*Zeynep Gambetti'ye çeviri için teşekkür ederiz.
* Prof. Korur-Fincancı insan hakları açısından evrenselci amaçlara olan bağlılığı, bir tıp doktoru ve özellikle bir adli tıp uzmanı olarak yetkinliği ve deneyimine dayanıyor.
*Bu yüzden işkence hakkında uzman görüşü bildirme hakkı ve hatta sorumluluğu vardır. Bu, entelektüel üretimin sosyal gerçeklikten neşet ettiğinin ispatıdır.
Sosyolog Eric Fassin, Paris’teki Université Paris 8 ders veriyor. Fassin’in araştırmaları, Fransa ve ABD’deki güncel cinsiyet ve ırkçı politikalara ve bunların kesişim noktalarına özellikle Avrupa’daki karşılaştırmalı bir perspektiften odaklanıyor.
Fassin, “Türkiye'nin kimyasal silah kullandığı“ yönündeki iddiaların araştırılmasını söylediği için 27 Ekim'de tutuklanan Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı, Adli Tıp Uzmanı, insan hakları savunucusu Prof. Dr. Şebnem Korur-Fincancı'nın serbest bırakılmasını istedi.
TIKLAYIN-"Toplum sağlığına önem veren herkes yarın Çağlayan'da olmalı"
Türkiye'de her eleştirel düşünür, Prof. Korur-Fincancı gibi devlet tarafından terörist olarak damgalanmakla tehdit ediliyor. Bu tür suçlamaların inandırıcılığı çoktan ortadan kalkmış olmasına rağmen, neden hala bu yöntem uygulanılıyor?
Terörizm suçlaması ciddiye alınması gereken bir suçlamadır. Yakın zamanda Başkan Putin tarafından, büyük bir vahşetle işgal ettiği Ukrayna'ya karşı kullanıldı.
Profesör Fincancı'nın da çok iyi bildiği gibi, 2016'dan bu yana Cumhurbaşkanı Erdoğan bu suçlamayı akademisyenlere karşı kullanıyor. Ancak bu sadece Türkiye'ye özgü bir durum değil.
"Liberal" olduğu varsayılan rejimler de bu tür retoriklerden ari değil. Fransa'da Cumhurbaşkanı Macron 2020 yılında eleştirel akademisyenlere karşı saldırı başlattığında, dönemin Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer akademisyenleri "terörizmle entelektüel suç ortaklığı" yapmakla suçlamıştı.
Elbette biz bunun absürt olduğunu biliyoruz. Ama bu "biz" kim? Anti-entelektüel söylemler halk arasında yankı bulabiliyor. Fransa'da bile "intello" [“entel dantel” Ç.N.] çocuklar arasında bir hakaret haline geldi. Resmi retorik çok etkilidir; kamusal tartışmaları şekillendirir. Ne propagandanın gücünü ne de anti-entelektüalizmin cazibesini hafife almamak gerekir.
"Fincancı neden bahsettiğini çok iyi biliyor"
Erdoğan rejimi ülkede sürekli olarak düşmanlar yaratıyor: Kürtler, özgüven sahibi kadınlar, örgütlü emekçiler ve her daim LGBTQ bireyler. Dr. Korur-Fincancı, adli tıp doktoru olarak bu grupların duruşmalarında görev aldı ve devlet güçleri tarafından yapılan işkenceye karşı çalışma yürüttü. Devlet neden her zaman kendi halkından bir düşman yaratmaya çalışır?
Otoriter rejimler genellikle "popülist" bir retoriğe bel bağlarlar. Halk adına konuştuklarını iddia ederler. Ancak bu, eleştirel duruşa sahip olanların halka ait olmadığını söylemenin bir yoludur. Milliyetçilikleri dışlama üzerinden kurulur. Muhalif sesler "Amerikalı olmayan", "Fransız olmayan" ya da "Türk olmayan" sesler haline gelir. Bu bir "ötekileştirme" politikasıdır: tek tip ve birleşik olduğu varsayılan bir "biz" yaratmanın yolu hayali "ötekiler" yaratmaktan geçer. Entelektüellerin hedef alınmasının nedeni budur: eleştirel düşünce ulusu bölmekle suçlanır.
Profesör Fincancı'nın angajmanında hayranlık duyduğum özellik, Foucault'nun "spesifik entelektüeller" olarak adlandırdığını ete kemiğe büründürmesidir. Bu entellektüeller kendi tikel konumlarından, yani toplumda meslekleri gereği bulundukları yerden hareket ederler.
Prof. Fincancı’nın insan hakları açısından evrenselci amaçlara olan bağlılığı, bir tıp doktoru ve özellikle bir adli tıp uzmanı olarak yetkinliği ve deneyimine dayanmaktadır. Bu yüzden işkence hakkında uzman görüşü bildirme hakkı ve hatta sorumluluğu vardır. Bu, entelektüel üretimin toplumsal gerçekliğin dışında kalmadığının en açık göstergesidir. Tam tersine, yaptığı müdahalelerin çıkış noktası gerçekliktir; bu müdahalelerde soyut herhangi bir şey yoktur, çünkü hak ihlalleri gayet somuttur. O, neden bahsettiğini çok iyi biliyor.
Dr. Korur-Fincancı ve Türkiye'deki eleştirel doktorlar mültecileri destekliyor. Ancak Türkiye'de mültecilere karşı ırkçılık var. Erdoğan rejimi de mültecileri kendi amaçları için araçsallaştırıyor. Sömürgeciliğe bağlı ırkçı hareket, argümanını kendi ihtiyaçları doğrultusunda değiştirdi. Bir zamanlar Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler 'modernliklerine' rağmen sözde Türk toplumunun düşmanlarıydı. Şimdi ise mülteciler düşman, çünkü sözde geri kalmışlar ve yeterince "modern değiller". Her iki durumda da ortak bir nokta var: kendi ülkelerinde olsun ya da olmasın, diğer halklara yönelik sömürgeci bakış açısı ve politikalar devam ediyor. Mevcut ırkçı argüman, hedef alınan insanların, özellikle de mültecilerin yeterince "modern olmadığı" konusunda ısrarcı. Bunu nasıl açıklayabiliriz?
Irkçılık temelli yabancı düşmanlığı modern ulusların öz tanımlamalarıyla bağdaşmıyor gibi görünüyor. Bu yüzden tersyüz etme gereği doğuyor: "ötekilerin" geri kalmış oldukları vaaz ediliyor.
Örneğin cinsiyetçi demokrasi olarak adlandırdığım şeyin yabancı düşmanı, ırkçı, islamofobik amaçlar için kullanılması tam da budur. "Biz" "onları" reddediyoruz; "biz" ırkçı olduğumuz için değil, "ötekiler" (sözümona) cinsiyetçi ya da homofobik oldukları için. Bu, ırkçılığı demokratik siyaset kisvesi altında gizleme girişimidir: "ötekiler"in arkaik olduğu iddia edilir. Bunu ırkçılığın modern şekli olarak adlandırabiliriz. Ancak postkolonyal mantık temelde aynıdır: kültürel fark ırkçılığı açıklamaz, onun bahanesidir. Aslında önemli olan nokta, “ötekilerin” farklı olması değil, onlara farklı muamele yapılmasıdır. Irkçılar tam da bu yüzden farklılıklar üzerinde dururlar, ırkçılıklarını gerekçelendirmek için.
"Fincancı'ya destek olmak için bu söyleşiyi kabul ettim"
Siz de kendi ülkenizde islamofobiya karşı durduğunuz için saldırılara maruz kaldınız. Bugün Profesör Fincanci bizzat devlet tarafından hapiste tutuluyor. Bu iki vaka arasında paralellik görüyor musunuz?
Büyük farklılıklar var. Ben kesinlikle Prof. Fincancı'nin akıbetine uğramadım. Hapse atılmadım. Barış Akademisyenleri'nin aksine, devlet tarafından zulme uğradığımı söyleyemem. Düşmanca söylemler Fransa'da kovuşturmalara yol açmadı. Akademisyenler işten atılmıyor ya da pasaportlarından mahrum bırakılmıyor.
Birçokları gibi ben de sosyal medyada, ana akım medyada ve aşırı sağcı politikacılar tarafından iftira ve hakaretlere maruz kaldım. Ölüm tehditlerine maruz kaldım - ve ne yazık ki bu tehditlere maruz kalan tek kişi ben değilim. Hükümetin düzenlediği kampanyalar bu tür saldırılarda kullanılan sözcük dağarcığını ürettiyse de, hükümet bunları destekleyecek somut bir adım atmadı ama resmi söylemleri aracılığıyla saldırılara göz yumdu.
Birçoğumuz biraraya gelerek Le Monde'da çifte standardları kınayan bir köşe yazısı yayınladık. Bakanlar, akademisyenlere yönelik saldırıları kınamaya hazırdılar - ama aşırı sağdan gelenleri değil. Bu konuda Fransa ve Türkiye arasında bir mantık farkı olmamakla beraber, verilen tepkinin derecesi farklıdır.
Profesör Korur-Fincancı için verilen mücadele gibi dayanışma mücadelelerinde entelektüellerin rolü nedir?
Bu röportajı Profesör Fincancı'yı desteklemek için kabul ettim çünkü sessiz kalma hakkımız olmadığına kuvvetle inanıyorum. Sessizlik ya kayıtsızlık ya da korku anlamına gelecektir. Bu da baskıyı normalleştirecek ve dolayısıyla meşrulaştıracaktır. Az da olsa sesini duyurabilen bizler, mümkün olduğunca çok ses çıkarmak için her türlü çabayı göstermeliyiz. Sadece onlar için olmasa da bu, özellikle kamusal aydınlar için geçerlidir. Kamusal alanda söz söylemek, kamusal sorumluluğu da beraberinde getirir.
Dahası var. Bugün hiçbir ülke bir adacıktan ibaret değildir. Uluslararası kamuoyu var. Otoriter rejimler yurt içinde muhalefeti kontrol altında tutmaya çalışırlar; ancak yurt dışındaki eleştirileri susturamazlar. Entelektüel yaşam ve akademik çalışmalar ulusal sınırlar içine hapsedilemez. Türkiye'de insanlar, Türkiye'de olup bitenlerin dünyayı da ilgilendirdiğini bilmelidir.
Akademik dayanışma, dünyanın izliyor olduğunu hatırlatma yoludur. Türkiye'deki halklarının düşmanları olarak tasvir edilebilecek yabancılar olarak değiliz; hepimiz aynı dünyanın parçasıyız zira.
Devlet sınırlarının ötesinde yüksek sesle ve net bir şekilde duyulması gereken mesaj budur. Farklı dillerimize rağmen aynı evrensel dili konuşuyoruz. Profesör Financi insan haklarını savunuyor, "ötekilerin" insan haklarını. Hepimiz de onun insan haklarını savunmalıyız.
Ne olmuştu? |
Medya Haber'e konuşan Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Şebnem Korur-Fincancı, TSK'nın askeri operasyonlarda kimyasal silah kullandığı iddialarına ilişkin görüntüleri incelediğini belirtti: "Belli ki sinir sistemini doğrudan tutan toksik-zehirli kimyasal gazlardan biri kullanılmış durumda. Her ne kadar kullanılması yasak olsa da çatışmalarda kullanıldığını görüyoruz." Bağımsız heyetlerin bölgede inceleme yapmasının uluslararası sözleşmeler gereği zorunlu olduğunu belirten Prof. Dr. Şebnem Korur-Fincancı, "Uluslararası sözleşmelerin uygulanması ve kimyasal silahların kullanımını yasaklayan Cenevre Sözleşmesi kapsamında böyle bir iddia ortaya çıktığında nasıl bir araştırma yapılacağı da Minnesota Protokolü'nün ilkelerinin ele alınması gerekiyor" dedi. Korur-Fincancı bu açıklamalarının ardından iktidara yakın medya kuruluşlarınca hedef gösterildi. Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Savunma Bakanı Hulusi Akar da kimyasal silah iddialarını yalanlayan açıklamalar yaptı. Ardından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı hakkında "Terör Örgütü Propagandası Yapmak", "Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama" suçlamalarından soruşturma başlattığını açıkladı. Korur-Fincancı'nın soruşturma kapsamında ifade vermesi bekleniyordu. Fakat 26 Ekim'de polisin evine yaptığı baskınla gözaltına alındı ve Ankara'ya götürüldü. Şebnem Korur-Fincancı, 27 Ekim'de "örgüt propagandası" suçlamasıyla tutuklandı. |
(VHY/EMK)