Yılbaşını Taksim'de kutlayan Suriyeliler sosyal medyada uzun süre gündem oldu. Hatta #ÜlkemdeSuriyeliİstemiyorum hashtag'i Twitter'da trendtopic'ler arasında birinci sıraya yükseldi.
Mesajlar arasında Macaristan-Sırbistan sınırında ülkeye girmeye çalışan bir baba ve oğlu tekmeleyen Macaristanlı gazeteci Petra Laszlo için "Haklıymış" diyenler bile vardı.
Prof. Dr. Melek Göregenli, ayrımcılığı, boyutlarını ve nelere sebep olabileceğini bianet'e yorumladı.
Yılbaşında #ÜlkemizdeSuriyeliİstemiyoruz hashtag'i uzun süre trend topic'te ilk sıralarda yer aldı. 'Rahatsızlık' adı altındaki tepkiler kesilmedi. Psiko sosyolojik açıdan bu ne anlama geliyor?
Türkiye'nin farklı bölgelerinde, uzun zamandır, "Suriyeliler"e yönelik farklı biçim ve yaygınlıkta ayrımcılıktan kaynaklanan şiddet hareketleri gözleniyor, bu hiç yeni değil.
"Şiddet için ilk adım atılmış oluyor"
"Suriyeliler" etiketini özellikle kullanıyorum çünkü bu etiket oluştuğu andan itibaren ayrımcılık ve şiddet için ilk adım atılmış oluyor:
Bir dış grup tarif ediliyor, bizden olmayan ve bize zarar verme tehlikesi taşıyan bir dışgrup, moda tabiriyle bir "ötekiler" grubu. "ÜlkemizdeSuriyeliİstemiyoruz" hashtag'inde vurgulanan da bu tam olarak: Bu ülke bizim. Bu ifadeyi benimseyip yaygınlaştıranlar, sosyal psikolojide, "sahte sözbirliği etkisi" dediğimiz bir tür algı yönetimi oluşturuyorlar, "biz" çoğunluğuz, buralıyız, haklıyız, böyle düşünüyoruz; bir tür demokratiklik, çoğunlukçuluk iddiası yaratılıyor önce sonra bunun içi dolduruluyor.
"Bizden daha iyi durumdalar"; "Devlet onları kendi vatandaşından daha çok kolluyor"; "Bizim asker onların ülkesinde savaşırken onlar burada göbek atıyor" vb.
Oysa olması gereken ne? Bütün "ötekiler" in de olması gerektiği gibi, mazlum, mağdur, zavallı ve zor durumda olmaları gerekiyor ki "burada" olmaları, "bizimle birlikte" yaşama ayrıcalıkları, lütufkar yaklaşımımız meşru olabilsin.
Suriyelilerle ilgili ayrımcılık konusunda yaptığımız çalışmalardan birinde bir kadın, Suriyeli bir kadın komşusuna yardım ettiğini ama onun bu yardımları, kuaförde harcadığını söylemişti. Baştan beri bu konuda üretilen sözün içeriğine baktığımızda açık olarak şu fikirleri görüyoruz:
"Bir insan doğduğu ekmeğini yediği yeri terk etmez. Suriye'de yaşanan şeyler burada yaşansa ben vatanımı terk etmem burada yaşarım, savaşırım"; "Başlangıçta biz onlara yardım amaçlı yaklaştık ama o yardımlar suiistimal edildi bence. Kendi açımdan söyleyeyim, dokuz on kişi bir evde yaşayıp da kendilerinin çok güzel yiyip içmesine rağmen; çolunu çocuğu rezil etmeleri ayakları yalınayak ortalığa salmaları gibi davranışları yüzünden geri çekildik.''
''Vallahi nasıl diyeyim empati kurmak lazım ama hani sıkıntıyı biz halk yaşıyoruz diye onlardan uzaklaşıyoruz. Duyuyorum insanlardan inşaat işçileri olsun ya da başka sektörlerdeki insanlar bunlar yüzünden işsizler."
Örnekler çoğaltılabilir. Bu yaklaşımlar, ayrımcılığın, ırkçılığın sembolik yeni biçimleri olarak ortaya çıkıyor, "Pis Suriyeliler" değil, "aslında hiç de zor durumda olmayan bu nedenle de burada olması gerekmeyen...Suriyeliler".
"Ayrımcılık meşrulaştırılıyor"
Bu bakış açısı, ayrımcılığı meşrulaştırıyor hatta ayrımcılık olmaktan çıkarıyor, sosyal medyada yer alan doğruluğu asla kanıtlanamayacak pek çok iddia da bu yaklaşımların kanıtlanması için kullanılıyor:
Yüksek yardımlar aldıkları, vatandaş yapıldıkları, iktidarın oy deposu olarak görüldükleri, saldırgan vb. olumsuz karakter özelliklerine sahip oldukları, yani aslında "hiç de zor durumda olmadıkları" vb. Sadece Suriyelilere yönelik olarak değil, ayrımcılığa uğrayan bütün gruplara yönelik olarak, "dezavantajlılığın inkarı" olarak ortaya çıkan bu yaklaşımlar vardır, aksi durumda ırkçılık bu kadar yaygın olamazdı; kimse aynaya bakıp "Ne kadar da ırkçıyım" diyerek hayatına devam edemez.
Bir toplumsal bağlamda herkes için koşullar ağırlaştıkça, eşitsizlik adaletsizlik yoksulluk artıkça, günah keçilerine ihtiyaç oluşur, gerçek sebeplerden toplumu uzaklaştıran ve hatta öfkesini yönelterek bir tür adaletin gerçekleştiği duygusu yaşayacağı "bizden olmayan tehlikeli yabancılar" a yönelecek güçlü bir nefret, esas vatandaşı bir arada tutmak için kullanışlıdır.
Irkçılığın, ayrımcılığın bu kadar yaygınlaşabilmesi kuşkusuz, doğru bilgilerin paylaşılmasında üzerine düşeni yeterince yapmayan, kendisi de bu dili ve yaklaşımı toplumu oluşturan farklı kesimlere karşı neredeyse mutad bir siyaset dili haline getirmiş olan iktidarın da sorumluluğu.
"Pogrom zemini Türkiye ve benzer ülkelerde var"
Türkiye pogromu yaşatan ama sonrasında unutan, hiç olmamış gibi yapan bir yapıya sahip. Sosyal medyada farklı düşünenlere yönelik olarak kullanılan 'rahatsızlık' kelimesi pogrom tehlikesine giden bir zemin hazırlayabilir mi?
Türkiye'de ve benzer koşulların oluştuğu her ülkede bu zemin vardır. Yukarıda söz ettiğim ayrımcılık davranışlarına yol açan zihniyet yapısının oluşumu, toplumda varolan gerçek hiyerarşilerden ve eşitsizliklerden kaynaklanır, onların bir yansımasıdır.
Bazen Kürtlere, bazen Ermenilere, her zaman yoksullara yönelik bu "tehdit" algısı, iktidarların sistemi sürdürmek için ihtiyaç duydukları meşrulaştırıcı mekanizmalar olarak işlev görürler.
İktidar derken sadece merkezi iktidarı kastetmiyorum. Bir tür orta sınıf yerlilik ideolojisi olarak ortaya çıkan, özelde Suriyelilere karşı -son zamanlarda- gözlemlediğimiz ırkçı söylem de benzer işlevlere sahip: Verili avantajların korunmasına yarıyor ki bu avantaj inşası da bütünüyle sembolik olabilir, yoksulların linç davranışlarını hayata geçiren gruplar olduğunu aklımızdan çıkarmayalım, kendilerinden biraz daha zor durumda olanlara karşı, hakim sınıfların geliştirdiği nefret söylemini nasıl içselleştirdiklerini.
Türkiye'de linç davranışlarının bir tür -duruma göre değişen- toplumsal hassasiyetlere dayandırılarak meşrulaştırıldığını, sürekli olarak cezasız kaldığını, saldırganların sanki geniş toplumsal kesimlerin onayıyla davrandıkları sahte algısının sürekli medya ve iktidar tarafından yaratıldığını hatırlayalım.
Sosyal medya, bu süreci kolaylaştırıcı, sahte sözbirliğini arttırıcı bir etkiye sahip. Trendtopic olduk bu gece o zaman arenada parçalanacak gruplar netleşebilir, alkışlıyoruz kendimizi.
Bu acıklı komik "gerçekgibi değil" görünse de ayrımcılığın ve ırkçılığın hedefleri açısından çok gerçek acıtıcı sonuçlara neden oluyor.
Her seferinde "unutmak" söz konusu değil bence çünkü unutulacak bir hakikat hiç bir zaman kurulmamıştır, olan biten "saldırı, katliam ya da soykırım" olarak tanımlanmamıştır; her zaman mağdurların bunu hak ettiklerine ilişkin ya da o tarihsel koşulların doğal sonucu olarak bütün bunların yaşandığına dair, içgrubu, çoğunluğu ve saldırganı meşrulaştıran bir hakim söylem vardır.
Bu hakim söyleme ve anlayışa karşı çıkanların kim olduklarına ve ne kadar güçlü bir karşı çıkış içinde olduklarına bağlı olarak tehdit altında olup olmadıkları değişir sanıyorum.
"Yıl 2019 ırkçılık için en 'şahane' zaman"
"Yıl 2019, ırkçılık mı kaldı?" genel geçer bir söylem. Irkçılığa giden adımlardan ne kadar uzağız?
Yıl 2019, ırkçılık için bütün dünyada ve Türkiye'de en şahane zaman... İnsanlık, büyük mücadelelerle, büyük bedeller ödeyerek milliyetçiliği, ırkçılığı, her türden ayrımcılığı ortadan kaldıracak evrensel bir insan hakları sistemini teorik olarak onaylıyor gibi görünse de günümüzün gerçekliği bu "kolektif onay"ın ne kadar kırılgan hatta yalan olduğunu gösteriyor.
Dünyanın bütün yoksulları, oralarda, uzaklarda unutulanları, güneydeki, doğudaki sessizleri, giderek büyüyen savaş ve çatışmalar ortamında her gün daha çok "beyazlar"ın kapılarına dayanıyor, gerçek ya da sembolik olarak. Bu bence hayırlı, ne kadar çok olsa o kadar iyi ama tabii ki ırkçılık, onları yerlerine geri göndermek için bin bir biçimiyle belki de en çok bugünlerde işlevsel.
"Her türlü zulüm sessiz seyircilerin varlığıyla gerçekleşiyor"
Ne yapmalı?
Hepimizin, -kendimin de bu dünyanın beyazlarından olduğunu bildiğim için, başta kendime söyleyerek düşünüyorum- bulunduğumuz pozisyonları, toplumsal hiyerarşilerde bulunduğumuz sınıfsal konumu, ayrıcalıklarımızı, kapitalizmin, toplumsal birikimin bölüşümünde yarattığı eşitsizliklerdeki, çatışma ve savaşlardaki payımızı vb. öncelikle görmemiz ve ayrımcılığın, ırkçılığın, bizden uzak oralarda kötü birilerinin icraatleri olmadığını farketmemiz gerekiyor.
Her türlü zulüm, sessiz seyircilerin varlığıyla gerçekleşiyor.
Her şeyden hepimiz sorumluyuz, politik ve yaşamsal pratiklerimiz, olan bitenin neresinde önce bunu saptamakla başlayabiliriz. En azından buna gücümüz yeter. (PT)