*Fotoğraflar ve Tasarım: Murathan Özbek
Soprano Selva Erdener'in dördüncü albümü "Biliyor musun?" Ada Müzik'ten geçen hafta çıktı.
Albümde Cem İdiz, Turgay Erdener, Fazıl Say gibi müzisyenlerin besteleriyle yorumlayan sopranoya, İbrahim Yazıcı, Çağ Erçağ, Ediz Hafızoğlu gibi müzisyenler eşlik ediyor.
Karacaoğlan, Nazım Hikmet, Ataol Behramoğlu, Edip Cansever, Gonca Özmen ve Yaşar Nabi Nayır'ın şiirlerinin bestelerinden oluşan albüme "Yerçekimli Karanfil" şiirinin "Biliyor musun?" sözü adını veriyor.
Selva Erdener ile World fusion tarzındaki albümünü, Türkiye'de soprano olmayı konuştuk. Diyor ki;
Albümde çok heyecan verici isimler var? Nasıl bir araya geldi bu kadar iyi beste?
Aslında bestecilerin tamamı dostum, ama bu dostluktan değil albümde oluş nedenleri. Çok da beğendim ve sevdiğim besteciler.
Onların bestelerinin olması benim için önemliydi.
Cem İdiz'in, Turgay Erdener'in, Melahat İsmail'in, Babür Tongur ve Fazıl Say hayatıma dokunmuş insanlar aynı zamanda.
Onların eserlerinden özel bir seçki yaptığımı söylemek istiyorum.
Bu klasik doğrultuda giden ama aynı zamanda herkesi kucaklamak isteyen bir albüm. Bütün müzik dinleyenleri, kaliteli müziğe ihtiyaç duyanları çekecek bir albüm.
Evet müzisyenler gerçekten inanılmaz sevgiyle çaldılar bir kere. Biz bu albümü altı günde kaydettik. Kayıt süreci de bizim için unutulmaz oldu. Kolayca oldu, çünkü iyi müzik iyi müzisyenlerle yapılır.
Kaydımızı yapan Adham Farid çok iyi bir tonmaister'di.
Albümün hazırlık aşamasında sizi en çok ne heyecanlandırdı?
Bu albümü çalışırken benim yanımda her zaman aynı yolda yürüdüğümü hissettiğim, hem canım arkadaşım, hem de tanıdığım en iyi müzisyenlerden İbrahim Yazıcı vardı.
İbrahim Yazıcı'nın müzik direktörlüğünde oldu albüm. Onun albüme katkıları söylenemeyecek kadar fazla. O süreçte tüm bu müzisyenlerle ve bestelerle direkt teması da o sağladı. Ben daha fazla şarkı söylemeye yoğunlaştım.
Şöyle bir şey var albümde, her bestecinin kendine has şarkısı var. Gerçekten rengarenk bir gökkuşağı gibi. O albümü yorumlamak da bu açıdan farklı olmalı diye düşündüm.
Bir "Nihavent" ile bir "Gurbet Ele Düşen Aşık" arasındaki bağı nasıl kurarım şarkıcı olarak ama aynı zamanda da nasıl farklılığını nasıl ortaya çıkarabilirim diye kafa yordum. Diğer detaylarla uğraşmaya çok zamanım yoktu.
İbrahim Yazıcı'dan söz açılmışken. İzmir Devlet Opera ve Balesi'ndeyken ihraç edilmişti. Şu anda durum ne?
Geri döndü. Geçen ay bütün haklarıyla iade edildi. İbrahim Yazıcı albümün direklerinden ve Turgay Erdener tabii ki, benim canım eşim, o da kayıtlar sırasında yanımdaydı.
İki tane dev müzisyenin kollarına girdim ve o kollarda yürümek çok daha konforlu. O konforu bana yaşattılar. Buradan da her ikisine çok teşekkür ediyorum.
"Soprano olmak bu ülkede zor"
Türkiye'de soprano olmak zor mu?
Şöyle bir sıkıntımız var kadrolarımızın olduğu devlet operalarında, diyelim ki Ankara Devlet Operası'nda sanatçıysanız hep aynı yerde sahneye çıkmanız gerekiyor.
Rotasyon en büyük eksik olduğunu düşündüğümüz şey. Sahne değişimi, başka yerlerde söylemek gerekiyor. Bir sopranonun her zaman aynı şekilde, aynı yerde söylüyor olması kısır bir döngüye neden oluyor.
Olumlu tarafı seyirci sizi tanıyor, seviyor, seyirciyle çok sıcak bir ilişki kuruyorsunuz. Ama şunu biliyorum, şimdi genç arkadaşlarımdan da kendi kariyerimde de, yurt dışına ulaşma olasılığı şu günlerde çok çok daha yaklaştı.
İyi bir opera sanatçıysanız kolay bir şekilde yurt dışında söyleme olasılığı, yarışmalar buna imkân sağlıyor. Şimdi soprano söyleyen arkadaşlarımın daha
Ama Türkiye'de bir soprano olmak hep çok zor. Soprano olarak bir üne sahip olmak ancak klasik müzik camiasında olabiliyor. Onun dışına çıkmak ancak başka şeyler yaparak mümkün oluyor.
Oysa ki dünyada sadece soprano olarak, müzik tarzının dışına çıkmadan ünlü olan birçok insan var. Ama bizim ülkemizde Türkiye'den üç soprano say desek sayabilecek insan çok az.
Soprano olmak bu ülkede zor. (gülüyor)
"Çocukken apartman boşluğunda bağırırdım"
Peki her şey nasıl başladı?
O sese sahiptim çocuktan, soprano sesi çıkarıyordum. O ses benim çok hoşuma gidiyordu.
4-5 yaşlarımdaydım belki apartman boşluğunda bağırıyordum. Bütün aile fertleri, apartman sakinleri "Bağırma çocuğum, bağırma evladım" diyordu, ben bağırarak devam ettim.
O sesi çok sevdim ben. Sonra o sesin kullanıldığı alanı keşfettim. Televizyonda opera izledim, ilk opera izleyişimi hatırlıyorum.
Televizyonda verilirdi eskiden. "Aaa, işte benim çıkardığım ses de buna yakın bir ses, bunun adı operaymış" aydınlanması yaşadığımı hatırlıyorum. Nerede yapılıyor bunun eğitimi? Konservatuarda. Çok küçük yaşta "Konservatuara gitmeliyim" dedim.
Ondan sonra hiç vazgeçmedim. Hala büyük bir aşkla yapıyorsam o çocukken yakaladığım, duygunun peşinden koşmak olduğunu düşünüyorum. Sadece o hissin peşinden koştum yani. Bir de sesim oydu yani. Başka bir tarafa gitmedi.
"İnsanları en değiştiren şey sanat"
Opera ve bale faaliyetleri dışında sizin tarzınızda solo albüm çıkarmak için kısıtlı bir imkan var Türkiye'de. Ada Müzik ve Kalan Müzik gibi sadece. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ada Müzik bizim yaptığımız işe ve müziğe büyük bir sevgiyle, özveriyle yaklaştı. Ben çok memnunum bugüne kadarki deneyimimden.
Bu açıdan şanslı olduğumu düşünüyorum. Biraz da insan kendi şansını da yaratır. Bu böyle "yapıyoruz, hadi yapalım" gibi olmuyor. Çok meşakkatli bir süreç.
Sizin aracılığınızla Bülent Forta'ya da teşekkür etmek isterim buradan. Eğer böyle girişimciler de olmasa halimiz duman. O zaman bu ülkede sanat adına hiçbir şey yapılmayacak diye düşünüyorum.
Sanatı destekleyen özel teşebbüslere de ihtiyacımız var. Bülent Forta'nın yaptığını gerçekten beş tane iş insanı daha yapsa, yapanlar var ama, onlara beş insan daha katılsa inanın bu ülkenin sanat çıtası yükseğe çıkar ve bence insanları en değiştiren, en mutlu eden şey sanat.
Hep aksini söylerler ya, "halk bunu istiyor" klişesi vardır, onun zıttını söylüyorsunuz...
Yani her insanın şaşırmaya hakkı vardır. Biraz şaşırsalar çok iyi olur. Hep aynı şeyleri vermek, onlar onu istiyor diye onu vermek...
Elbette ekmek her evin ihtiyacı, ama bir gün yanında helva olduğunda başka bir şey oluyor.
Şu anki opera ve bale izleyicisi sizin gözlemlerinize göre nasıl? Yeterli bir kitle var mı?
Ankara için her zaman çok meraklı, yapılan işleri takip eden bir kitle var. Hiç boş geçmeyen bir temsil skalamız var. Hep dolu temsiller yapıyoruz.
Ama o kitlenin büyümesini ve daha fazla insana ulaşmayı hedefliyoruz.
Devlet desteği açısından söyleyecekleriniz var mı?
Bizim en büyük eksiğimiz salon. Bu eserleri, bu güzellikte sergileyecek salonumuz yok. Olan mevcut salonlar gerçekten yetmeyecek ölçüde salonlar. Artık çok eskidi.
Eski olması da önemli değil, sizin yapabileceğiniz temsiller sınırlı. Büyük bir prodüksiyon yapmak isteseniz o salonda o temsili yapmanız mümkün değil.
Mesela bizim salon yaklaşık 600 kişilik. O salonda o kadar seyirciye de oynuyoruz. Ama güzel salonlara ihtiyacımız var.
İstanbul'da yeni AKM'yi merakla bekliyorum. Sanat merkezlerine ihtiyacımız var.
Albümün künyesi: 1. Nihavent - Beste: Cem İdiz / Söz: Nazım Hikmet 2. Göle Yas - Beste: Turgay Erdener / Söz: Gonca Özmen 3. Onar Mısra - Beste: Melahat İsmail / Söz: Yaşar Nabi Nayır 4. Nicedir Özlemişim - Beste: İbrahim Yazıcı / Söz: Ataol Behramoğlu 5. Dut Ağacı - Beste ve Söz: Anonim 6. Hasret - Beste: Melahat İsmail / Söz: Nazım Hikmet 7. Güz - Beste: Fazıl Say / Söz: Nazım Hikmet 8. Yerçekimli Karanfil - Beste: Turgay Erdener / Söz: Edip Cansever 9. Gurbet Ele Düşen Aşık - Beste: Babur Tonguç / Söz: Karacaoğlan *Piyanoda İbrahim Yazıcı, Kemanda Mehmet Yasemin, Kemençede Derya Türkan, Viyolenselde Çağ Erçağ, Kanunda Ahmet Baran, Balabanda Emre Sınanmış, Saxda Gürtuğ Gök, Kontrbasta Volkan Hürsever, Davulda Ediz Hafızoğlu ve İstanbul Vokal Ansamble. |
(PT)