"Yüreği çok sevgi doludur, göğüs mekanı sağlam bir adamdır, sözü sözdür, Metin bir deli kanlı..."
Bunların dışında yarı doktor, bir entelektüel, hesap-kitap bilen, Uğur Mumcu'nun ardından vakfın kuruluşunda yer alan bir isim... Türkiyeli izleyeciler için ise O, kendine has yeteneği, her bakışı, duruşuyla sahnede, ekranda canlandırdığı karakterle devleşen bir usta.
Bir kuşak onu Devekuşu Kabare ile sahnede tanıdı, 80 kuşağı da "Yasaklar", "Beyoğlu Beyoğlu", "Deliler", "Bu Şehr-i İstanbul ki" gibi sanki bugün yazılmışçasına olan Kabare'nin pek çok oyununu video kaset ve teyplerden takip etti.
92'de sahneyi bıraksa da televizyon dizileri ve sinema filmlerinde yer aldı. Zeki Alasya denilince Metin geldi akıllara, Metin Akpınar denilince Zeki...
Kısaca sonu olmayan bir ansiklopedi, Metin Akpınar.
Selçuk Metin'in yönettiği, Zeynep Miraç'ın senaryosunu kaleme aldığı "İyi ki yapmışım" belgeseli ustanın 79 yıllık yaşamından bir kesit sunuyor. Akpınar'ın seyirciler tarafından çok iyi bilinen sahne ustalığını ve hikayeleri ise Akpınar'ın yanı sıra Demet Akbağ, Perran Kutman, Ahmet Gülhan, Cihat Tamer, Selma Sonat, Suat Sungur, Dikmen Gürün, Zeynep Oral, Demet Taner, Nevra Serezli, Ferhan Şensoy ve Kandemir Konduk'tan dinliyoruz.
Eşi Göksel Akpınar ile tanışması, lisedeyken amatör tiyatro hayatına başlaması, 1962'de tiyatro çalışmalarına devam ettiği Milli Türk Talebe Birliği'ndeki yılları, hayatının ayrılmaz bir parçası olacak olan Zeki Alasya ile tanışması ve efsane Devekuşu Kabare yılları ve daha niceleri... Metin Akpınar "İyi ki de yapmışım" dediği pek çok hikayeyi anlattığı "İyi ki yapmışım" belgeselini ve Metin Akpınar'ı filmin yönetmeni Selçuk Metin anlattı.
Film, İstanbul Film Festivali kapsamında yarın saat 17.00'de Cinemaximum City's'de ve 11 Ekim saat 17.00'de Kadıköy Sineması'nda izlenebilir.
Selçuk Metin ve Metin Akpınar
"Dün ne dediyse bugün de aynısını söyleyen..."
Türkiye'nin önemli sanatçılarından, tarihi dönemeçlere tanıklık etmiş biri Metin Akpınar. Böylesi bir ismin belgeselini yapma fikri nasıl doğdu? Metin Akpınar gibi birinin arşivini taramak size neler hissettirdi?
Metin Akpınar ile tanışmamız 2015 yılında yönetmenliğini üstlendiğim Haldun Taner "Ve Perde" belgeseliyle oldu. Bu tanışma aslında onun için geçerliydi, ben onu Türkiye'deki birçok insan gibi zaten yakından tanıyordum. Çocukluğumuzdan bu yana hep bizimleydi çünkü, onu sadece bir sanatçı olarak görmedim ben ailemizin bir ferdi gibiydi. Dün ne dediyse bugün de aynısını söyleyen, yıkılmaz bir kaleydi O. Duruşuyla bize yön vermiş insanlardandı.
"İyi ki yapmışım" belgeselinden önce yaptığım Leyla Gencer ve Haldun Taner yapımlarındaki araştırmalarımda bazen çelişkili bilgiler oluyordu. Kaynaklarda yaşanan olaylar zaman zaman farklı anlatılıyordu, keşke kendilerine sorabilseydim düşüncesi beni "yaşayan efsane isimlere" yöneltti açıkçası. Yaşarken, en doğru kaynaktan, hayatını kendi anlatımıyla işleyebileceğim bir sanatçı düşündüğümde ise ilk aklıma gelen isimlerdendi Metin Bey. Devekuşu Kabare'yle bir döneme damga vurmuş usta bir sanatçıyla bunu gerçekleştirebilmek benim için çok önemliydi. İşte bu fikirle gittim görüşmeye. "Sizinle bir belgesel yapmak istiyorum" dediğimde, bana ne yapmak istediğimi sordu. Ben de "bilmiyorum, önce sizi tanımam, biraz zaman geçirmemiz gerek sonrasında da beraber karar veririz" dedim. Benden bir hafta düşünmek için süre istedi, o bir hafta nasıl geçti anlatamam her gece "acaba cevabı ne olacak?" sorusuyla uyudum.
Sonradan anladım ki aslında bu süreç onun için çok normalmiş, onu daha yakından tanımaya başlayınca hiçbir konuda hemen karar vermediğini her şeyi iyice düşünüp tartıp öyle yol aldığını anladım.
"En güzeli, o anın hikayesini fotoğraftaki kişiden dinlemek"
Elbette kabul ettiğinde çok sevindim, havalara uçtum desem az değil. Ve çalışma sürecimiz başladı. Söz konusu isim Metin Akpınar olunca yalnızca tiyatro tarihiyle sınırlı kalamazdık. Entelektüel birikimi, girmese de politik bilgisiyle aynı zamanda Türkiye'nin tarihiyle günümüze geleceğimiz ilk sohbetlerimizde belirmişti zaten.
Her perşembe görüşmeye başladık, sohbetle geçen haftalar sonrasında bu kez de belgeselde kullanılacak görsel malzemenin tespit çalışmaları başladı. Bu çalışmaları da evde gerçekleştirdik, tüm albümleri tüm fotoğrafları çıkarttık, tek tek taradık. Tabii bu esnada fotoğraflara bakarken bellek canlanmaya başladı. Zaman zaman fotoğraflardaki kişiler ve anılarda hatırlanamayan konularda ise Metin Bey'in eşi Göksel Hanım yanımızdaydı. Hatta zaman zaman olaylardaki karışıklıklar yüzünden tatlı atışmalar da yaşanmadı değil.
Tabii Türk Tiyatro tarihi için de çok önemli bir arşiv çalışması oldu. 60'lı yıllardan itibaren elde bulunan oyunların fotoğrafları, o dönemlerin dergileri gazete kupürleri tek tek dijitale çevrildi. Ama benim için en güzeli bir taraftan o fotoğraflara dokunurken, diğer taraftan da o anın hikayesini fotoğraftaki kişiden canlı olarak dinlemek oldu. Bu fotoğraf belki bir oyundan bir sahneydi ama o sahneye çıkana kadar yaşananlar, provalarda yaşanan anılar hepsi uzun uzun hatırlandı, anlatıldı. Sadece sohbet olarak kalmadı elbet ses kaydı her zaman alındı, zaman zaman da kamerayla kaydedildi.
Bu yüzden de aralıklarla da olsa yaklaşık iki yıl süren çalışmaların sonunda dev bir arşive sahibiz.
Yönetmen Selçuk Metin, senarist Zeynep Miraç ve Perran Kutman set ekibiyle birlikte.
Çekimler Ses Tiyatrosu'nda, 3 gün sürdü
Saatler süren röportajlar olmuştur eminim, biz bunun sadece 2 saatini izledik... Kurgu aşaması nasıl gelişti, nelerden vaz geçmek zorunda kaldınız?
Çekimleri Ses Tiyatrosu'nda 3 günde gerçekleştirdik. Tüm konuklarımız büyük bir heyecanla yanımızdaydılar. Yaklaşık 30 saate yakın kayıt aldık ve çok değişik hikayelere şahit olduk. Sanırım filmin en zor kısmı kurgu aşamasıydı, o kadar değerli o kadar özel anılar anlatıldı ki bir hayatı anlatırken bu bilinmeyen hikayeleri de geçmek istemedik. Elbette kullanamadığımız yığınla bölümümüz oldu. Ancak ben gün geldiğinde o anıların da bir şekilde değerleneceğini düşünüyorum. Belki bu projeyi kısa bölümlere de dönüştürebiliriz, bilinmez.
"Tıp bilgisi insanı hayrete düşürüyor"
Entelektüel, usta bir oyuncu ve hikâye anlatıcısı... Siz nasıl bir Metin Akpınar'la karşılaştınız?
Her sözünün, her cümlesinin altında bilgi var öncelikle. Bilmediği konularda ise gelişigüzel konuşmayı sevmiyor, hoş bilmediği konu da pek az. Ama tıp bilgisi insanı hayrete düşürüyor. Özellikle beyin konusuna çok ayrı bir ilgisi var. Çocukluğundan bu güne kadar hep bir merakı olmuş, ama bu merak yüzeysel değil. Hep araştırmış bilenlerle tartışmış, konuşmuş. Kütüphanesinin bir bölümü de tıp kitaplarına ayrılmış durumda, bir dönem tıp konferanslarına katılır son konuşmayı da Metin Bey yaparmış zaten. Aslında beklediğim gibi bir Metin Akpınar ile karşılaştım, tahmin ettiğim gibi. Ancak sizi her gün şaşırtabilecek bir kapasitesi de var, özetle sonu olmayan bir ansiklopedi gibi.
Ferhan Şensoy, Demet Akbağ, Ahmet Gülhan, Nevra Serezli ve Cihat Tamer.
"Aksaray semtindeki komşusunu dahi bulduk"
Katılımcıları seçme konusunda nasıl bir yol izlediniz? Röportajlar sanırım Ses Tiyatrosu salonunda olmuş, burayı tercih etmenizde özel bir neden var mıydı?
Aslında katılımcılar konusunda birlikte karar verdik, Devekuşu Kabare döneminden herkese ulaşmaya çalıştık. Bunun dışında onun yaşamına tanıklık etmiş aile dostları, hatta çocukken yaşadığı Aksaray semtindeki komşusunu dahi bulduk. Onu sadece sanatçı kimliğiyle değil, insan Metin Akpınar olarak anlatmayı da çok önemsedik.
Konu usta bir tiyatrocu olunca mekân olarak ta tiyatroda olsun istedim hep, artık parmakla gösterilecek kadar az kalsa da tarihi dokusu olan Ses Tiyatrosu elbette ilk tercihimiz oldu. Bir dönem Devekuşu Kabare'nin yazarlarından da olan Ferhan Şensoy da bu konuda bize çok yardımcı oldu.
Zeki-Metin dengesi
Zeki Alasya için "Biz bir bütündük" diyor Akpınar filmde. Sizce Zeki-Metin kimyası uzun yıllar nasıl tutabildi?
Belgesel anlatımları ve bugüne kadar geçen sohbetlerden çıkardığım sonuç öncelikle ikilinin birbirine olan sevgisi ve saygısı. Metin Bey'in de belgeselde bahsettiği gibi birbirlerine bağırdıkları duyulmamış tüm yaşamları boyunca. Ayrıca bir kader birliği söz konusu, yakın semtlerin çocukları öncelikle. Hatta arkadaş olduktan sonra anlamışlar ki, babaları da aynı iş yerinde çalışmışlar. Annelerini aynı camiden defnetmişler, hatta imam bile aynıymış.
Ve hep bir denge var aralarında, yalnızca sahnede değil yaşamlarında da birbirlerini hep korumuş kollamış, dengelemişler. Tiyatroda başlayan dostlukları son güne kadar devam etmiş.
"'Canlı izleyemeyen şanssızlar' kuşağı"
Bu kuşağın Devekuşu Kabare oyunlarını sahnede izleme şansı olmadı ancak ben özellikle birkaç oyunu kasetçalarda dinlediğimi hatırlıyorum. Siz neler öğrendiniz Devekuşu Kabare'den ya da Zeki-Metin tiyatrosundan?
Devekuşu Kabare'yi ben de "canlı izleyemeyen şanssızlar" kuşağındanım. Video kaset ve teyp kasetlerinden ezber ettik. Demet Akbağ'ın da söylediği gibi o dönemin sosyal medyası teyp kasetleriydi.
Bugün okullardaki genel eğitim uygulamalarına baktığınızda çocuklara oyunla öğreti kavramı ön plandadır, çaktırmadan sıkmadan eğitim öncelikli tercih. Devekuşu Kabare bunu 40 yıl önce hem sahneden hem kasetlerden yapmış. İşte o kasetler bizim kuşağımıza eleştirel bakışı kazandırdı, ne yapılmalı ne yapılmamalıyı eğlenerek öğrendik onlar sayesinde.
Zorlu şartlarda yapılan Anadolu turneleri
Günümüzle karşılaştırınca Türkiye tiyatrosu ve sanat adına neleri geride bırakmış ya da kazanmışız?
Günümüzle karşılaştırdığımızda tiyatro adına aslında değişen pek bir şey yok gibi, 1960'lı yıllar tiyatronun altın çağı ama o altın çağda bile sahnede olmak imkansızlıklar içinde gerçekleşiyor. Örneğin yaşadıkları bir kış turnesi var ki şartlar müthiş. Eski bir otobüsle düşülüyor yola, malum ısıtma sistemi yok gibi. Çözüm otobüsün içine kurulan gaz sobası!. Böylece ekibin yemeği de o sobanın üstünde pişiyor. Zorlu şartlarda yapılan Anadolu turnesinde kimi zaman sinemada, kimi zaman bir okulda oynanıyor oyunlar, neresi müsaitse...
Ya bugün?
Bu kış turnesi 60'lı yıllarda yaşanıyor, ya bugün? Bırakın Anadolu'yu İstanbul'da birçok özel tiyatro topluluğu "neresi müsaitse" sahneye çıkmaya çalışmıyor mu? Tiyatrolar ayakta kalabilmek için taklalar atmıyorlar mı?
Sanatçılar için de geride kalanlar var elbet, çekimleri gerçekleştirdiğimiz üç gün içinde Devekuşu Kabare oyuncuları ve dönem tanıklarını ağırladık. Bu görüşmelerden çıkan istatiksel bir sonuç bence bize çok önemli bir noktayı hatırlatıyor.
25 kişinin kayıtları, 3 güne bölünmüş ve saat saat ayrılmış. Her konuğumuzun çekim saati belli, İstanbul şartlarında bir kişi geç kalmaz mı? Kalmadı. Tüm katılımcılar yarım saat, hatta 45 dakika öncesinden gelip hazır bulundular. İşte bu o dönem sanatçılarının disiplinlerini, işlerine olan saygılarını ve neden büyük sanatçı olduklarını hatırlatıyor bize. Büyük sanatçı yalnızca sahnede yaptıklarınızla olunmuyor. Bu hayatta yaptıklarınızla da ilgili bir durum.
Ekip anlatılanlara doyamadı: "Keşke devam etse"
Biraz da ekipten söz eder misiniz? Kimlerle çalıştınız?
Metin Akpınar'la bir yıl kadar çalıştıktan sonra senaryo aşamasında Zeynep Miraç aramıza katıldı. Aslında ilk günden itibaren aklımda hep o vardı. Devekuşu oyunlarını ezber etmiş, o dönemin her detayını çok iyi bilen ve kalemi çok kuvvetli bir isim Zeynep Miraç. Ancak çalışmalar başladığında bir kitap çalışması içinde olduğundan aramızda olamadı. Bir takım gecikmelerin ardından Zeynep de artık müsait olunca bir araya geliverdik. Ve senaryomuz da tam istediğimiz gibi oldu, çünkü çok iyi anlaşacağımızı zaten biliyorduk.
Seslendirmemizi ise Tilbe Saran üstlendi, geçmişte birlikte dublaj da yaptığı Metin Akpınar için o da çok heyecanlıydı.
Görüntü yönetmenliğimizi ise sinemanın bol ödüllü ve deneyimli ismi Uğur İçbak üstlendi. Onun yanımızda olması bize sette ayrı bir güven verdi hep. Ve tabii kurgu aşamasında müziklerimizi Murat Evgin'e emanet ettik. Evgin, Metin Akpınar'ın Türk Sanat Müziği sevgisine karşılık vererek belgeselimize ruh kattı.
Tabii çekimlerden bir not daha düşmek gerekirse o da son gün ışıklar kapandıktan sonra 16 kişilik ekibin yaşadığı hüzündü. Genelde setlerde çekim sırasında o anda işi olmayan çalışanlar başka şeylerle uğraşırlar. Ya telefondan kafalar kalkmaz, ya çay kahvede olunur, ya da başka meşguliyetler... Bu üç günde tüm ekip neredeyse pür dikkat konukları dinlediler, paydos dendiğinde anlatılanlara doyamamıştı koca ekip, "keşke devam etse" en çok sarf edilen söz oldu.
(AÖ)