gerçekleşmemiştir. Mülteciler Yunanistan'dan Anadolu'ya geldiklerinde bu dönüşüm epeyce yol almıştı. Dolayısıyla, Türkiye'ye gelen Yunanistanlı Müslümanlar, geniş ölçüde Türklüğün hâkim olduğu bir toplumsal ve psikolojik çevre buldular. Bu ise kendileri için yepyeni bir şeydi. Bu şartlar altında, kendilerine biçilen bu yeni kimliğe uyum göstermeleri daha şiddetli oldu.(3)
Özellikle Yunanistanlı Müslüman mübadiller bakımından, kimlik kayması kavramı kimlik değişiminden daha isabetli olacaktır. Gerçekten de ikinci kavram, soylarını devam ettirenler dahil olmak üzere "muhacirler bakımından pek söz konusu edilemeyecek olan kesilme ya da kopma anlamını içermektedir. Zaten bu ahali imparatorluğun Avrupa topraklarında ya da birbirini izleyen genişlemeleri takiben Yunanistan sınırları içinde yaşarken bile bir ötekilik hissi mevcuttu. Bu kişilerin Yunan kimliğine sahip oldukları ve mübadeleden sonra bunu Türk kimliğiyle değiş tokuş ettikleri söylenemez. Şüphesiz, Yunanistanlı Türklerin bugünkü Trakyalı Türklere göre daha belirsiz bir Türk kimlikleri vardı, fakat bunların Türk kimliği olmadığı hiçbir şekilde söylenemez; işte bu yüzden de "kimlik değişimi" terimi yerine "kimlik kayması" terimini tercih ediyoruz.
1934 Kanunu: Aidiyetler ve Kopmalar
1923 ila 1936 yılları arasında, Türkiye'yi her ne pahasına olursa olsun Batı Avrupa devletleri seviyesine yükseltmeyi hedefleyen Kemalistlerin ivmesiyle genç cumhuriyet, bütünsel bir hukuki yeniden yapılanma geçirir. Halk nezdinde gerçek bir tartışma ve tabandan gelen bir talep olmaksızın, reformların kelimenin tam anlamıyla yukarıdan dayatıldığı Jakoben bir devrim söz konusudur. Bu reformlar arasında, aile isimlerine ilişkin 1934 reformu önemli bir yer tutar.(4) Zira yeni bir toplum için, en azından Osmanlı toplumundan olabildiğince kopmuş bir toplum için yeni bir soyağacı yaratma söz konusuydu. Aynı kelimeden türetilen "soydaş" teriminin, tam anlamıyla, aynı aileden ve aynı ırktan olan, her halükârda aynı ataya sahip olan kişileri ifade ettiğini gözlemlemek ilgi çekicidir. Bir dilbilimciye göre, Arapça kökenli olan bu kelime günümüzde "akraba" terimiyle eşdeğerdir.(5) Oysa bu terim geniş aileye, "sülale'ye yatay aidiyet anlamını ve aile ağacına dikey aidiyet anlamını içerir; "soy sop", Türkçe "sök" ya da "söyek" teriminin tekrarından başka bir şey değildir.
Dolayısıyla yeni soyadı kanunu ikili bir aidiyet anlamı taşımaktadır. Yaşayan ama coğrafi açıdan dağılmış geniş aileye aidiyet ve aynı zamanda tarihteki soy ağacına aidiyet. Türkler bakımından ikinci görünüm özellikli görünmektedir, zira 1934 yılında her aile reisi az ya da çok bilinçli olarak bir soyadı seçme kararı almış ve bu soyadı çevredekilere bir mesaj niteliği taşımıştır. Dahası, cumhuriyetin kuruluşu Anadolu Türklerinin tarihinde bir kopma oluşturduğu için, bu kopma soyadlarının seçimine de yansımaktadır. "Yeni Türkler", soyadları yoluyla kendilerini başka Türklere karşı belli bir biçimde temsil etmekte ve belli bir aidiyet konusunda kendi kendilerini ikna etmektedirler. Başka bir deyişle, 1934 sonrasındaki soyadlarının her biri hem gösteren, hem gizleyen maskelerdir.(6)
Bir bakıma, Nicole Lapierre'in şu tespiti tersine dönmüştür: "Uzun lafın kısası, soyadı, insanın kimden doğduğunu ve nereden geldiğini söyler ve ilke olarak hiçbir kaçış yolu bırakmaksızın, bir yer tayin eder. "(7) Belirtilen durumda ise, ismin kendisi bir kaçış yoludur. Soyadı, hem kadük sayılan geçmişi görmezden gelmek için bir kaçış yoludur, hem de ulusal türdeşlik ilkesini seçen başka ulusların durumunda olduğu gibi, bir ulus inşası yöntemidir.(8)
Kanunun kabulünden 18 yıl sonra yapılmış bir incelemede, Türklerin sadece yüzde 11,,2'sinin kanundan önce de taşımakta oldukları bir aile ismini soyadı olarak seçtikleri tespit edilmiştir. Türklerin yüzde 44,2 gibi önemli bir kısmı kanundan önce de bir aile ismine sahipken yeni bir soyadı seçmişler (9) yüzde 10,5'iyse önceki aile isimlerini kısaltmayı ya da biraz değiştirmeyi tercih etmişlerdir. Nihayet Türklerin yüzde 34,2'sinin 1934'ten önce hiçbir aile ismi bulunmamaktaydı.(10)
türkiye örneğinde yukarıdaki kanunun hedeflediği ulusal birleşme ve toplumsal modernleşmeyle ilgili olarak birden çok soruna işaret etmek gerekir. Bir yandan, seçim hakkı aile reislerine tanınmış olduğu için aynı geniş aile içinde birden çok erkek farklı soyadları alabilmiş; bu ise aynı aile içinde kimliklenmenin parçalara ayrılmasına yol açmıştır.(11) Şüphesiz, Cem Behar'ın (12) çalışmaları bize, 19 ila 20. yüzyıllardaki Türk toplumunun 20. yüzyıl sonundaki ebeveyn ve çocuklardan oluşan Batılı çekirdek aile modelinden uzak olduğunu açıkça göstermektedir. Böylece, ailelerin büyük çoğunluğunda, ailenin bileşenlerinin bütününce sayılan bir reis, seçtiği soyadını bütün geniş aileye dayatabiliyordu. Bununla beraber, birbirini izleyen savaşların 1934 yılı bakımından hâlâ yakın geçmişte yer aldığını ve ailelerin coğrafi olarak dağınık ve bazen iletişimsiz halde olduklarını göz ardı etmemek gerekir. Dolayısıyla kanun ulusal birliği hedeflemekle beraber bazı durumlarda ailenin parçalanmasına da yol açabiliyordu.
Bozulan coğrafi aidiyetlerle beraber, belli bir toprak parçası üzerinde "geçmişin karanlıklarından beri" yerleşik bir aile ağacına bağlı dikey aidiyetler de bozulmaktaydı. 1920'li ve 1930'lu yılların Türk halkı, gayrimüslim unsurları koparılmış (1915, 1923, ...) bir yerli Anadolu halkına iyi kötü eklemlenmiş Balkan ve Yunanistan muhacirleri ile Kafkas muhacirlerinden oluşuyordu. Bu şartlar altında, soyadlarının gerçek coğrafya ve soyağacı aidiyetlerini yansıtmayıp yeni topraklar üzerindeki varlıklarını meşru kılma mesajlarına dönüşmesi olağan dışı değildir.
Bununla beraber, kanunun birkaç vesileyle ima ettiği gibi, soyadlarının seçiminde "aile reislerinin" sahip oldukları serbest iradeyi fazla abartmamak gerekir. 1945 nüfus sayımının gösterdiği gibi Türklerin sadece yüzde 24%'ü okuma yazma biliyordu (13) ve çoğunluk hâlâ pusulayı şaşırmış haldeydi. Bütün tanıklıklar, soyadlarını kaydetmekle görevli memurun oynadığı rolü vurgulamaktadır: Memur, elindeki soyadı dağarcığından öneriler getirir, reddeder, tavsiyelerde bulunur ve yaptığı imla yanlışları bazen nesilden nesle intikal eder, vs. Son derece sık rastlanan adaşlıklar, memurların eline tutuşturulan bu dağarcıklardan kaynaklanmaktadır.
Yakın tarihli istatistikler, çağımız Türkiye'sinde en sık rastlanan beş soyadının, tabiatın simgelediği soyut ve olumlu niteliklere gönderme yaptığına işaret etmektedirler.(14) Bunlar: Yılmaz, Kaya, Demir, Şahin ve Çelik'tir.
Gerçekten de, soyadı seçimini hızlandırmak için Türk soyadları listeleri hazırlanmıştı ve bazı milletvekilleri, saf Türk soyadları üzerinde özellikle ısrar etmişlerdi.(15)
Aynı memurların rolü, 3. madde bakımından da göze çarpmaktadır. Seçilen soyadının iğrenç ya da gülünç olup olmadığına karar verenler de onlardır. "Yabancı ırk ve milletler"e gönderme yapan soyadlarını yasakladığı için bu madde başka bir öneme de sahiptir. Gayrimüslim azınlıklar muaf tutulmakla beraber (16) Araplık ya da İslama gönderme yapan soyadları ilke olarak yasaklanmıştır. Toplum-dilbilimciler, Arapçadan ve Kuran'dan alıntılara sıklıkla rastlanan isimlere oranla soyadlarında Türkçenin fazlasıyla baskın geldiğini gözlemlemişlerdir.(17)
MUKAYESELİ ARAŞTIRMA: SADAKAT TEMİNATLARI, KENDİNİ AYIRT ETME İŞARETLERİ
Bu makalenin çıkış noktası, azınlıkların davranışlarını gözlemlerken beliren bir sezgiyi teyit etmektir. Kendilerini azınlık konumunda sayan gruplar gerek asimile ve tehdit ettiği varsayılan çoğunluk karşısında grubun özelliğini korumak için, gerekse aynı çoğunluğa grubun "ayniyetini" ispat etmek için esasen iki kimlik dayanağı kullanırlar. Bunlar, dil ve dindir. Toplum, hem çoğunluktan hem de azınlık grubundan kaynaklanan bir sadakat teminatı talepleri demetine göre örgütlenmiştir. Birey, hem özerkliğini korumak hem de aidiyetini kanıtlamak için ispat araçlarını kullanarak, daimi bir kimlik inşası içinde bu taleplerle oynamak durumundadır.(18)
1923 mübadilleri bakımından özel bir konumlanma ile karşı karşıyayız. Geldikleri yere göre farklı özellikler gösteren ve Türk sayıldıkları için mübadele edilerek Türkiye'ye yerleştirilen kişilerden oluşan bir grup söz konusudur. Grubun Türklüğü, özellikle Türkçeyi iyi bilmemeleri sebebiyle yerliler tarafından tartışma konusu edilmiştir. Dolayısıyla, bu kişilerin çoğu, artık yabancı unsurlar olarak görülmemek için Türklüğe aidiyet delilleri göstermek zorunda kalmışlardır. Kendini tam ve meşru bir biçimde Türk sayan, ama coğrafi kökeni sebebiyle bu niteliği inkâra uğrayan birey, buna tepki olarak psiko-sosyologların "tanıma uyumsuzluğu" (dissonance cognitive) şeklinde adlandırdıkları durumla ilişkilendirilebilecek acılı bir çatlama duygusuna kapılabilir. Burada kastedilen tanımanın (ya da bizi ilgilendiren örnekte tanınmanın) iki unsuru arasındaki uyumsuzluk olup, bunlardan biri diğerinin inkârı sonucuna götürmektedir.(19) Muhacirleri "Türk" varsayarak içine alan toplumun, onların dini ve dilsel kimliğini anlayamaması söz konusudur. Nasıl sadakat teminatı verme yöntemlerinden biri dindarlığın giderek artan bir dışavurumu olduysa, bir diğeri de 1934 kanunu tarafından, soyadlarının seçimi yoluyla sunulmuştur. Zira söz konusu olan, iradi bir işlemdir ve dolayısıyla, bir anlamda kendi kimliğinin seçimidir!
Bu sezginin gerçeği yansıttığını ispat etmek için karşılaştırmalı ve rakamlara dayalı bir inceleme yapıtık. Başlangıçta, mübadillerin soyadı seçimindeki eğilimlerini rakamlarla yansıtabilecek anlamlı bir soyadları külliyatına ulaşmak gerekti. Birkaç görüşme ve araştırma yürüttükten sonra, Lozan Mübadilleri Vakfı'nın 608 soyadından oluşan üyelerinin listesini seçtik. Bu hususta tamamen emin olunamamakla beraber, bu isimlerin tamamının mübadil ailelerine ait olduğu varsayımından hareket edilmektedir. Bu listede yer alan isimlerin bazılarının 1923 mübadili olmayıp entelektüel merak, bilimsel ilgi ya da kişisel yakınlık sebebiyle gruba üye olmaları pekâlâ mümkündür. Fakat incelenen listenin bu istisnalardan etkilenmeyecek kadar geniş olduğu kanaatindeyiz. Ardından, 1923 mübadillerinin soyadı seçiminde belli özellikler gösterdiklerini ispat etmek üzere Türk halkının bütününü temsil edebilecek bir liste bulmak gerekmiştir. Farklı boyuttaki iki listeyi tercih ettik. İlk olarak, soyadlarının sadece dilbilimsel cepheleri üzerinde inceleme yapan bir dilbilim öğrencisi tarafından tespit edilen Ankara'nın bir mahallesinin soyadı listesini alarak 131 soyadı içeren bir listeye ulaşacak şekilde tamamladık.(20)
Dilbilimsel cephelerini bir kenara atarak, bu listenin türdeş olduğuna ve özellikle yüksek miktarda mübadil içermediğine kanaat getirdik, zira böyle bir durum mukayeseyi bozabilirdi. Bu iki manzumenin ne nitelik ne de nicelik bakımından tamamen kıyaslanabilir olmadığını gözlemleyerek, mukayeseyi, Türk halkının bütününü temsil edici sayılabilecek bir isimler numunesi ile genişlettik: 2006'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görev yapan 546 milletvekilinin aile isimleri söz konusuydu ve bu vekiller, ülkenin idari bölgelerinin her yerinden, orantısal olarak seçilmişlerdi. Bu 546 soyadı arasında, seçim çevresine göre mübadil asıllıların bulunması son derece muhtemeldir. Fakat ideal-tipik bir yaklaşım çerçevesinde, buradaki mübadil oranının, mübadil ailelerinin Türk halkının bütünüyle oranına eşit olduğunu varsayıyoruz.
Kıyaslanacak listeler seçildikten sonra, bu soyadlarını dilbilimsel ya da coğrafi niteliklerine göre değil, onlara bir anlam yükleyerek sınıflandırmak gerekti. Burada da, aile reisi olan karar vericinin, anlamı benimsediği ve bu soyadını seçerken iradi bir işlem yaptığı yönündeki ideal-tipik varsayımdan hareket ediyoruz. Yukarıda, bu serbest irade hakkındaki çekincelerimizi ifade etmek ve memurun rolünü ve önceden hazırlanmış soyadı listelerinin varlığını vurgulamakla beraber, bu etmenlerin nüfusun bütünü için geçerli olması sebebiyle, mukayese üzerinde zararlı etki doğurmağı kanaatindeyiz.
Birden çok incelemede muhtelif sınıflandırma türleri zaten mevcuttur.
Örneğin, Türk soyadı sistemini incelemiş olan Robert Spencer 5 farklı sınıfı ayırt etmektedir.(21)
a) Bir meslekle ilgili olan ve özellikle -ci sonekiyle biten soyadları (Demirci, Arabacı, vs.)(22)
b) Yer adlarıyla ilgili olan ve özellikle -li sonekiyle biten soyadları (İzmirli, Egeli, vs.)
c) Tarihi şahsiyetlerle ve kahramanlarla ilgili olan ve özellikle Orta Asya Türklüğüne gönderme yapan soyadları
d) Nesne isimleri içeren soyadları (Taş, Duman, vs.)
e) Şiirsel soyadları (Deligönül, Esen-yel, vs.)
Bu sınıflandırma bize eksik gibi görünüyor, zira bir yandan dikey aidiyeti (-oğlu sonekiyle biten soyadları) dışlamaktadır ve diğer yandan, kanaatimizce, gerçek anlamda bir ulus inşası döneminin söz konusu olduğu 1934'ün konumlanması nedeniyle Türk ulusuna gönderme yapan soyadları ayrı bir sınıf oluşturmalıdır.
Çelik'in yaptığı sınıflandırma itiraza yer bırakmayacak şekilde daha tamdır. Yazar, 9 kategori ayırt ediyor:(23)
a) Meslekle ilgili soyadları
b) Yer isimleriyle ilkgili soyadları
c) Tabiatla ilgili soyadları
d) Rakam ve renklerle ilgili soyadları (24)
e) Tarihi kahramanlarla ilgili soyadları
f) Türk terimini ya da türevlerini içeren soyadları
h) " Yabancı" kökenli soyadları
i) Nazara karşı büyü içeren soyadları
İncelememize özgü olarak, başlangıçtaki hipotezi ispat etmeyi hedefleyen bir sınıflandırma oluşturduk: Mübadiller, artık "yabancı" olan coğrafi kökenlerine ve Türkçede zayıf oluşlarına rağmen, yerlilere onlar kadar Türk olduklarını ispat etmek ihtiyacı içindeydiler. Bizim sınıflandırmamız da, hiçbir kategori altında sınıflandı-rılamayan soyadlarını toplayan "diğer" kategorisinin de eklendiği 9 kategori içeriyor. Bu son "diğer" kategorisine giren soyadlarının oranının her üç listede de hemen hemen eşit olması, mukayesenin anlamlılığını ve yapılabilirliğini gösteriyor. Aynı soyadının iki ya da üç kategorinin özelliklerini bir araya getirmesi halinde, iletilen mesaj bakımından en fazla önem taşıyan kategori altında sınıflandırdık.
Örneğin "İzmirlioğlu" gibi hem dikey aidiyeti (oğlu) hem de coğrafi aidiyeti (-li) buluşturan bir soyadı, yer isimleriyle ilgili soyadları arasında sınırlandırılacaktır, zira bu coğrafi aidiyet, üçüncü kişilerin gözünde soy ağacına göre çok daha fazla anlam barındırmaktadır.
Bu incelemede mukayese amacıyla seçilen kategoriler şunlardır:
a) Dikey aidiyete işaret eden ve çoğunlukla -oğlu ya da -gil (çoğulun yerine geçer ve bir aileye aidiyeti bildirir) sonekleriyle üretilen soyadları (Ramazanoğlu, Remzigil...)
b) Soyadını seçen bireyin ya da soyun kurucusu sayılan atalarından birinin mesleğini bildiren soyadları (Marangoz, Çiftçi, ...). Meslek isminin sonuna -oğlu sonekinin eklenmesi mümkündür. Bu durumda soyadı yine de bu kategoride sınıflandırılmıştır, zira mesaj daha kuvvetlidir.
c) Olumlu ve çoğu zaman soyut değerler içeren soyadları. Yakın çevre için kuvvetli bir mesaj taşıyan ve söz konusu soyadını taşıyan bireyin iyi, güçlü, adil vs. bir kişi olduğunu gösteren soyadları söz konusudur (Dürüst, Güçlü, vs.) d) Türk ulusuna gönderme yapan soyadları-. Ya "Türk" terimini veya türevlerini ya da ulusa gönderme yapan kelimeleri (Bayrak) içeren soyadları söz konusudur. Aidiyeti ispat etmek için çoğu zaman "Türk" nitelemesine Öz ya da Asil gibi sıfatlar eklenir.
d) Türk ulusuna gönderme yapan soyadları: Ya "Türk" terimini yada türeblerini yada ulusa gönderme yapan kelimeleri (bayrak) içeren soyadları söz konusudur. Aidiyeti ispat etmek için çoğu zaman Türk nitelemesine " Öz" ya da "Asil" gibi sıfatlar eklenir.
e) Fiziksel tasvir içeren ya da görüntüyle ilişkili soyadları: Bunlar çoğu zaman, aynı ismi taşıyan kişilerden ayırt etmek için aile ağacının kurucusuna atfedilen lakabı devam ettiren soyadlarıdır. Karakaş, Sarışın, vs. gibi. Bu tasvire -oğlu sonekinin eklendiğine de tesadüf edilmektedir: Uzunoğlu. Bu halde soyadı esas mesaj kategorisinde, yani fiziksel tasvire ilişkin olanda sınıflandırılmıştır.
f) Hayvanlara gönderme yapan soyadları-. Orta Asya geleneğine uygun olarak, soyun çoğu zaman vahşi bir hayvanla özdeşleştirilmesi Türklerde son derece yaygındır. Kuvvet ve cesareti kişileştiren hayvanlar daha makbuldür: Aslan, Kartal, Şahin vs.(25)
g) Gökyüzüyle ya da atmosferik olaylarla ilişkili soyadları: Burada da, gökyüzünün gözlemlenmesinden kaynaklanan, İslam öncesi bir gelenek söz konusudur. Bu isimlerin 1934 kanunundan önce kullanılmış olması muhtemeldir. Bulut, Yıldız, Güneş, vs.
h) Tabiat ve jeolojiye gönderme yapan soyadları-. Yine İslam öncesi ve bazen animist bir gelenekten kaynaklanan kaya, maden ve değerli taş isimleri Türklerde oldukça yaygındır.(26)
i) Nihayet, soyadlarının yüzde 17-18'ini kapsayan ve sınıflandırılması sakıncalı olabilecek "diğerleri" kategorisi.
Yukarıdaki karşılaştırmalı tablo şüpheye pek yer bırakmamaktadır. 1923 mübadilleri, soyadlarının seçimi sırasında, 1934'teki Türk halkının bütününe göre değişik bir davranış biçimi benimsemişlerdir. Şüphesiz, yapılan sayısal bir karşılaştırmadır ve içerik üzerine yapılacak bir incelemeyle güçlendirilmelidir. Her ismin arkasında, aile reisinin tercihini açıklayabilecek kendine özgü bir tarih vardır. Gene de, Ankara'nın küçük bir mahallesinden gelen soyadları ile seçim bölgeleri vasıtasıyla bütün Türkiye topraklarına uzanan soyadları arasındaki oran benzerliği, Türk halkının soyadı seçimi konusundaki genel eğiliminin ana hatlarını çizmeye imkân tanımaktadır. Mübadil ailelerinin soyadlarının diğer iki gruptan bu kadar farklı oluşu, yerlilere mesaj iletme iradesini sergilemektedir: Sizin kadar Türk'üz, sizin gibi buralıyız, sizin kadar Türklüğe bağlıyız ve en önemlisi, iyi, onurlu, değerli vs. insanlarız.
Zira göze derhal çarpan, değerlerin ve olumlu niteliklerin teyit edilişi yönündeki bariz tercihtir (diğer iki grupta yüzde 22'lik bir orana mukabil, mübadil soyadlarında yaklaşık yüzde 32). Aynı şekilde, gerçek Türk olmamakla suçlanan mübadiller, vatana ve ulusa bağlılıklarını teyit etme ihtiyacını yerlilerden daha fazla hissetmektedirler (diğer iki gruptaki yüzde 6-7'lik orana mukabil muadillerde yüzde 11). Aksi istikametten bakıldığında, dikey (-oğlu) ve yer isimlerine ilişkin aidiyeti gösteren soyadları, yerli halkın yabancı saydığı bu kökeni gizlemek isterlermiş gibi, mübadillerde özellikle nadirdir.
Sonuç
Türklerde soyadı seçimi, 1920 ve 1930'lu yıllardaki politikaların hemen bütünü için geçerli olduğu gibi, temel hedefi türdeş, sınıfsız ve yabancı ulussuz bir Türk ulusunun inşası olan birden çok sürecin kesişi-minin ürünüdür. Dolayısıyla, soyadı kullanımı yakın tarihli bir olgudur ve yaşadığımız 21. yüzyılın başlarında hâlâ gelenekleşememiştir. Soyadları Almanya'da 12. yüzyıldan beri kullanılmaktadır. Alman toplumunda özellikle şehir merkezlerinde görev ve mesleklerin paylaşımı söz konusudur (Müller, Schmidt, Maier, Schneider, Fischer, vs).(27) Arap dünyasında, iktisadi hayattaki aynı tür paylaşım soyadlarına yansımaktadır: el-Haddâd (demirci), el-Hallâk (berber), el-Neccâr (dülger), el-Baytâr (veteriner) gibi soyadları, bireyin ve ailenin idari hiyerarşideki mevkiini gösteren soyadları ile beraber var olmaktadır.(28) Fransa'da da mesleklerin yanı sıra yer isimleri ve toplumda ya da asalet sınıfındaki mevkiye ilişkin soyadlarının beraberce var olduğu bir konumlanma söz konusudur.(29)
Bu örneklerle kıyaslandığında, Türkiye örneği gecikmesiyle kendini belli etmektedir. 1934 kanunundan önce birey, adaşlarından, ya geniş ailesinin ismiyle, ya fiziksel özelliğiyle, ya ikamet ettiği veya kökeninin bulunduğu yerle, ya da yetenekleriyle ayırt edilmekteydi. Oysa kanundan sonra bile soyadı hiçbir zaman sıklıkla kullanılmamıştır. Günümüzde bile, kırsal kesimde bireylerin komşularının, dostlarının, uzun süreli meslektaşlarının soyadlarını bilmesi nadirdir.(30) Buna mukabil, isme ya muhatabın yaşına göre bir akrabalık teriminin ya da erkekler için "bey" ve kadınlar için "hanım" teriminin eşlik etmesi âdettendir. Aynı yaş döneminden olmayan bir kişi için sadece ismin kullanılması son derece nadirdir ve çoğu zaman kabalık sayılır. Böylece, samimi ilişkilerde daha yaşlı kadınlar için "teyze", daha ileri yaşta genç kızlar için "abla", daha yaşlı erkekler için "amca" ve daha ileri yaştaki genç erkekler için "ağabey" veya basitleştirilmiş biçimi olan "abi", isme eşlik eder. Buna mukabil, daha yaşlı bir kişinin kendinden genç bir kişiye hitap ederken sadece ismini kullanması caizdir. Resmi ilişkilerde ismin arkasından, cinsiyete göre "bey" veya "hanım" gelir. İlginç olarak, 1930'ların ve 1940'ların yüzeysel Batılılaşma döneminde mösyöye tekabül eden "bay" ve madam'a tekabül eden "bayan" unvanları ortaya çıkmış, soyadından önce kullanılmıştı, fakat bu uygulama yerel üretimli filmlerden öteye gitmemiş ve asla yaygın uygulamaya konu olmamıştır. Başka bir deyişle, bir soyadı sahibi olmak, günümüzde bile ancak resmi belgelerde işe yarar. Uzun lafın kısası, mübadillerin soyadı seçme yoluyla ilettikleri mesajlar, başarısızlığa mahkûmdu. Yabancılıklarının silinmesi için bir nesil gerekti.(SA/EÖ/EÜ)
* Samim Akgönül'ün toplumsal Tarih dergisinin Ekim 2009 sayısında yer alan ve Emre Öktem'in çevirdiği yazısını alıntıladık.
__________________________________________________________________________
1 Bkz. Bott Elizabeth, Family and Sociat Netmork, London: Tavistock, 1971.
2 Tamdoğan-Abel Işık, "Individus et pouvoirs dans une ville ottomane au ı8e siecle" in Anastassiadou Meropi, Heyberger Bernard (ed.), Figureö anonyme&, ftigureö d'elite: pourune anatomie de l'Homo ottomanicui, İstanbul: Isis, 1999, s. 9.
3 Bu konuda bkz. Levvis Bernard, The Muttlpte IdenUtieö of the Middle Caöt, New York: Schocken Books, 1999, s. 10-12.
4 Kanunun kabulünden önceki tartışmalar İçin bkz. Tör Nükhet, "Siz Kimlerdensiniz veya Soyadlanmızın hikayesi" Türk Dili, 616, Nisan 2003, s. 399-407. Ayrıca bkz. Emiroğlu, Kudret, Suavi Aydın, Antropoloji Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları, 2003, s. 11.
5 Li Yong-Song, Türk Dillerinde Akrabalık Adları, İstanbul: Simurg, 1999, s. 49.
6 Desanti Dominique, "Masquer son nom" İn Corp& ecrit, 8, 1983, s. 95-97.
7 Lapierre Nicole, Changer de nom, Paris: Stock, 1995. s-13.
8 Gonon Anne, "Noms et changements de noms. Un aspect de la construction institutionnelle de l'identite japonaise {1868-1945)" in Genet>et>, 13, Eylül 1993, s. 54-75.
9 "İsim değişimi, bir geçiş ayininin varlığına İşaret eder. Bu değişim, kabaca, kişinin kendisini kişi olarak temsil ettiğini düşündüğü ismin türüne sahip olmak istediği ve eski isminin temsil ettiği türe artık mensup olmak istemediği anlamına gelir." Strauss Anselm, Miroin et Maique&. Une introduction â l'interactionni&me, Paris: Metailie, 1992, s. 18.
10 İncelemeyi Sait Güran yürütmüştür; aktaran: Ömür Faik, Cine vergleichende Studie über die Namengebung und Per&onennamen im Deutichen und İm Türki&chen. Liâam ü&tü tezi, Ankara: Hacettepe üniver&ite&i, '995. 9'-
11 Fındıkoğlu Ziyaeddin Fahri, İçtimaiyat, Hukuk So&yoloji6i, c. 3., İstanbul: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1958, s. 312-315.
12 Bkz. Duben Alan, Behar Cem, İ&tanbul Houieholdâ: Marriage, Family and Fertility, 1880-1340. Cambridge: Cambridge University Press, 1991.
13 Dündar Fuat, Türkiye Nü$u& Sayımlarında Azınlıklar, istanbul: Doz, 1999, s. 184
14 http://www.nvi.gov. tr/n(Ana_Sayfa_Isim_ Istatistikleri_Sun.html
15 Çelik Celalettin, Uim kültürü ve din, İstanbul: Çizgi, 2005, s. 106.
16 1930'ların Türkleştirme ortamında, özellikle kendi kendini asimile etme yönünde bir yaklaşım benimseyen Yahudi cemaatine mensup pek çok gayrimüslim, Türkçe ya da Türkçedekİ gibi telaffuz edilen soyadları seçmişlerdir. Özellikle dil açısından türdeşleştirmenin damgasını vurduğu bu yıllarda "VatandaşTürkçe Konuş" kampanyaları birbirini İzlemektedir. Yahudi cemaatinin Türkleştirici yaklaşımı hakkında bkz. Bali Rifat, Cumhuriyet yutarında Türkiye yahudileri. Bir Türkleştirme Serüveni (1923-1945), İstanbul: İletişim, 1999; Rum cemaatinin tavrı hakkında bkz. Akgönül Samim, "Les Grecs d'İstanbul dans les annees 1930" in Aekrio Kevtgou MlHpaGlOTLttÖJV Ijtouöüjv, 14, 2004, s. 203-278.
17 Çelik, age, s. 229 ve devamı.
18 Akgönül Samim, "Religions minoritaires entre ossification et dynamisme", yayınlanma safhasındadır.
19 Bkz. Poitou jean-Pierre (ed.), La di&&onance cognitive, Paris: Armand Colin, 1974.
20 Duman Derya, 2004 "A Characterîsation of Turkish Name Inventory" in International Journal ofr Sociolingulitia: Sociolingui&ticâ in Turkey, 165, 2004, s. 155-177.
21 Aktaran Çelik, age,, s. 111-112.
22 Gerhard Kos Almanya'daki soyadları üzerine yaptığı araştırmasında bu ülkedeki en yaygın 48 soyadından 2g'unun meslek işaret ettiğini bulmuştur. Kos Gerhard Namen^or&chung: Cine Cintjührung in die Onoma&tik, Tübingen: Max Niemeyer Verlag, 2002, s. 37.
23 Çelik, age. s. 113.
24 Türk soyadları arasında renklerin özel bir yeri vardır. Bunların, ifade ettikleri renklerden başka sembolik anlamları da olduğu ve sıklıkla takma İsim ya da lakap olarak kullanıldıkları gayet iyi bilinir. Bu bağlamda kara, çok esmer bir kişiyi olabileceği gibi kötü bir kişiyi de kastetebilir. Aksine, ak, beyaz tenin dışında, iyi niyetli bir kişiyi kasteder, "gök" gibi bir terimde mavi renk ululuğu, büyüklüğü de ifade edebilir. Diğer yandan renkler, temel yönleri de ifade ederler. Genellikle kara'ya kuzey yönü izafe edilir (Karadeniz), aka ise güney (Akdeniz), al ya da kızıl'a batı ve gök'e doğu anlamı yüklenir, bkz. Karadoğan Ahmet, "Türk ad biliminde Renk Kültü" in Mitli Folklor, 16/62, s. 89-
99. Ürettiğimiz sınıflandırmada, renklerden türetilmiş soyadlarını ayrı bir kategori olarak kullanmadık zira burada soyadının merkezi mesajının söz konusu olmadığını düşündük.
25 Aras'a göre Türklerdeki animist ve totemci gelenekler, yırtıcı ve vahşi hayvan isimleriyle varlığını sürdürmektedir. Aras Özgü, "Ad Koyma" in t dam An&iklopediâi, c. 1, 1998, s. 332-333.
26 Sümer'e göre bunlar, Oğuzlardaki başlıca adlandırma kaynağıdır. Sümer Faruk, Omuzlar, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, 1992, s. 283.
27 Kos, age, s. 37.
28 Câbir Nedâ El-Hüseynî, "İnsan İsimleri hakkında bir araştırma" in SÜ İlahiyat Faküitedi Dergiâi, 18, 2004, s. 201-206 aktaran: Çelik, age, s. 110.
29 Bkz. Lefebvre-Teillard Anne, Le nom. Droit et hi&toire, Paris: PUF, 1990.
30 Delaney Carol, Tohum ve Toprak, İstanbul: İletişim, 20oı, s. 202.