Bu cümlelerle başlayan ve "umudu küreselleştirin" çağrısı ile yola çıkan Türkiye Sosyal Forumu (TSF), geçen hafta sonu gerçekleşti. Temeli Seattle'da atılan ve dünyanın muhalif kesimlerini bir araya getirerek, bu çok seslilik içinde bir ses yaratmayı amaçlayan Sosyal Forum'un, Türkiye'ye varmış olması heyecan vericiydi. O yüzden Türkiye'nin de bir Sosyal Forum'a ev sahipliği yapacağını duyduğumda da, TSF'nin Diyarbakır'da yapılması tartışmaları kulağıma ilk çalındığında da birçokları gibi sevindim.
Yazının bu kısmına kadar gelenler, başlangıçtaki, -di'li geçmiş kullanımının bir sonraki cümlelerde, olumsuz yargılara işaret edebileceğini düşünebilir. Ancak bu yanılgıya düşülmesin diye, hemen ekleyelim atalar sözünü: "Dost acı söyler".
Türkiye Sosyal Forumu kamuoyuna, 14 Haziran 2005 tarihinde yapılan basın açıklamasıyla duyurulmuş, Porto Allegre'de başlayan Dünya Sosyal Forumu ve Avrupa Sosyal Forumu ile paralel olduğu dile getirilmişti. TSF çağrısı, Barış Anneleri İnisiyatifi'nden DEHAP'a, İstanbul Tabip Odası'ndan Tüketiciyi Koruma Derneği'ne (TÜKODER), Türkiye Sakatlar Derneği'nden Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği'ne (TMMOB) kadar geniş bir yelpazenin imzasıyla yapılmıştı. TSF'nin imzacıları çeşitlilik vaat ederken, bu çeşitliliğin toplantıya yansıyıp yansımayacağı, gündemimizden, 2005 Haziran ayından 30 Eylül haftasına kadar çıktı.
"Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında..."
TSF Darphane-i Amire, Türkiye Gazeteciler Sendikası ve İstanbul Tabip Odası olmak üzere üç yerde gerçekleştirildi. Bu üç yer arasında, aşağısında Nazım Hikmet'e ilham veren ceviz ağaçlarını barındıran Gülhane Parkı; yukarısında Osmanlı padişahlarının ikametgahları olan Topkapı Sarayı'nın bulunduğu Darphane-i Amire binaları dikkat çekiciydi. Gülhane Parkı reformların başlatıldığı yerdi ama uzun zamandır yalnızca çay bahçeleri ile gündeme geliyordu. Osmanlı'nın sembolü olarak hatırlanan bu yerler "21. yüzyılın muhaliflerine" ev sahipliği yapacaktı. Normal konferanslarda görmeye alışık olmadığımız şekilde, sloganlarla başlayan açılışın ardından, hazırlıklarına başlanan yürüyüş o yüzden birden önemli hale geldi.
Eylem TSF programında "yemek arası" olarak görülen saate alınmıştı. Kızıl pankartlar açılıp, Arkeoloji Müzesi yanından kortejler inmeye başlayınca, hem fotoğraf çekmeye çalışan turistlerin şaşkınlığı, hem de gazetecilerin yorumları "mekanla-yaşanan" arasındaki çelişkiye işaret ediyordu: "Şimdi burada bir çatışma çıkarsa, seyreyle gümbürtüyü..."
Turistlerin sabah rehavetleri içinde Osmanlı padişahlarının ikametgahlarına yaptıkları ziyaretin gaz bombalarıyla bölünmesi, uzun süre sohbetleri işgal edecek bir malzeme yaratırdı. Bu çelişki devlet-i alinin de dikkatini çekmiş olacak, biraz bekleyişin ardından Gülhane Kapısı önündeki tedirgin barikat kalktı, asayiş berkemal oldu, sorun çözüldü. Sultan Ahmet Meydanı şenlik yerine döndü cumartesi cumartesi.
Sosyal Forum da asıl bu şenlikli eylemden sonra hız kazanarak başladı. Çemberlitaş istikametine doğru hızlı hızlı yürüyen, forum kitapçıklarını burunlarına gömen insanlar kapladı ortalığı. Katılım ilk gün oldukça yüksekti.
Seçilen konuların çeşitliliği kitapçıktan bakınca fazlasıyla tatmin ediyordu gelenleri. Az ve öz tutulsaydı da oturumlar, katılımcıların çoğalmasına mı gayret edilseydi? Atölye çalışmaları mı farklı konulara çekilseydi? Sergilerde mi olsaydı? Sorular sorular... Bunları bir kenara bırakıp afişlerin, kitapların sergilendiği, her kurumun kendine özgü sorunlarını dile getirdiği Darphane-i Amire binasının bahçesindeki açık hava sergisinin bir yanına ilişip bir çay içmek en iyisiydi.
Ateşkesin adı var kendi yok
TSF'nin başlamasından önce memleket "tek taraflı ateşkes haberi" ile çalkalanmaya başlamıştı. Kürt sorunu açısından önemli bir dönüm noktasına işaret eden çağrının kendisi ise, TSF'nin ilk günü geldi. Cumartesi günü ajanslar flaş haber olarak "PKK'nin tek taraflı ateşkes ilanını" geçerken, suya atılan taşın dalgaları TSF kıyılarına pek hafif vurdu.
Tam Kürt Sorunu konusu tartışılırken, oturum katılımcılarından Ragıp Zarakolu, "bir taraf silah bırakma çağrısı yapıyor. Kime yapılıyor bu çağrılar neden yapılıyor?" sorusunu dillendirmese, konunun bizi en fazla ETA'nın silah bırakması kadar ilgilendirdiğini düşünür olacaktık.
Katılımcıların tümü konuşmalarında 20 küsur yılda hayatını kaybeden 30 bin insandan. kangren halini alan Kürt sorunundan bahsederken, belki de yaraya vurulacak neşter unutuluyordu.
Tam aklımda bunları tartarken, bir serzenişe kulak kabarttım. "Alevilik Milli Eğitim Bakanlığı müfredatına bu yıl da alınmıyor, burada Alevi derneklerini temsilen bir oturum bile yok..."
İçimden, "mozaik" olan bir ülkede TSF'ci olmak zor diye geçti...
Temenniler faslı...
TSF'yi gerçekleştirenler konu çeşitliliği konusunda haşa, cimri değildi. Özgür yazılımdan tut da, tarım konusuna kadar birçok kesimin beklentilerine karşılık verecek bir program hazırlanmıştı...(Artık burada "-di'li geçmiş" olumsuz bir gönderme, eksiklik belirtisi). Hazırlanmış(-tı) da, bu kadar konu üzerine söz söyleyecek insanın bu denli az oluşu, muhalefet dinamiklerini şimdiye kadar hiç izlemeyenleri umutsuzluğa götürecek derecedeydi. Birçok muhalif kesimin adının var kendinin yok olduğu TSF'de, sanatçılar da azdı, aydınlar da, akademisyenler de...
Bir izleyici olarak Tarık Ali gönlüme su serpse de, "Kayıplar" deyince dünya katılımcıları kontenjanından bir Plaza De Mayo annesi görmek, o olmadı, çoğu o yıllarda çocuk olan katılımcılara "Cumartesi Anneleri" deneyimi dinlettirmek gerekmez miydi?
F Tipi Hapishaneler hakkında, en çok konuşmaya hakkı olan 19 Aralık'ın tanıkları ve Wernicke Korsakoff'lulara bir oturum ayrılamaz mıydı?
Kadın sorununda, Batman'da intiharları durdurmak için geceli gündüzlü çalışan kadın örgütlerinden birine yer verilseydi, fena mı olurdu?
Devletin nazarında mimli DTP'nin kadın sorunundan, ekolojik çalışmalara kadar çeşitlendirdiği 56 yerel yönetim deneyiminin yerel yönetimlerin tartışıldığı bir oturumda yer alması çok mu zordu?
İnsan haklarına yeterli duyarlılığı gösteren TSF'de, sadece mayınlar nedeniyle bile sakatlanan bir çok insanın yaşadığı bir ülkenin engelli vatandaşlarının sıkıntıları bir katrecik paylaşılamaz mıydı?
Nihayetinde, gazeteci olarak şu soruyu da sordum: Bu ülkenin milyon dolarlık matbaalarda "press"lenen bir medyası varken, bu medyaya karşı direnenleri anlatabilecek bir sözcüsü yok muydu?
TSF ardından yazacak çizecek birileri mutlaka olacaktır. İzleyici olarak naçizane beklentilerimizi dile getirmek de bizim boynumuzun borcu olsun. "Sosyal" kavramı insana dair olduğu için, insan hallerinin çeşitliliğini barındırsın isterdik, bu bir. Forumun ilk taşı Seattle'da atıldığından, burada da TSF günlerinde de birilerinin uykusu bölünsün isterdik, bu da iki...
İşte bu beklentilerimiz tam karşılığını bulamadı. Muhalefetin işi anlatmak, derdi anlaşılmaksa, TSF barındırması gereken muhalif unsurların bir kısmını programı içine katmayarak, çok seslilik işlevini yerine getir(e)medi. Programı ilk incelediğimde içime yayılan "kadın dernekleri, Alevi federasyonları, medya temsilcileri, akademisyenler nerede?" sorusunu kendi içimde bertaraf ettikten sonra, birçok insanın benzer soruları sorduğuna şahit oldum.
TSF toplantılarını düzenleyenler "herkesin bir araya gelmesi zor" diyebilir. Bunun hem organize olmak, hem birlik sağlamak açısından da sıkıntıları olabilir. Anarşistlerden sosyalistlere uzanan çeşitliliği dengelemek delikli kovayla su taşımaya benzeyebilir. Ama "başka bir dünya mümkün" demek bu rekabetçi, ayrımcı, kavgacı, gürültücü dünyada, "biz uzlaşmamızla, açık fikirlerimizle, sazımızla, sözümüzle, eylemimizle varız" demek değil midir?
Oraya katılan herkesin içine düşürdüğü "başka bir dünya mümkün" ütopyası, değirmenlere saldıran ve tam da bu akıldışılığı ile yüzyıllardır sıradan dogmaların arasından sıyrılan Don Kişotlar yaratmaz mı?
Doğrudur, zordur TSF'yi organize edenlerden istenenler... Ama var mıdır "gerçekçi ol imkansızı iste" sözünü hayatında bir kere bile kullanmayan katılımcı? (AÖ/TK)