"Başbakan Erdoğan'ın Silvan olayı sonrası kullandığı milliyetçi dil, şiddetin dili, bizi tekrar başa döndürür. Bu dilin tabana yansımasını, Zeytinburnu'nda gördük. Sorunu sadece güvenlik çerçevesine sıkıştırırsak çıkmaza gireriz."
Hükümet'in Doğu ve Güneydoğu'daki operasyonlarda ve sınır güvenliğinde askerin yerine polisi kullanma projesinde koordinasyonu İçişleri Bakanlığı'nın yürüteceği açıklandı.
Emniyet Genel Müdürlüğü'nde geçen yıl yaklaşık 1000 özel harekat polisinin eğitimini tamamladığı, önümüzdeki günlerde 400 polisin de eğitimini tamamlayıp, göreve hazır olacağı açıklandı. Özel harekatçılara MİT tarafından da anlık istihbarat desteğinin sağlanacağı ifade ediliyor.
Yeni özel harekat polisi uygulamasıyla ilgili bianet'e konuşan emekli askeri hakim, avukat Ümit Kardaş, "Sorunun sadece güvenlik boyutuyla düşünülmesiyle, çıkmaza giriyoruz" yorumunu yaptı.
Askerin Güneydoğu'dan mutlaka çekilmesi gerektiğinin altını çizen Kardaş, sorunun Meclis'te çözüleceğini, şiddet dili kullanmanın topluma yansımalarının büyük olacağını ifade etti. Kardaş, özetle şunları söyledi:
* Askerin Güneydoğu'dan çekilmesi gerektiği düşüncesindeyim. Silahlı Kuvvetler denetlenemiyor, bölgede yaptıkları operasyonlar denetlenemiyor, siyaseti de zor durumda bırakacak operasyonlar yapılıyor. Jandarma da bir yandan İçişleri Bakanlığı'na bağlı olsa da aslında Genelkurmay'a bağlı. Geriye polis kalıyor.
"Nasıl denetlenecek?"
* Önceki özel tim uygulamaları da çok sorunluydu, "özel harekat" sözü bile sakıncalı. Bazı Avrupa ülkelerinde de bu adla anılan "kır polisi" uygulamasında denetleme nasıl sağlanacak? Hakikaten hukuk kuralları içerisinde mi yürüyecek?
* Polisin devreye girmesindeki fark, bu uygulamalardan doğrudan siyasi iktidarı sorumlu tutabilecek olmamız. İktidar, topluma ve parlamentoya karşı sorumlu. Bu nedenle "kır polisi" olarak adlandırılabilecek bu uygulamayı diğerlerine göre daha doğru buluyorum. Ancak bu yeni özel harekat polisi de eski özel tim gibi davranacaksa, şeffaf olamayacaksa sorun devam eder.
"Milliyetçi dil yanlış"
* Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın milliyetçi dili son derece yanlış. Şiddet dilini kullandığınızda, "Muhatap almayız" dediğinizde tekrar başa dönersiniz. Sorun, bu şekilde yine güvenlik eksenine kaymış oldu. Sorunların, yeni Anayasa yapımı sürecinde konuşulması gerekiyor. Özgürlükler, ana dil, demokratik özerklik gibi konular Meclis'te çözüme kavuşturulmalı. Örneğin, İspanya 1978 Anayasa'sında özgürlüklerin önünü açmıştı.
* Zeytinburnu'ndaki olaylar ilgili de Başbakan'ın milliyetçi söyleminin etkisinin olduğunu düşünüyorum. Norveç Başbakanı'nın 93 kişinin ölümüyle sonuçlanan olaydan sonra yaptığı açıklama, demokrasi düzeyinin göstergesiydi. Başbakan Jens Stoltenberg, "Biz bu sorunun üstesinden, demokrasiyle ve insaniyetimizle geleceğiz" dedi.
* Türkiye Başbakanı ise Silvan olayının ardından, "Gereken neyse yapılacak" dedi. Şiddetin diliyle konuştu ötekileştirici bir tutum takındı. Medya da ateş püskürdü. Tüm bunlar tabana yansıdı.
"Barış mümkün olmak zorunda"
* 90'lara dönüş konusunda, "Aynı suda iki kez yıkanılmaz" diyorum. Başta iktidar partisi olmak üzere herkese büyük sorumluluk düşüyor. Bölgede oy alan iki parti olarak, iktidarın ve Barış ve Demokrasi Partisi'nin (BDP) siyasi aktörler olarak rol alması lazım.
* Türkiye barışı mümkün hale getirmek zorunda. Aksi halde bu kışkırtma tutumu toplumda daha da fazla yansıma bulacak. Burada iktidar partisine çok iş düşüyor, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e çok iş düşüyor. BDP de Meclis'e dönmelidir. (AS)